8 yıl bitti! Hrant Dink davası’nda müsamereler ve hesaplar bitmedi!

Ahbariğimiz, canımız Hrant’ın katledilmesi üzerinden dile kolay tam 8 yıl geçti! Biz cinayetin devlet, istihbarat güçleri, askeri ve sivil bürokrasi, faşist partiler, yapılar ve onların sivil uzantılarının elbirliğiyle bir “milli mutabakat” cinayeti olduğunu başından beri söylüyoruz. Ancak kamuoyu, en baştan beri, sermaye devleti ve onun başta medya olmak üzere bütün iletişim kanallarıyla işi bir grup gencin “milliyetçi” hislerle işlemiş olduğuna ilişkin kuru bir senaryoyla kandırılmaya çalışılıyor. Ancak bu tetikçilerin bağlantıları ve arkalarındaki güçler, yargılama sürecinde ortaya dökülen konuşmalarla, yazışmalarla artık o kadar sırıttı ki, şimdi senaryoyu biraz inandırıcı kılma için bazı görevlilere “dokunulmaya” başlandı. Yani artık “mızrak çuvala sığmıyor!”

Hatırlatmak gerekirse, Özel Yetkili İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 17 Ocak 2012 tarihinde verdiği kararda, olayı adli bir cinayet olarak değerlendirmiş, bütün sanıkların “silahlı terör örgütü üyeliği” suçundan beraatine hükmetmişti. Ancak Yargıtay 9. Ceza Dairesi, örgüt yönünden verilen beraat kararını bozmuş, “suç işlemek amacıyla oluşturulan örgüt üyesi” oldukları gerekçesiyle yargılanmaları kararı vermişti. Davanın yeniden görülmesine 17 Eylül 2013 tarihinde başlandı. Son birkaç haftada ise, Hrant’ın ölüm yıldönümünde ve soykırımın 100. yıldönümü yaklaşırken bu konuya ilişkin hassasiyetin tekrar yükseleceğini ve davanın yeniden gündeme geleceğini çok iyi bilen iktidar yargısı manidar ve kabul etmek gerekir ki “akıllı” bir zamanlama ile üç polis hakkında ( “görevi ihmal” yönünden) yakalama kararı çıkarttı. O dönem Trabzon Emniyet Müdürlüğü'nde komiser olan Özkan Mumcu ile polis memuru Muhittin Zenit geçtiğimiz günlerde tutuklandı. Yine dönemin Trabzon istihbarat şube müdürü olan ve hâlihazırda Cizre emniyet müdürü olan (son günlerde Cizre’de işlenmiş olan bilhassa çocuk katliamlarının sorumlusu) Ercan Demir hakkında da yakalama kararı çıkarıldı.

İktidarın bu yeni senaryosunun arka planında aynı zamanda AİHM’in Dink ailesinin başvurusu üzerine 2010 yılında “kamu görevlilerinin açık olan sorumluluklarına dair gerekli etkin soruşturma ve yargılanmanın yapılmadığı, bu kişilerin tekrar soruşturulup, yargılanması yönünde gereğinin yapılması” konusunda Türkiye yargı makamlarının sorumlu olduğuna kararı bulunuyor. Bu kararı yıllarca uygulamaya sokmayan Adalet Bakanlığı’nın yıllar sonra birden bire(!) geçtiğimiz Eylül (2013) ayında karar verdiği soruşturma kapsamında dönemin İstanbul emniyet müdürü Celalettin Cerrah, vali yardımcısı Ergün Güngör ve  istihbarat şube müdürleri Ahmet İlhan Güler ve Ali Fuat Yılmazer, Trabzon istihbarat şube müdürü Ramazan Akyürek ve yine dönemin İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun ve polis memuru Bahadır Tekin’in de aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin ifadesi "şüpheli" sıfatıyla alınmıştı.

Şimdi cumhurbaşkanının, başbakanın ve diğer iktidar sözcülerinin “yargılamayı derinleştiriyoruz, suçluların üzerine gidiyoruz” masallarıyla ortaya sürdüğü bu berbat senaryonun arkasındaki hesaplardan biri de meşhur “paralel” savaşları!Zira yukarıdaki isimlerden İstanbul İstihbarat şube müdürleri Ahmet İlhan Güler, Ali Fuat Yılmazer ve dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek “paralel” yapının üyesi olmakla suçlanıyorlar. Yani Dink cinayeti “paralel savaşının” bir cephe malzemesi olarak kullanılıyor! Erdoğan, Davutoğlu ve (ne acı ki!) onun danışmanı Etyen Mahçupyan ve şürekâsı ile saray medyası günlerdir “Dink cinayeti paralel yapının işi” diye bangır bangır bağırıyorlar. Peki, şimdi sormazlar mı 5 yıl boyunca tek kelime ifadesini bile almadığınız bu kişileri şimdi mi fark ettiniz? Bir de Veli Küçük’lere, Kemal Kerinçsiz’lere, yukarıdaki TSK-MİT görevlilerine ne oldu? Ergenekoncularla mutabakatınızda ilk sıralarda Dink cinayeti de mi vardı? Umarız bu son utanç verici oyunlar bu sistemden hâlâ “Adalet” bekleyenlerin gözünü artık açar! Bu müsamerenin de sonu bellidir. İktidar küçük birkaç düzeltme ile bu yeni yargılama sürecini de kapatacaktır. Asıl hesabı ise işçi sınıfının, soykırımlara, katliamlara uğrayan halkların gerçek temsilcileri soracaktır.