Türkiye Komünist Fırkası’nın 100. yıldönümü (2): Beş devrimin çocuğu

Türkiye Komünist Fırkası

Türkiye işçi sınıfının siyasi bağımsızlığı ve dünya işçi sınıfıyla kucaklaşması yolunda dev bir adım olan Türkiye Komünist Fırkası’nın (TKF) kuruluşu, dünyada ve Türkiye’de büyük emekçi halk kitlelerinin ve ezilen ulusların devrimci biçimde ayağa kalktığı bir dönemin ürünüydü. Bu genel ortamda beş ayrı devrim TKF’nin kuruluş sürecinde genel bir anlamda, dönemin atmosferini belirlemek biçiminde falan değil, doğrudan doğruya etki yapmıştır. TKF devrimlerin çocuğudur!

Ekim devriminin Anadolu bayraktarı

Rusya’da 1917 Ekim ayında Lenin ve Trotskiy’in önderliğindeki Bolşevik Partisi’nin iktidara geçmesiyle zafere ulaşan tarihin ilk kalıcı işçi devrimi olan Ekim devrimi TKF’nin kuruluşunu dolaysız ve dolaylı yollardan belirleyen esas faktördür.

Dolaysız olarak, devrim patlak verdiğinde Rusya’da bulunan, sayısı on binleri bulan Osmanlı vatandaşı savaş esirleri arasından birçok insan komünist bir toplum kurma çabasının ya da o günkü yaygın deyimle Bolşevikliğin ne olduğunu kendi gözleriyle görme fırsatını bulmuştur. Bunlardan bir bölümü kendileri komünist olmasa bile o güne kadar belki adını bile duymadıkları bu siyasi akıma sempatiyle yaklaşır olmuş, daha küçük bir kısmı ise doğrudan bu etki altında komünist olmuştur.

Bu insanlar, Osmanlı’dan geri kalan ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman halklardan oluşan Anadolu ve Rumeli bölgelerinde kendi memleketlerinin emperyalizmin işgal ve hâkimiyeti altında olduğunu biliyorlardı. Emperyalizme düşman olmamaları düşünülemezdi. Tam da bu nedenle Bolşevikliğe sempati duymamaları neredeyse olanaksızdır. Millî Mücadele ile Sovyet Rusya arasında erken bir aşamadan itibaren emperyalizme, özellikle İngiliz emperyalizmine karşı kurulan ittifak ve Bolşevik yönetimin Anadolu’ya para, silah, mühimmat, diplomasi, hatta yer yer askeri bakımlardan verdiği destek de bu sempatiyi kat kat arttırmıştır.

Rusya öyle “Hıristiyan ülkesi” denilip geçilecek bir ülke değildir. Çarlık Rusyası Volga bölgesi Tatarlarının, Kırım Tatarlarının, 19. yüzyıl ortasından itibaren Kafkasya Müslümanlarının, 19. yüzyıl sonundan itibaren ise Orta Asya Türki ve Farsi halklarının yaşamakta olduğu bir ülkedir. Yani savaş esiri Türklerin kültür ve dil bakımından kolayca iletişim içine girebileceği bir dizi halk yaşamaktadır Ekim devriminin adım adım yayıldığı topraklarda. Bu halklar arasında yeni Bolşevik rejime en erken sahip çıkan Kazan Tatarları TKF’nin oluşumunda önemli bir rol oynarken, Azerbaycan komünistleri de fırkanın kendi ülkelerinin başkentinde kurulması sürecine çok güçlü bir destek vermişlerdir.

Bolşevizm, kendi doğası gereği, bu savaş esirleri arasında komünist olanlara en has Marksizmi öğretmiştir. Birinci Dünya Savaşı 1914’te patlak verdiğinde uluslararası sosyalist ve işçi hareketinde yaşanan yarılmada Bolşevizm devrimci Marksizmin ve enternasyonalizmin tutarlı temsilcisi olarak (birkaç kısmi istisna dışında) tek başına kalmıştı. Diğer partiler kendi burjuvazilerinin emperyalist yağma politikalarına destek oluyordu. Ekim devrimi patlak verdikten sonra bu partilerin sınıf işbirliğinin onları aynı zamanda devrimden de koparmış olduğu ortaya çıkacaktı. İşte bu yüzdendir ki, Rusya’daki Türk esirlerin Bolşevizm etkisi altında komünist olması, onların gerçek bir devrimci Marksist kavrayışa ulaşmalarına büyük katkıda bulunmuştur. TKF böylece başlangıçta Bolşevizmin Anadolu’daki bayraktarı olarak ortaya çıkmıştır.

Rusya’da Ekim, Almanya’da Kasım

TKF’nin oluşumuna katkıda bulunan ikinci büyük devrim, Rusya’nın Ekimi’nden sadece bir yıl sonra Almanya’da patlak veren ve ona neredeyse tıpatıp benzeyen 1918 Kasım devrimidir. Savaş sırasında Osmanlı, müttefiki Almanya’ya çok sayıda öğrenci ve vasıflarını geliştirmeleri amacıyla fabrika işçisi yollamıştı. Alman devrimi tarihin gündemine girdiğinde, özellikle başkent Berlin’de Osmanlı vatandaşı çok sayıda işçi de Alman işçileriyle birlikte barikatlara çıkmıştır. Öğrencilerin önemli bir bölümü de devrime katılmıştır. Bilindiği gibi, Kasım’da devrimin Marksist kanadının en önünde, Alman sosyal demokrasisinin savaşa taraftar çoğunluğundan farklı olarak “esas düşman içimizde” sloganı doğrultusunda yürüyen Karl Liebknecht ile Rosa Luxemburg’un kurmuş olduğu, kısa süre sonra Almanya Komünist Partisi olacak olan Spartakus hizbi vardı.

O dönemde Berlin’de devrimci olan ve TKF’nin kuruluş kongresinde delege olup Merkez Komitesi’ne de seçilen Hilmi oğlu Hakkı kongredeki konuşmasında şöyle diyecektir: “Arkadaşlar, zannettiğiniz gibi Türkiye amelesi hakikati yalnız bugün anlamış değildir. Tahsil için Avrupa’nın muhtelif memleketlerine ve muhtelif fabrikalarına gönderilen genç Türk amelesi, Avrupa amele hareketlerinde ümit verici roller oynamışlardır. 1918-1919 inkılâbına [devrimine] iştirak eden hakiki Spartakistlerle beraber büyük cidalde [cenkte] can veren birçok komünistlerimiz vardır. (…) büyük ideale bağlı, saf ve civanmert genç inkılapçılarımız Liebknecht ve Rosa Luxemburg etrafında Spartaküs harekâtına bilfiil iştirak ettiler. Bu genç yoldaşların cihan inkılâbına doğru attıkları kat’i ve kahraman adım, bize beynelmilel teşkilatların kuvvetlendirilmesi lüzumunu hissettirmişti. Spartaküs vukuatı [olayları] esnasında birkaç genç ihtilalci arkadaşımızın şan ve ideal meydanında can verdiklerini gördük ve onların mezarları önünde onların gittikleri yoldan dönmeyeceğimize ahd ü misak [yemin] ettik.”

Macar devriminde fesli Türkler!

Rusya’yı ve Almanya’yı anlamak daha kolaydır ama Macar devrimi Osmanlı vatandaşlarının etkilenmesi bakımından biraz tuhaf görünür ilk bakışta. Bu tuhaflığın ardında yatanı anlamak için şunu hatırlamak yeterlidir: Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanı sıra diğer büyük müttefiki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’dur. Aynen Almanya gibi bu ülkeye de Osmanlı’dan öğrenci ve işçiler gönderilmişti. Dolayısıyla, 1919’da zafere ulaşan kısa ömürlü Macar devriminde de Türkiye’den işçiler ve öğrenciler Macarlarla birlikte barikatlara çıkmıştır. Budapeşte’deki 1919 1 Mayısına ait bir fotoğrafta, ellerinde “Yaşasın Dünya İhtilâli”, “Şark Sovyetler Fırkası” vb. yazılı dövizler taşıyan fesli Türkler görülmektedir.

Türkiye’de 1908 Hürriyet devrimi

Böylece, Ekim devriminin tetiklediği dünya devrimi dalgası içinde üç önemli devrimin TKF’nin kuruluşunda önemli bir rol oynadığını görmüş oluyoruz. Ancak, TKF’nin oluşumu aynı zamanda Osmanlı-Türkiye toprağında yaşanan gelişmelere bire bir bağlıydı. Bu topraklarda yaşanan iki devrimle iç içeliği, TKF’ye her ne kadar yurtdışında kurulmuş olsa da sağlam biçimde yerli bir hareket karakteri veriyordu.

Bu devrimlerden ilki bizim 1908 Hürriyet devrimi olarak andığımız, o dönemde ise “Temmuz inkılabı” ya da “10 Temmuz inkılabı” olarak bilinen devrimdir. Başta TKF’nin en önemli önderi Mustafa Suphi olmak üzere partinin kadrolarının önemli bir bölümü İttihat ve Terakki içinden gelir

Bu kadrolar arasında Mustafa Suphi gibi erkenden İttihat ve Terakki politikalarına karşı tavır alan ve muhalif partilerde örgütlenenler vardır. Suphi’nin İttihat ve Terakki’den kopuşu, partinin adım adım emperyalizmle ilişki içine girmesi karşısında bir tepki olarak görülebilir. Öte yandan, TKF’nin kuruluş kongresinden sonra Genel Sekreter görevine getirilen Ethem Nejat gibi bir aşamada bütünüyle Pan-Türkizme kapılacak kadar milliyetçi hale gelenler vardır. İttihat ve Terakki ile savaş sonuna kadar birlikte çalışıp onun savaş dönemi suçlarına ortak olmuş ama sonra kurtuluşun proletarya enternasyonalizminde olduğunu görerek TKF’ye katılanlar bile olmuştur.

Ancak solda çok yaygın olarak yapıldığı gibi, TKF’nin İttihatçı kadrolardan gelmesini partinin aleyhine kullanmak gülünçtür. Her ülkede komünizmin önde gelen kadroları başlangıçta, yaygın olarak burjuva devrimciliğinin sol kanadından çıkmıştır. Türkiye’de burjuva devrimciliği İttihat ve Terakki çatısı altında gelişmiştir. TKF’nin önderliğinin bu kadrolar arasından çıkmış olmasında hayret edilecek hiçbir şey yoktur. Önemli olan bu kadroların daha sonra ne savunduğuna ve ne yaptığına bakmaktır. TKF Anadolu topraklarındaki değişik halklar arasındaki ilişkilerde çok ileri bir demokratik tutuma sahiptir. İttihatçıların savaş sırasındaki büyük suçları karşısında da uzlaşmaz biçimde kavgacıdır. Önemli olan da bunlardır, insanların geçmişi değil.

1918-1923 Milli Mücadele ve Türkiye’nin ikinci devrimi

TKF’nin bir devrimci örgüt olarak doğmasında elbette 1918’den itibaren Anadolu’da gelişmekte olan büyük mücadeleler de etkili olmuştur. Mondros mütarekesinden sonra emperyalist güçlerin Anadolu’nun çeşitli bölgelerini işgali, buna tepki olarak Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin kurulması, işgallere karşı yerel düzeyde Kuvayı Milliye güçlerinin oluşması, Anadolu’da kongre iktidarlarının merkezileşmesi, nihayet bir Ankara hükümetinin kurulması, bütün bunlar emperyalizme karşı Anadolu’da çok ciddi bir mücadelenin verilmekte olduğunu ortaya koyuyordu.

TKF’yi kuran kadro, daha 1919’un başından itibaren, ateşler içindeki Anadolu’ya erişmek, hatta oraya geçmek için büyük çaba göstermiştir. Mustafa Suphi, gazetesi Yeni Dünya ile birlikte 1919 Ocak ayında Kırım’a taşınmış, Nisan ayında Beyaz orduların basıncı altında Ukrayna’ya, yine Karadeniz kıyısındaki Odesa’ya geçmek zorunda kalmıştır. Her iki konumdan da Karadeniz üzerinden İstanbul’a ve kıyı kentlerine bildiri, propaganda malzemesi ve komünist kadro ve ajitatörler göndermiştir. Bunlar, Fidel’i ve Che’yi Küba devrimine götüren külüstür gemiye nazire yaparak söylersek, küçük Türk “Granma’ları”dır! Bu gönderilen malzeme ve insanla İstanbul’da, Karadeniz kıyı şeridinde ve Ankara’da propaganda yapılmış, örgütler kurulmuştur. Yani TKF, dünya devriminin ve 10 Temmuz inkılabının etkisinin yanı sıra ikinci Türkiye devriminin ateşi içinde kurulmuş bir devrimci partidir.

Devrimin alevinden doğan devrimci olur. TKF de devrimci doğdu. Daha sonraki gelişmesi, Sovyet devriminin ve devletinin kaderine bağlı olarak bu gelenekten uzaklaştı, ama geriye bugün yolumuza ışık tutacak büyük bir miras bıraktı.