Dersim Katliamı: Ağlayacak ana kalmamıştı!

Sadece hıçkırıklar, ne bağırtı ne çağırtı... Gözyaşlarını bile içine akıtıyor meşe ağacının dibine gizlenmiş çocuk. Her yer korku, her yer karanlık...

Sadece hıçkırıklar, ne bağırtı ne çağırtı... Gözyaşlarını bile içine akıtıyor meşe ağacının dibine gizlenmiş çocuk. Her yer korku, her yer karanlık... Titriyor yazın ortasında, insan eline geçmiş bir serçe gibi. Kulaklarını tıkıyor, makineli tüfek sesleri gitmiyor kulaklarından, feryatlar, acı acı çığlıklar. Babasının elini hissediyor kulaklarını tıkadığı ellerinde, sonra da kanlar içindeki cesedi geliyor gözlerinin önüne, sonra annesi, ablaları, ağabeyleri, amcaları, dayıları ve hepsi ve herkes... Hepsi üst üste, tıpkı kış öncesi kapı önlerine yığdıkları ağaçlar misali ve en altta kendisi, kan damlıyor alnına, sıcak, kırmızı... En sevdiği keçiyi Xizir(Hızır) ayında kurban etmişlerdi ve alnına sürmüşlerdi kanı zorla, çok ağlamıştı çok! Ama bu kez ağlayamıyordu bile, ölüm korkusu her yerdeydi. Karanlık basınca güç bela cesetlerin altından kalkışı geliyordu gözlerinin önüne, usulca kaçışı, her adımda arkasına bakışı, gözyaşlarının akışı hepsi "Xatir bé sima(Elveda)" der gibiydi...

Yıl 1938'di, mevsim yaz, yer Dersim... Bu manzara neredeyse her köyünde yaşandı o acılar toprağının. Sadece bu mu? Süngü uçlarında can veren bebekler, saklandıkları mağaralarda veya evlerde ateşe verilen kadınlar, yaşlılar, tecavüze uğramamak için kendini uçurumlardan Munzur'un serin sularına salan genç kızlar, ağır makinelinin her mermisinde yüz bin defa can veren gencecik bedenler...

Ve o çocuk hâlâ orda o meşe ağacının dibinde, hıçkırarak ağlıyor, tarihe insanlığın gözleri ile bakabilen herkes Dersim'deki her meşe ağacının dibinde görüyor o çocuğu ve Dersimliler her anlarında o acı günleri hatırlıyorlar, hangi yaşlının dizinin dibine çökseniz milat 1938'dir. Her şey ona göre anlatılır. Durmaksızın anlatılır, unutulmamacasına, anne-babalardan çocuklara, torunlara, torunların çocuklarına... Dersimliler en eğlenceli günleri olan düğünlerindeki halaylara bile 1938 Dersim katliamını anlatan ağıtlarla başlar, dizler kırılır, yere çökülür, neredeyse gözyaşı dökülür, tıpkı Dersim 38 gibi... Ama sonra ayaklar üstüne de kalkılır, dimdik de durulur, tıpkı direnen halklar gibi...

Peki nedendi bunca yaşanan? Bir nedeni olabilir mi bu vahşetin demek en doğrusu belki de! Ama gelişmeleri kısaca özetlemek gerekirse, Cumhuriyet ilan edilmiş, kapitalizme yönelmiş bir ulus devlet kurulmuştu. Bir yandan sermaye sınıfı, bir yandan da Türk ulusu oluşturuluyordu ve Kürtler için iki seçenek doğuyordu: ya dayatılan yeni Türk kimliğini kabul edecekler ve öğrenmek için Batıya sürülecekler ya da bir şekilde yok olacaklardı. Üçüncü bir alternatif olarak isyanlar duruyordu. Nitekim bu dönemde 28 isyan yaşanmıştı. Sıra en son Dersim'e gelmişti. Yıllarca Cumhurbaşkanı, Başbakanlar ve Genelkurmay Başkanları Dersim'i izlemiş, raporlar hazırlatmışlardı. Hepsinin ortak söylemi "Dersim bir çıbandır, koparılmalıdır!" şeklindeydi. Nitekim 1935'te çıkarılan Tunceli Kanunu ile Dersim ismi Tunceli'ye çevrilmiş, ile olağan üstü yetkilerle donatılmış bir vali atanmış, herkes devlete bir adet silah teslim etmeye zorlanmış, ileri gelenler sürgün listelerine alınmış, Kürtçe ve Kürtlere ve Aleviliğe ilişkin her şey yasaklanmıştı. Bu duruma 1937 yılının 21 Mart'ında bir isyanla cevap verilmiş, ancak isyan toplamda 4 aşiretin katıldığı sınırlı bir hareket olmuştur. Nitekim bu aşiretlerin de tümü direnişte yer almamıştır. Geri kalan onlarca aşiret tarafsız kalmış, küçük bir kısmı ise devleti desteklemiştir. İsyan bu aşiret mensuplarının yaş veya "suçlu-suçsuz" ayrımı gözetmeksizin neredeyse tümünün imhası ile sonlandırılmıştır. Ama her şey bitmemiştir, onlarca aşiretin henüz kılına dokunulmamıştır. Oysa onlara da unutamayacakları bir ders verme peşinde koşmaktaydı iktidar ve öyle de yaptı. 1938 yılında, o dönemlerde eşi Avrupa'da Yahudilere yapılan toplu kıyımlarda görülen bir katliam yapıldı. Dersim'in yarısı vahşice öldürülürken geri kalan yarısı da sürgünle cezalandırıldı. Sadece belli başlı bazı köyler bu sürgünden muaf tutuldu. Bölgedeki karakolların ve görevlilerin ihtiyaçlarını karşılayacak, geri döneceklere örnek gösterilecek birilerinin kalması gerekiyordu.

Kasım ayı, 1937 yılında Dersim isyanının önderlerinden Seyit Rıza'nın ve küçük oğlu dâhil 6 Dersim ileri geleninin idam edildiği aydır. Bu sebeple Dersim isyanının önderleri ve Dersim katliamının tüm kurbanları özel olarak da anılır. Biz de bu yazı vesilesi ile ölümsüzleşmiş tüm Dersimlileri saygılı ile anıyoruz.

Fakat bu kez sadece kasım ayı hatırlatmadı Dersim'de yaşananları, aynı zamanda CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen de hatırlattı. Onur Öymen mecliste "demokratik açılım" gündeminde söz aldı ve "Dersim'de analar ağlamasın denildi mi?" diye sordu. Cevap belli: denilmedi! Hatta ağlayacak ana bile kalmadı, o kadar çok insan öldürüldü ki... Peki, Öymen bu soruyu cevap almak için mi sormuştu? Hayır! O, 1938 yılında Dersim Kürtlerine yaşatılan o büyük katliamın, şimdi de tüm Kürtlere yaşatılması gerektiğini, sorunların ancak bu şekilde çözülebileceğini düşünüyor. Bunu ilan etmekten çekinmiyor! Onur Öymen sıradan bir CHP'li değil. O bir CHP Genel Başkan Yardımcısı, yani başkanın yarısı. Üstüne üstlük o gün sırf Onur Öymen olarak konuşmuyordu, CHP'yi temsilen Kürt sorununa ilişkin görüşlerini açıklıyordu. Zaten o sözlerden sonra genel olarak CHP, özel olarak da CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Öymen'i sahiplendi. Biraz da onların mantığı ile baktığımızda "her doğru her yerde söylenmez" anlayışı ile olayı kapama telaşına düştüler. İlk başta konuşmayı alkışlayan CHP Grup Başkanvekili Tuncelili Kemal Kılıçdaroğlu ve daha sonra, İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin ise duruma muhalif görünmekte, açıkça olmasa da Öymen'i susmaya çağırmaktalar.

Dersim Kürt olduğu kadar Alevi'dir de. Dersim katliamında Dersim'deki tüm Alevi dergâhları ve ocakları yakılıp yıkılmış, Alevilik yasaklanmış, kutsal sayılan yerler aşağılanmış, Alevi din adamları halkın önünde önce çeşitli hakaretlere uğramış, ardından da ilk olarak onlar öldürülmüştür. Bu nedenle Öymen'in açıklamalarına ilk tepkiler Alevi örgütlerinden geldi. Buna, öncelikle Kürt kurumlarını, yöre derneklerini ve solu da eklemek gerekmektedir. Hatta hatta Başbakan Erdoğan da açıklamalarında açıkça "Dersim katliamı" demiş, özel olarak Öymen'i, genel olarak CHP'yi bu anlayıştan dolayı eleştirmiştir. Her ne kadar 1938 yılında İslamcılar rejime muhalifliklerinden dolayı bu katliama mesafeli yaklaşmışsa ve savunmamışsa da, iktidara geldiklerinde bu ırkçı politikaları uygulamaya devam etmişlerdir. Sözgelimi daha iki yıl önce Başbakan Tayyip Erdoğan değil miydi Diyarbakır'da öldürülen çocuklar hatırlatıldığında "Çocuk da olsa kadın da olsa gereği yapılır" diyen? O önce kendi günahlarını temizlemelidir!

Soldan gelen tepkilerde dikkat çeken noktalardan biri  "Nasıl olur da bir sol partide böyle açıklamalar yapılabilir?" şeklinde olanıdır. Bu bakış açısı ciddi bir biçimde eleştirilmelidir. Çünkü CHP'yi aklayıcı bir mantığı teşkil etmektedir. CHP bu ülkede burjuva devrimini tamamlayan ve kapitalist bir devletin kurulmasını sağlayan partidir. Bu yönüyle her zaman sermayenin hizmetinde bir parti olmuştur. Sendikaları yasaklamış, sermaye sınıfını oluşturmak için devlet kaynaklarını kullanmıştır. Bunu gerçekleştirirken tek bir Türk ulusu yaratma amacını da uygulamaya koymuş bir partidir CHP. Bu nedenle ırkçılık her zaman CHP'nin harcında olmuştur. Tam iktidarını sağladıktan sonra Kürtleri ve diğer kimlikleri yok saymış, herkese Avrupa taklidi bir Türk kültürü dayatmıştır. Kürtçeyi yasaklamış, bununla da yetinmeyip Kürtleri Türkleştirmek amacı ile büyük kitleler halinde Batıya sürmüştür. Buna tepki gösteren Kürtleri Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim isyanlarında ortadan kaldırmıştır. Fakat bu işlem biter bitmez sıra hemen aynı isyan bölgelerinde tepki göstermeyen Kürtlere de gelmiştir. Onlar da çoluk çocuk demeden diğerlerine göre daha vahşice katledilmiş, katledilemeyenler ise Batıya sürülmüştür. Aleviler de aynı dönemde tüm dini haklarından yoksun bırakılmış, yasaklanmışlardır. Peki, CHP nasıl olup da sol görünmüştür? Bu tamamen bir hileden ibarettir.

1960'lı yıllardan itibaren işçi hareketi Türkiye'de yükselişte olmuştur, buna paralel olarak sosyalist ve devrimci örgütler güç kazanmıştır. Tam da bu noktada CHP yükselen işçi hareketini dizginlemek ve burjuva sınırlara hapsetmek için bu yıllardan itibaren bazı sol sayılabilecek söylemleri kullanmıştır. 1980 darbesinde işçi hareketi ve sol ezilince de özüne dönmüştür. Ama yine de kendilerine helal olsun, belli bir dönemde taktıkları sol maske ile tüm solu etkileyebilmişler ki, bugün dahi CHP'li belediyeler işçi attığında, CHP Alevilere yüz çevirdiğinde veya Kürtlere karşı ırkçı söylemler kullandığında hâlâ şaşırılabiliyor...

Bugün yapılması gereken CHP'nin bu meşhur özelliklerini teşhir etmenin yanında, halklara karşı işlenen tüm suçları açığa çıkarmak, bu suçların sorumlularını yargılamaktır. Onların bir kısmı bugün yaşamıyor olsa dahi, yaptıklarının suç olduğunun ilanı, bu suçların kurbanlarının yüreklerini ferahlatacaktır. Belki de daha da önemlisi Onur Öymen gibi ırkçıların, o suçları övmesini engelleyecek, bunu yaptıkları takdirde yargılanmalarını ve cezalandırılmalarını sağlayacaktır. Halklar arasında oluşabilecek kin ve düşmanlığın engellenmesinin en temel yollarından biri budur. Haliyle bugün Onur Öymen suçu övmekten yargılanmalıdır.

Tüm bunlar gerçekleştirildikten sonradır ki Kürtlerin istedikleri gibi yaşama olanağı tanınmalıdır. Bu topraklarda acının dinmesinin yolu buradan geçmektedir. İşte belki de o gün Dersim'de karanlık gecede her bir meşenin altında ağlayan çocukların gözyaşları dinecektir.