Kürt halkı açlığı değil özgürlüğü hak ediyor!

68 günlük açlık grevi geçtiğimiz hafta sonu sona erdi. Grevin “heval”lerimizin tekinin bile hayatına mal olmamış olması, elbette sevindirici. Bu açlık grevi ile ne kazanıldığı ise en çok Kürt hareketinin içinde mutlaka tartışılacak. Meseleyi bazılarının yaptığı gibi Kürt sorununun bütününe genelleştirerek ele almak, mesela hükümetin saldırgan politikasının iflas ettiği ya da KCK taarruzunun çöktüğü türünden şatafatlı sonuçlara varmak, aslında daha somut konuları tartışmaktan kaçınmak anlamına geliyor. Bunca yıllık mücadele sonrasında politika konusunda olgunlaşmış Kürt halkının böyle edebi söylevlerle oylanamayacağı açık. Türkiye işçi sınıfı ve halkının Kürt halkı ile dayanışma içinde olan kesimleri de açlık grevlerinin daha soğukkanlı bir değerlendirmesine kuşkusuz ihtiyaç duyacaktır.

Açlık grevinin kendi talepleri bakımından, meseleyi iki düzeyde ele almak gerekir. Birinci düzey kısa vadede elde edilmesi beklenebilecek taleplerle ilgilidir. Bu düzeyde iki talep söz konusuydu. Bunlardan biri, yani polis ve mahkemede ana dilinin kullanılabilmesi talebi, bir dizi çarpıklıkla meclise getirildi. Yasa tasarısı, Kürtlere genel bir haktan ziyade parası olan Kürtlere bir ayrıcalık getiriyor. Ayrıca bunu da ciddi şekilde kısıtlıyor. Ama sınırları ne olursa olsun, bu yasa tasarısı, hükümetin açlık grevcilerinin taleplerine kulak vermek zorunda kaldıklarının resmidir. Yani işe Kürt hareketinin açısından bakıldığında kazanım aşırı derecede kısıtlıdır. Ama hükümet açısından bakıldığında yelkenlerin suya indirilmek zorunda kalınmasıdır. Öteki kısa vadeli talepte bir ilerleme olup olmayacağını zaman gösterecek. Bu, Öcalan’ın avukatlarla görüştürülmesiydi. Hükümet, ana dilinde savunma alanında geri adıma atarken bu alanda aynı görüntünün ortaya çıkmasından kaçınmış olabilir. Avukatlarla görüşme bir süre sonra sessiz sedasız sağlanırsa, halkın bilincinde bunun açlık grevi karşısında teslimiyet olarak görülmesi engellenmiş olacaktır. Ulsaştırma Bakanlığı’nın İstanbul’dan Mudanya’ya yolladığı römorkör bu yolda hazırlık yapıldığını düşündürüyor. Ama bu alanda bir kazanım olup olmadığı henüz belirsizdir.

Açlık grevinin talepleri aynı zamanda uzun vadeli hedefler de içeriyordu. Bunlara birdenbire, salt bir açlık grevi aracılığıyla ulaşılabileceğini kimsenin düşünmüş olması mümkün değil. Öcalan’ın örneğin ev hapsine çıkarılması ve ana dilinde eğitim hakkının kazanılması, bu ve başka birçok eylemin birikimli sonucu olabilir ancak.

Kürt hareketini bölme gayretleri

Görünürde barış ve siyasi çözüm yanlısı olan ama esas amacı hükümetin pazarlıklarda elini güçlendirmek olan birçok unsur, en başta da Taraf gazetesinin birçok yazarı, açlık grevinin sonuçlanma biçimini, Kandil’i ve BDP’yi aşağılamak, Abdullah Öcalan’ı bu odaklara karşı oynamak amacıyla kullanmaya çalışıyor. Öcalan’ın Kürt hareketinin geri kalan bileşenlerine ciddi eleştirileri olabilir. Ama bir hareketin on iki yıldır tutsak konumunda olan önderini hareketin kendisine ve yasal Kürt siyasetine karşı oynayama kalkışmak, olsa olsa tek bir anlam taşır: savaşı bitirirken Kürt halkına haklarını teslim etmemeye gayret ya da Kürtleri mümkün olduğu kadar az hakka razı edecek bir formülün peşinde koşmak. Hergele pazarı tüccarlarından bile aşağılık olan bu tavır, aynı zamanda da kendine dünyanın en “demokrat” insanı süsünü vermeye çalışanlardan geliyor. Bu insanlar, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” 20. yüzyıl başında insanlığın büyük kazanımları arasına yerleştiğinden bu yana, demokratlığın en önde gelen kriterlerinden birinin her halka ötekilerle eşit haklar tanımak olduğunu bilmiyor olabilirler. Kürt halkı onlara bunu burunlarını sürte sürte öğretecektir!

Başka bütün yanları bir kenara bırakıldığında bile, açlık grevi Kürt halkının aynı taleplerin çevresinde nasıl fedakârca, hatta kahramanca kenetlenebileceğini bir kez daha ortaya koymuştur. Artık haklarının bilincine varmış olan bu halkı bölmek çapsız kalemşorların haddine düşmemiş!

Erdoğan’ın ipiyle kuyuya inilmez!

Devletin resmi dilinde ve Türk şovenistlerinin mezarlıkta ıslık çalarken tutturdukları havada hâlâ “terörist başı” olarak nitelediği Abdullah Öcalan, bu açlık grevinin sona ermesinde oynadığı rol ile birlikte, hem büyük halk kitlelerine, hem de Kürt sorunu konusunda etkiye sahip olabilecek uluslararası aktörlere, bu sorunun esas muhatabının kendisi olduğunu kanıtlamıştır. Toplumu gergin bir çekişmenin içine sokmuş olan açlık grevini on iki yıldır bir ada hapishanesinde bulunan, son bir buçuk yıldır dış dünyayla teması neredeyse kesilmiş bulunan bir tutsağın bıçakla keser gibi sonlandırabilmesi, onun sözünün binlerce Kürt kadrosunca derhal uyulması gereken bir komut olarak duyulması, pratikte Kürt sorununun siyasi olarak çözüme kavuşturulmasında Öcalan’ın bir yerinin olması gerektiğini tartışmasız biçimde ortaya koymuştur. Bu zaten biliniyordu. Şimdi Türk halkı içinde PKK’ye ve Öcalan’a düşman duygularla yanaşanlar da bunu öğrenmiş bulunuyor. Öcalan’ın bundan sonra Türkiye politikasındaki konumu eskisinden çok farklı olacaktır. Devlet Öcalan’ı zaten muhatap olarak bellemişti. Şimdi halk da gözünü Öcalan’a çevirecektir.

Açlık grevi sırasında bir cellat misali elinde sanki bir iple dolaşan Tayyip Erdoğan, o ipin ne kadar çürük olduğunu artık görmüş olmalıdır!

Kürt halkının bütün kazanımlarını savunalım!

Açlık grevi, umulur ki henüz görünmeyen birtakım olumlu sonuçlara yol açsın. Ama devletin açlık grevinin bitirilmesi konusundaki pazarlıklarda neler talep ettiğini, ne gibi koşullar öne sürdüğünü henüz bilmiyoruz. Devletin, Kürt halkının bazı taleplerine taviz verme karşılığında, bazı başka haklarından vazgeçmesini talep ediyor olması ihtimali yüksektir.

Devletin düşman olduğu Kürt kazanımları arasında Suriye’nin kuzeyinde (Rojava) kurulmuş olan özerk yönetim büyük bir önem taşıyor. Günlerdir Ceylanpınar’ın karşısına düşen, Arapça adıyla Resulayn, Kürtçe adıyla Serêkaniyê’de yaşanan çarpışmaların, Türkiye devletinin Rojava’nın üzerine saldığı silahlı çetelerin işi olduğu, saldırganların Türkçe konuştuğu, Özgür Suriye Ordusu’nun bu güçlerin kendi denetiminde olmadığı yolunda açıklamalar yaptığı göz önüne alınırsa, Türkiye’nin bu konuda ne kadar telaş içinde olduğu anlaşılır. Bu durumda, Rojava’nın altı kentinin savunulması Kürt halkının özgürlüğünü savunan herkesin görevidir.