Kıbrıs dosyası 5: DİP Bildirisi: 40 yıl yeter! Kıbrıs Kıbrıslılarındır!

40 yıl yeter! Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri işgaline derhal son verin!

Britanya’nın askeri üsleri kapatılsın!

Kıbrıslı Rumlar ve Türkler, birleşin ve mücadele edin!

Hedef birleşik sosyalist bir Kıbrıs!

AB Kıbrıs’tan defol! Hedef Avrupa Sosyalist Birleşik Devletleri!

Yalnızca sekiz gün sürmüş bir darbeye karşı 40 yıldır süren askeri işgal! Bu 20 Temmuz, 1960’ta kurulan ve Rum ve Türk Kıbrıslıların birlikte yaşadığı bağımsız ve birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yürütülen “Atilla Operasyonu”nun 40. yıldönümü. Türkiye sivil halk içinde korku yaratmayı amaçlayan katliamları da içeren bir etnik arındırma operasyonu başlatarak, işgale kadar adanın kuzey tarafında yaşayan Rum Kıbrıslı nüfusu Güney’e sürerken, adanın diğer tarafında yaşayan Türk Kıbrıslılar Kuzey’de toplandı. Bu, adayı fiilen ikiye böldü.

İşgal için bulunan mazeret, Yunanistan’da 1967’den beri iktidarda olan, ama 17 Kasım 1973’te başlayarak tarihe Politeknik ayaklanması olarak geçen olaylar ile gerilemeye başlayan “Albaylar cuntası” tarafından gerçekleştirilen darbeydi. Cunta yönetiminin Kıbrıs üzerinde oynadığı kumar bardağı taşıran son damla oldu ve darbeden kısa bir sonra Albaylar cuntası devrildi. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin seçilmiş lideri olan Başpiskopos Makarios’u deviren darbe de ancak günlerle ifade edilebilecek bir zaman için varlığını sürdürdü. Buna karşın, Türkiye’nin askeri işgali ve adanın fiili bölünmüşlüğü 40 yıldır sürüyor!

1980’de Türkiye’de yönetime el koyan cuntanın 1983’te kurduğu bir kukla devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile adadaki bölünmüşlük kesin bir hal aldı. Silahlı güçleri Türk ordusunun komutasında olan; politik hayatı, özellikle kriz dönemlerinde açık bir biçimde Türk büyükelçisi tarafından belirlenen; Kıbrıslı Türk topluluğunun kendisine el açmak zorunda kalması için ekonomisi Türk devleti tarafından mahvedilen; ve ayrıca kuruluşundan bugüne geçen otuz yılı aşkın süre boyunca diplomatik olarak sadece Türkiye tarafından tanınan bu devlet yalnızca görünüş itibariyle bir devlettir. KKTC açık bir biçimde Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Avrupa’da kendi ekonomik, diplomatik ve askeri çıkarları için Türkiye’nin istediği şekilde idare ettiği bir sömürgedir.

29-30 Mart 2014 tarihinde Atina’da 16 ülkeden 21 devrimci örgütü ve bağımsız militanları bir araya getiren 2. Avrupa-Akdeniz Konferansı oy birliğiyle örgütlerimize Kıbrıs sorunuyla ilgili bir deklarasyon yayınlama görevini verme kararı almıştı. Adanın kuzeyinin Türk ordusu tarafından işgalinin 40. yıldönümünü devrimci enternasyonalistlerin bu sorun üzerine görüşlerini açıklamak için bir fırsat olarak görüyoruz.

Açık ve ikirciksiz olarak bu işgalin sonlandırılmasını, askerlerin derhal çekilmesini talep ediyoruz. Bununla birlikte, ne kadar nefret uyandırıcı olursa olsun, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgali ne tek problemdir ne de sorunun özüdür. Sorunun özü başka yerde, ABD emperyalizminin arkasında durduğu Britanya emperyalizminin Kıbrıs’taki yüz yıla yakın (1878-1960) sömürge yönetiminin gerçek ganimetlerini, Ağrotur ve Dikelya’daki askeri üslerini, entrikalar çevirerek elinde tutmaya çalışmasında yatmaktadır. Britanya emperyalizmi o son derecede usta olduğu böl ve yönet politikalarına başvurarak Türkleri Rumlara karşı manipüle etmeyi ve kışkırtmayı becermiş olmasından dolayı, Kıbrıs, yarım yüzyıldır ulusal sorunun yakıcı bir biçimde varlığını sürdürdüğü bir yer oldu. Britanya emperyalizmi 1940’lı ve 50’li yıllardan beri Kıbrıs halkını bölerek adadaki askeri üslerini korudu ve adayı o çok meşhur “yüzen uçak gemisi”ne dönüştürdü.

Adadaki üslerin önemi Britanya Savunma Bakanı Philip Hammond tarafından güçlü bir biçimde 2011 Aralık ayında yeniden vurgulandı. Reuters’in bakanın ifadelerini aktarımı kelimesi kelimesine şu şekilde:

 

Avam Kamarası’nda konuşurken, Hammond Stratejik Savunma ve Güvenlik’e ilişkin yeniden bir gözden geçirmenin parçası olarak Kıbrıs’taki Britanya Egemenliğindeki Üs Bölgeleri üzerine bir çalışmanın tamamlandığını söyledi. Savunma Bakanı “Hükümet çalışmanın önerilerini kabul etti ve Kıbrıs’taki Britanya Egemenliğindeki Üs Bölgeleri’ni korumaya yönelik taahhütlerini yineledi” derken, “Birleşik Krallığın uzun vadeli ulusal güvenlik çıkarları açısından üslerin bulunduğu bölgenin jeopolitik olarak önemli ve yüksek bir önceliğe sahip olduğunu” sözlerine ekledi. Hammond üs bölgesinin şartlara uyum sağlayabilen ve kapasitesi yüksek bir destek birimi olduğunun ve böyle olduğunu defalarca kanıtladığının altını çizdi. Buna ilişkin örnekler verirken, Libya operasyonuna katılan Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin adada konuşlanışına, Kıbrıs’ta bulunan askeri personelin Afganistan’a yollanmasına ve Afganistan’da yürütülen operasyonlarda üslerin lojistik destek merkezi olarak oynadığı kilit role göndermede bulundu (vurgular bize ait).

 

İşte “Kıbrıs sorunu”! Emperyalizm tarafından yaratılan ve iki devletin, Yunanistan ve Türkiye’nin, Kıbrıs halkını bölmeye yönelik dış politikalarının daha da derinleştirdiği bir sorun. Britanya, Türkiye ve Yunanistan ironik bir biçimde Kıbrıs Cumhuriyeti’nde barışın ve istikrarın “garantörler”i iken, gerçekte sorunun kaynağıdırlar!

Bu nedenle çözümün beklenebileceği yer en başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve müttefikleri olmak üzere haydutlar tarafından kontrol edilen Birleşmiş Milletler (BM) değildir. On yıl önceki Annan Planı çözüm olmadığı gibi BM öncülüğünde yürütülen şu anki müzakereler de bir çözüm sağlamayacaktır. Son müzakereler esas itibariyle iki yeni gelişmenin ürünüdür. Bir yanda AB ile Rus oligarklar arasında Güney Kıbrıs üzerine rekabeti keskin bir hale getiren Mart 2013’te Kıbrıs Cumhuriyeti’ni vuran finansal ve ekonomik kriz. İki taraf arasındaki rekabet açık bir mücadele halini almıştır. Şu anki müzakereler ihtilafı AB-ABD-NATO bloğu lehine çözmeyi hedeflemektedir. Diğer yanda, hem büyük bir enerji ithalatçısı hem de enerji kaynaklarının aktarımında bir transit ülke olan Türkiye’nin iştihasını kabartan Güney Kıbrıs açıklarında keşfedilen doğal gaz kaynakları. Keşfedilen gazın deniz altından geçen bir boru hattıyla Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya aktarılması bu yeni bulunmuş kaynağı kullanmanın en düşük maliyetli yoludur. Buna İsrail açıklarında keşfedilen doğal gaz kaynakları da eklenmelidir. Hali hazırda Kürdistan Bölgesel Yönetimi altındaki bölgenin piyasasında çok aktif olan Türk enerji şirketleri bu iki keşfin vaat ettiği ekonomik nimetlere gözlerini dikmiştir. Hatta bu şirketlerden birisi (Turcas) gazın Türkiye’ye aktarımı için yapılacak yatırım ile ilgili olarak İsrail ile görüşmelere başlamış durumdadır. ABD vatandaşı olan Matthew Bryza bu şirketin yönetim kurulunda yer almaktadır; ne tesadüf ki bu kişi ABD’nin Avrupa ve Asya’dan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcılığı yapmış biridir! Yani aslında müzakereler BM aracılığıyla Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasında yürütülen diplomatik resmi temaslardan ziyade başka yerlerde sürdürülmektedir. Hem başkan yardımcısı Joseph Biden dahil ABD’den, hem de AB’den yüksek düzeyde temsilciler adayı yakın bir zamanda ziyaret etmiştir. Kıbrıs görüşmeleri üzerinde İsrail’in Gazze’ye yönelik barbarca saldırısı da muhtemelen yankısını bulacaktır. Bu saldırının İsrail ile Türkiye arasında ilişkide bir süredir devam eden normalleşme sürecini, Erdoğan süreci sonlandırma tehdidinde bulunmaya başlamışken, geri çevirip çevirmeyeceğini göreceğiz. Ancak sonuç ne olursa olsun, şurası çok açık ki şu anda devam eden temaslar ihtilaf içinde olan iki halkın anlaşmaya varma çabasından ziyade bir iş görüşmesi gibidir!   

Diğer yandan Kıbrıs solunun geniş kesimlerinin bağladığı tüm ümitlere rağmen Avrupa Birliği (AB) de adanın emekçilerine kalıcı bir çözüm sunamaz. AB adadaki üslerden yararlanmaktadır. Libya’daki savaş öncelikle AB’nin savaşıydı! Ve Britanya üsleri savaşta yoğun olarak kullanıldı! Yani Kıbrıs emperyalizm için Arap halklarına karşı yürüttüğü şiddetli saldırıda kullandığı bir köprübaşıdır. Ve gelecekte benzeri operasyonların düzenlenmesi sonucunda Rum ve Türk Kıbrıslılar misilleme tehdidi altında olacaklardır. Her kim Kıbrıs sorununun çözülmesini istiyorsa şunun farkında olmalıdır; Kıbrıs halkını, kendisinin neden olmadığı savaşlardan korumanın tek yolu Britanya üslerinin adadan def edilmesidir!   

AB yalnızca çözüm olmamakla kalmaz, Kıbrıs’taki emekçiler ve yoksullar açısından aslında sorunun bir parçasıdır. Daha geçen Mart ayında, Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan, kötü şöhretli Troyka adanın içinden geçtiği banka krizinin bedelini Kıbrıslı emekçilerin sırtına kısmen yüklemek için ekonomik haklara karşı bir saldırı girişiminde bulundu. Kıbrıslı emekçiler bu saldırıya öylesine güçlü bir şekilde cevap verdiler ki, plan kısmen geri çekilmek zorunda kaldı. Buna rağmen AB, daha önce aynı Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda ve İtalya’da yaptığı gibi, işçi sınıfının en küçük kazanımlarını dahi kemiren bir sosyal yamyamlığın temsilcisi olarak hareket etmeye devam ediyor.  

Hayır, Kıbrıs sorununun çözümü en başta Kıbrıslı Rum ve Türklerin elindedir. Bu ada tarihsel olarak kuvvetli sendikal örgütlere ve işçi sınıfı içinde bir sol geleneğe ve kültüre sahiptir. Rum ve Türk Kıbrıslıların, çektikleri tüm sıkıntıların sorumlusunun, ister emperyalist ABD, Britanya ve AB, ister Yunanistan ve Türkiye gibi çevre ülkeler olsun, burjuva devletleri olduğunun farkına varmasının tam zamanıdır. Tam da bu emperyalist devletler Avrupa burjuvazisinin, “rekabet gücü”nün ve “ekonomi”nin çıkarları adına ücretleri düşürerek, işlerini elinden alarak ve onları sosyal hizmetlerden mahrum bırakarak, işçilerin ve emeklilerin elinde avucunda ne varsa talan ediyor!

Bu adada emperyalist kapitalizm halkları boğazlaşmaları için birbirine karşı kışkırttı ve hala kışkırtmaya devam ediyor. İşçi sınıfının ve gençlerin birbirlerine karşı değil kapitalist haydutlara karşı savaşması için uluslararası cepheyi yaratalım! Rum ve Türkler arasında krizin bedelini işçilere ve yoksullara değil kapitalistlere ödeten örnek olacak bir birleşik cephe yaratalım! Krizin bedelini ödemeye zorlanan yalnızca Rumların yaşadığı Güney Kıbrıs’ın işçileri değildir. Adanın Türk tarafındaki Lefkoşa’da belediye işçilerinin bir yıl önce verdikleri kahramanca mücadele zaman zaman çatışma biçimini aldı. Yalnızca iki yıl önce işçi sınıfının devasa kitlesel hareketi KKTC’nin egemenlerini şaşkına çevirdi. Kapitalizmin krizi Kıbrıs işçi sınıfını nesnel olarak birleştiriyor. Bu tarihsel meydan okumayı daha da yükseltelim! Kuzey ve Güney’in işçi sınıflarının birleşik cephesini inşa ederek hareketin ihtiyaçlarına cevap verecek iradeyi ortaya koyalım!

Kıbrıslı Rum ve Türklerin müttefikleri “garantörler” değildir! Son dönemde halk devrimleri ve isyanlarıyla sarsılan, hem Avrupa’yı hem de Arap dünyasını içine alan, Akdeniz havzasındaki diğer ülkelerin işçileri ve emekçileridir. Kıbrıslı işçileri karşı karşıya oldukları zorlu meseleye el atmaya ve ülkenin boğuştuğu sorunları kendi bağımsız politikası ile çözmeye çağırıyoruz.

Kıbrıs halkına AB’den hayır gelmez. Can çekişen emperyalist AB’yi alaşağı ederek ve yerine Avrupa Birleşik Sosyalist Devletlerini kurarak, Avrupa’nın başka yerlerinde de olması gerektiği gibi, Kıbrıs halkı da Eski Kıta’nın halklarını bir araya getirecek başka bir birliği yaratmak için mücadele etmelidir.

Kıbrıs’ın tüm milliyetlerden işçileri! Birleşin ve mücadele edin! Kaybedecek bir şeyiniz yok ama kazanılacak birleşik bir ülke ve çocuklarınız için yaşanabilir bir gelecek var!

2. Avrupa-Akdeniz Konferansı adına:

DİP (Devrimci İşçi Partisi), Türkiye

EEK (Devrimci İşçi Partisi), Yunanistan

Neos Anthropos-Yeni İnsan Kolektifi (Kıbrıs)

20 Temmuz 2014