Kürt hareketi kıskaçta

CHP Kürt sorununu birlikte çözmek için bütün partilere yönelik girişim başlatıyor. Hemen ardından hükümetin “açılım” uzmanı Beşir Atalay ABD ile birlikte PKK’ye silah bıraktırma üzerinde çalışmakta olduklarını, bu yolda çok ilerlemiş olduklarını açıklıyor. Talabani ateşkes için devrede olduğunu açıklıyor. Leyla Zana Kürt sorununu Tayyip Erdoğan’ın çözeceğini söylüyor, Kürt hareketini ise eleştiriyor. Bülent Arınç karşılık veriyor: Abdullah Öcalan’a ev hapsi düşünülebilir, ama önce PKK silah bırakmalı. Gazeteci (?) Avni Özgürel Kandil’e gidip Murat Karayılan’la görüşüyor. Herkes “çözüm yakın” diye yazmaya başlıyor. Kürtçe’nin 2012-2013 ders yılında seçmeli ders olması yönünde resmi girişimler yapılıyor. Bütün bunlar bir şeylerin “pişmekte” olduğunu gösteriyor. Ne oluyor?

Türkiye, ABD ile birlikte, Talabani ve Barzani üzerinden Kürt hareketini tasfiye karşılığında Irak Kürdistan Bölgesi’nin Kerkük’ü kendi sınırları içine dâhil etmesine, hatta Irak’ın Şii Arap çoğunluğu karşısında Kürdistan Bölgesi’nin hâmisi olmaya hazırlanıyor. Bu Türkiye-Barzani ilişkilerinde “PKK karşılığında Kerkük” formülüdür. Barzani PKK’nin tasfiyesine birinci dereceden bir aktör olarak katılacaktır, Türkiye de Kerkük’ün Kürdistan Bölgesi’ne bağlanmasına karşı geleneksel vetosunu geri alacaktır. ABD-Türkiye ilişkilerinde ise bu, “Barzani karşılığında PKK” formülüdür. Bunun anlamı ise ABD’nin Irak’tan çekilmesi sonrasında Türkiye’nin Barzani’yi her türlü tehlikeye karşı koruması karşılığında ABD’nin PKK’nin tasfiyesinde her tür yönteme destek vermesidir.

CHP’nin girişimi, bu hazırlıktan AKP’nin tek başına yararlanmasını engellemek için yapılmış bir manevradır. Öcalan’ın yakalanmasının, aslında bunda hiç dahli olmayan, sadece yakalama sırasında hasbelkader başbakan olan Ecevit’e ne kadar yaradığı hatırlardadır. Şimdi PKK’ye silah bıraktırma gibi muazzam bir değişikliği başarırsa Erdoğan’ın ve AKP’nin nasıl puan toplayacağı ortadadır. CHP işin içine bu yüzden sokuluyor. Ama çok muhtemeldir ki kendi başına yapmamıştır bunu. İsrail’in şimdilik kendisine rakip kabul ettiği bir Erdoğan’ın tek başına kahraman olmaması için ABD tarafından sokulmuştur işin içine.

Barzani’nin yükselişi

ABD Irak’tan çekileli beri, Barzani müthiş aktif bir politika güdüyor. Irak Başbakanı Maliki karşısında, Şii toplumunun en önemli güçlerinden Mukteda es Sadr’ın hareketi de dâhil olmak üzere, Erbil’de birçok gücü toplamayı başardı. Başta ExxonMobil olmak üzere, bir dizi ABD şirketi ile Kerkük petrolleri üzerine anlaşmalar imzaladı. (Bu ABD şirketlerinin kendi hükümetlerine danışmadan bu tür sözleşmelere girişmesi söz konusu dahi olamaz.) Merkezi hükümete, parasını doğru dürüst ödemediği gerekçesiyle petrol sevkiyatını durdurdu. Şimdi, Kürdistan Bölge yönetiminin Türkiye’ye Irak merkezi hükümetine ait Kerkük-Yumurtalık boru hattının dışında bir yeni boru hattı döşenmesini planladığı konuşuluyor. Bunun ayrılık ilanı kadar ağır bir şey olduğu açık. Britanya’nın The Economist dergisi bazı “nüfuz sahibi” Türk iş adamlarının bu planı desteklediğini yazıyor. ABD’ye yaptığı ziyaret sırasında ve sonrasında, Eylül ayında bir referandumla Irak’tan ayrılma tehdidini masaya koydu. ABD ziyaretinden sonra geldiği Türkiye’de de PKK’yi tehdit etti: “Yok dinlemezse biz PKK’nın çatışmayı bölgemize çekmesine izin vermeyiz. PKK’ya karşı, baskı, nasihat, konferans ne gerekirse, bütün yöntemleri kullanacağız.”

Şimdi, Leyla Zana’nın çıkışıyla birlikte, Barzani Türkiye’de ilk kez Kürt kitlelerinin ciddi bir şekilde kulak verebileceği bir sözcü kazanma yoluna girmiş bulunuyor. Barzani Irak Kürtlerinin 2003’ten bu yana elde etmiş olduğu mevziler dolayısıyla Türkiye’de de bir sempati halesi yaratmayı başarmıştı zaten. Ayrıca Türkiye’de çeşitli siyasi şahsiyet ve partiler de açıkça Barzani yanlısı. Bütün bunlar doğru olmakla birlikte, Barzani’nin Türkiye’deki Kürt kitlelerini somut politikalarının yanına kazanacak bir sesi bugüne kadar hiç olmamıştı. Leyla Zana, Kürt kitleleri nezdinde çok saygı gören bir isim olduğundan, çıkışı bu yönde atılmış çok önemli bir adımdır. Zaman bu aşının tutup tutmayacağını gösterecek.

Zana’nın Barzani yanlısı bir çıkış yapmış olduğu iddiasını yadırgayanlar olabilir. Bu sadece Gerçek’in yorumu değil. Kürdistan Bölgesi’nin Hewler gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Rebwar Kerim, Zana’nın bu açıklamayı son zamanlarda Kürdistan Bölgesi’nde yapılan kadın konferansı vesilesiyle Barzani ile görüştükten sonra yaptığını, Barzani’nin de çok memnun olduğunu belirtiyor. (Taraf, 20 Haziran 2012, s. 11)

Barzani memnun oladursun, bu gelişmelerin toplam mantığı, Irak Kürdistan Bölgesi’nin giderek Türkiye’nin yarı sömürgesi olması ile sonuçlanacak bir nitelik taşıyor. Irak Kürdistanı Türkiye için sadece siyasi ve askeri bakımdan önemli olmaktan çıkmış, ekonomik bakımdan da büyük önem kazanmaya başlamıştır. Türkiye finans kapitali, başta TSK’nın Oyak Holding’i olmak üzere bölgeye büyük yatırım yapıyor. En son Koç Grubu’nun Divan Oteller zinciri ilk yurtdışı otelini bölgede açtı (yoksa yurtdışı sayılmaz mı?). Müteahhit sermayesi bölgeye boylu boyunca girmiş durumda. Irak ihracat bakımından Türkiye için ABD, Fransa, İtalya gibi devlerin önüne geçti. 14 milyar dolara yakın ihracatın yapıldığı Almanya’nın ardından ikinci sırada 8 milyar doların üzerinde bir rakamla Irak geliyor. Bunun yaklaşık yüzde 75’i, yani 6 milyar doları Kürdistan Bölgesi’ne gidiyor! Erdoğan Türk lirasının Kuzey Irak’ın parası haline geldiğini söylüyor!

“Mecnun olmasa Leyla, Leyla olmazdı”!

Türkiye, ABD’nin desteği ile Kürt hareketini çeşitli şekillerde kıstırarak teslim almaya çalışıyor. Askeri alanda, Abdullah Gül’ün ABD’ye gidişinde açık biçimde dile getirilen, Predator insansız hava aracı satın alma çabasından profesyonel orduya geçişe kadar birçok faktör, Uludere’nin temsil ettiği Sri Lanka tipi çözüm girişimi ile birleştiğinde gelecek için ciddi bir tehdit anlamına geliyor. İdeolojik, askeri ve toplumsal bir ağırlık taşıyan ikinci koz, Hizbullah’tır. Liderlerinin salıverilmesi ile tekrar örgütlenen bu odak, PKK’ye karşı her an yeniden canlandırılabilir. Bütün bunlara rağmen Türkiye devleti bugüne kadar çok aramakla birlikte kendine Kürt kitlelerini etkileyecek ölçüde PKK’ye alternatif olabilecek bir önder bulamamıştı. Barzani ve Türkiye’de edineceği köprü başları şimdi bunu sağlıyor. KCK davası Kürt hareketinin kendisinin yasal politika alanında güçlü bir hareket olarak varolmasını engellemeyi hedefliyor. Böylece alternatif, PKK’ye karşı daha güçlü kılınacaktır.

Bülent Arınç’ın Leyla Zana’yı derhal desteklemesi hiç şaşırtıcı değildir. BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın ise Türkiye’deki Kürt halkının desteğinin her şeyden önemli olduğunu vurgulamak için kullandığı “Mecnun olmasa Leyla, Leyla olmazdı” ifadesi Kürt hareketinin durumu nasıl kavradığını gösteriyor. Şimdi Erdoğan’ın Zana ile görüşme niyeti de açıklandığına göre, gelişmeleri dikkatle izlemek gerekecek.

Bu bağlamda gerek Avni Özgürel’in Kandil’e gönderilmesi, gerek Arınç’ın Öcalan için sözünü ettiği “ev hapsi” Kürt hareketinin nabzını tutmak ve yavaşlatmak için atılmış taktik adımlar olarak görülmeli. Ama Kürt hareketi bu adımları belli ki doğru yönde ve yeterli görmüyor. Dağlıca baskını, bunun bir ifadesi sayılmalıdır.

Öte yandan, AKP yanlısı kalemlerin ağzında dört adımlık bir “çözüm planı” dolaşıyor: silah bırakma, Kürtçe’nin eğitim programına alınması, af, Öcalan’a ev hapsi. Şayet bu kadar berrak bir yol haritası ağız birliği etmiş gibi verilebiliyorsa, bu, görüşmelerin yürümekte olduğunu gösterir. PKK, BDP veya herhangi bir başka aktör bu sıralarda görüşme yapıyor olmadığına göre, görüşmeler İmralı ile sürdürülüyor olmalıdır.

Son haftalarda ortaya çıkan bu gelişmelerin gerçek anlamını kavrayabilmek için en iyisi Van’da (Wan) olan bitene bakmaktır. Van’ın ve beş ilçesinin belediye başkanları ve BDP yöneticileri KCK davası tutuklamalarının son kurbanı olmuştur. Amacı tekrarlayalım: BDP’yi silmek, yerine yeni bir Kürt önderliğini parlatmak. Burjuvazinin sözcüleri ne zaman “iyi şeyler olacak” havasına girse, Kürt halkı hüsran ile karşılaşıyor. Öyleyse, güvenmemek, didinmek, mücadele etmek, kazanmak gerekiyor.

 

Roboski’nin sorumlusuyla barıştınız mı, Leyla Zana?

Leyla Zana’ya önce Hürriyet gazetesinde bir röportaj ayarlandı. Bu röportaj Erdoğan’a dilekçe gibiydi. “Bu sorunu Erdoğan çözer” diyor, ondan randevu istiyordu. Randevu gecikmedi. Tayyip Erdoğan ile Leyla Zana, Barzani açılımından sorumlu başbakan yardımcısı Beşir Atalay’ın da katıldığı bir görüşmede bir araya geldiler. Bu görüşmede sadece Zana konuştu. Erdoğan ise dişe dokunur tek bir söz söyledi: “Biz barıştık ya, barış gelir.” Soruyoruz: peki siz Leyla Zana, Roboski’de 34 sınır emekçisinin katledilmesinin siyasi sorumlusu Tayyip Erdoğan’la barıştınız mı?

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Temmuz 2012 tarihli 33. sayısında yayınlanmıştır.