Lenin: Sosyalizmin mihenk taşı

Lenin

21 Ocak 2014, modern tarihin en büyük işçi devrimi 1917 Ekim devriminin en önde gelen önderi olan Vladimir İlyiç Lenin’in ölümünün 90. yıldönümü. Büyük devrimci Marksist Lenin daha 54 yaşında iken bir felç döneminin ardından hayatını yitirdi. Erken ölümüne rağmen ardında muazzam bir teorik ve pratik miras bıraktı. Bugün onun eserine ve fikirlerine yaklaşım, dünyada ve Türkiye’de devrimciliğin gerçek mihenk taşı olarak işlev görüyor.

Devrimci teori ve pratik

Lenin’in Marksizme ve sosyalizme katkısı, bugün birçok alanda hâlâ bütünüyle canlı ve geçerlidir. Teori ve pratik Lenin için bütünüyle iç içe olan iki alandı. Dolayısıyla, hiçbir katkısını sadece teorik ya da sadece pratik olarak anamayız. Lenin’in Marksizme katkıları arasında devrimci parti konusundaki tutumu herhalde ilk sırada yer alır. 1902’de, henüz 32 yaşında iken kaleme aldığı Ne Yapmalı? başlıklı kitabında gerekçelendirdiği disiplinli, merkezi olarak örgütlenmiş, devrimci bir programa sıkı sıkıya bağlı mücadele partisi anlayışı, bütün 20. yüzyıl boyunca ve 21. yüzyıl başında dünyanın çeşitli ülkelerinde başka türlü örgütlenmiş birçok işçi sınıfı partisi düzenin çarkları arasında öğütüldüğünde bütünüyle doğrulanmıştır. Parti konusundaki fikirleri ve uygulaması, Marksist politika kavrayışına getirdiği yenilikle iç içedir. İşçi sınıfının ancak kendi sorunlarının ötesine geçerek toplumun emekçi ve ezilen çoğunluğunun önderliğini ele geçirme temelinde iktidara aday olabileceğini, yani proleter hegemonyasının devrimin başarısı için gerekli koşul olduğunu sapasağlam ortaya koymuştur.

Lenin’in Marksizme bir başka paha biçilmez katkısı ulusal sorun alanında olmuştur. “Uluslar hapishanesi” olarak anılan Çarlık Rusyası’nda kendisi hâkim ulus mensubu olan bu büyük devrimci, Marx ve Engels’te başka görüşlerle çelişik biçimde iç içe geçmiş olan ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) fikrini enternasyonalizmin bir gereği olarak Marksizmin bir ilkesi haline getirmiştir. Bir sonraki aşamada, I. Dünya Savaşı döneminde geliştirdiği bugün bile geçerliliğini bütünüyle koruyan emperyalizm teorisi temelinde, ulusal sorunun kapitalizmin dünya çapında ürettiği yapısal bir sorun olduğunu da ortaya koyarak devrimci Marksizmin kendi döneminden sonra izleyeceği politikaya berrak bir ışık tutmuştur. Savaşlara ilişkin Leninist politika emperyalizmin ve ulusal sorunun kavranışının doğrudan bir sonucudur ve dünyanın kana bulandığı her dönüm noktasında devrimci hareketlere en doğru yolu göstermiştir.

Lenin’in enternasyonalizmi Marksizminin en belirgin yanlarından biridir. I. Dünya Savaşı’nda sosyal demokrat işçi sınıfı partilerinin kendi burjuvazilerini desteklemesi karşısında İkinci Enternasyonal’in devrim açısından ölmüş olduğunu hemen kavrayarak 1919’da, devrimci Rusya henüz çok zorlu bir iç savaşla boğuştuğu halde Üçüncü (ya da Komünist) Enternasyonal’in kurulmasına ön ayak olan da odur. Sovyet devriminin kaderinin dünya devrimine ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğunu da hayatının son gününe kadar savunmuştur.

Lenin’in elbette en büyük eseri, muazzam stratejik ve taktik dehasının da yardımıyla, Ekim devriminin tarihin kalıcı bir zafere ulaşmış ilk proleter devrimi olarak gerçekleşmesidir.

Ekim devrimi yetim kaldı

Ancak Lenin’in ölümü sadece bir büyük insanın hayatı bakımından değil, bu çok önemli devrimin kaderi bakımından da çok erken gelmiştir. Lenin son yıllarını Stalin ve arkadaşlarının liderliğinde gelişmekte olan bürokratik eğilimlerle mücadele içinde geçirdi. Planlama, dış ticaret tekeli, büyük Rus şovenizmi ve işçi demokrasisi konularında, Trotskiy ile ittifak içinde bu bürokratik kanadın geri eğilimlerine karşı savaştı. Bu mücadelenin büyük zaferlerinden biri, “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” adıdır. Lenin Rus Çarlığının mirasçısı olan bu ülkeye “Rusya” ya da “Rus” adının verilmemesini büyük bir mücadele ile sağlamış, modern tarihin bir ulus ya da halkın adıyla anılmayan tek devletinin kurucusu olarak da tarihe geçmiştir!

Hem parti kadroları, hem de işçi sınıfı ve büyük halk kitleleri içinde büyük prestiji olan, herkesin devrimin tartışılmaz önderi olarak gördüğü Lenin’in erken ölümü bürokrasinin zaferinde önemli bir rol oynamıştır. Devrimin şaşaalı günlerinin iki numaralı önderi Trotskiy işçi sınıfı ve gençlik içinde müthiş popülerdi, ama Bolşevizme geç geldiği için parti içindeki etkisi zayıftı. Yahudi olduğu için de köylülüğün tarihi önyargılarına maruz kalacağı açıktı.

Lenin’in eşi ve kendisi de Bolşevizmin önemli bir örgütçüsü olan Krupskaya, bürokrasinin hâkimiyetinin belirgin hale geldiği bir aşamada, “Lenin sağ olsaydı, muhtemelen hapiste olurdu” demiştir. Krupskaya günün koşullarının yarattığı bir kötümserlikle konuşmuştur besbelli. Belki de Lenin değil bürokrasinin önderleri hapiste olacaktı!

Post-Leninizme karşı devrimci Marksizm, yani Leninizm!

Lenin’in ölümünden sonra önce Sovyetler Birliği, sonra da Komünist Enternasyonal ve bütün ülkelerin komünist partileri adım adım bürokrasinin hâkimiyeti altına düştü. Bürokrasi onlarca yıl Lenin’in heykellerini dikerken fikirlerini ayaklar altına aldı. Sonra, bu yıl 25. yıldönümünü yaşadığımız Berlin Duvarı’nın yıkılması ve önce Doğu Avrupa’da, sonra Sovyetler Birliği’nde işçi devletlerinin çöküşü, böylece Stalinizmin maddi temellerinin ortadan kalkışı geldi. Bu aşamadan sonra devrimci Marksizmin karşısındaki sorun bir ölçüde değişti. Stalinizm, iktidarını Ekim devriminin kazanımları üzerinde kurmuş olan bürokrasinin ideolojisi olduğundan, Marx’ı ve Lenin’i biçimsel olarak savunuyor, ama fikirlerinin içeriğini boşaltıyordu. Oysa şimdi Marksizm cepheden hücum altındaydı. Düne kadar Stalinizmin gönüllü fedaisi olanlar, şimdi Stalinizmle birlikte Marksizmi de çöpe atmaya kalkışıyordu.

Stalinist akımların çoğunluğu böylece liberalleştiler ve sosyal demokratlaştılar. Ama sosyalizm alanını terk etmemekte direnen bazı akımlar Marx ile Lenin arasında bir ayrım yaptılar. Marx’a “saygın” bir bilim insanı olarak sahip çıkar gibi göründüler. Ama Lenin devrim, devrimci parti, ayaklanma demek olduğundan ona, açık ya da sinsice karşı çıktılar. Böylece, bizim geleneğimizin post-Leninist adını verdiği sosyalist akımlar doğdu. Bu akımlar aslında var olan düzenin reformlara tâbi tutulmasıyla yetinen bir programa sahiptir. “Alternatif küreselleşme” adı altında kapitalizmin dünya düzenine teslim olmuştur.

İşte bugün sosyalizm içindeki büyük mücadele bu çizgi üzerinden geçecektir. Ya Lenin’le birlikte devrimcisiniz, ya da Lenin’e açık ya da sinsi şekilde karşı olacaksınız ve düzenle “sol”dan bütünleşeceksiniz!

Bizim tavrımız açıktır. Lenin’in bir başka büyük yapıtı olan Devlet ve Devrim’de savunduğu işçi demokrasisi ve bütün politikasının özünü oluşturan enternasyonalizm temelinde, post-Leninistlerin çok önemser göründüğü demokrasiyi proletarya ile birlikte Marksizmin devrimci kanadı kuracak. Post-Leninistler burjuva demokrasisinin hayaller dünyasında oyalanırken biz bir yandan insanlığın ezici çoğunluğuyla, % 99’la el ele sömürüyü, savaşı, ezilmeyi yeryüzünden sileceğiz; bir yandan da burjuvazi için diktatörlük, ama işçi sınıfı ve ezilenler için görülmemiş bir demokrasi, halklar arasında tarihte yaşanmamış bir kardeşlik temelinde gerçekten yeni bir dünyayı kuracağız!

___________________________________________________________________________

3L

Bu Ocak ayı aynı zamanda 1918 Alman “Kasım devrimi”nin iki büyük önderi Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht’in karşı devrimin güçleri tarafından öldürülmesinin de 95. yıldönümü. Rosa Luxemburg, Alman sosyalist hareketinin devrimci kanadının hem teorisyeni, hem de önde gelen önderi idi. Parti içinde gelişen revizyonizme de, adım adım Marksizmden uzaklaşmakta olan Kautsky’ye de en erken eleştiriyi o yaptı. Liebknecht ise teori alanında çalışmayan çok önemli bir önderdi. Luxemburg ve Liebknecht 1914’te savaş başladığında Alman sosyalistlerinin kendi burjuvazisine destek vermesine cepheden karşı çıktılar. Bu yüzden savaş döneminin büyük bölümünü hapiste yatarak geçirdiler. Savaşın sonunda, Almanya’da 1918 Kasım ayında Rusya’daki Ekim devrimine çok benzeyen bir devrim patlak verdiğinde derhal Alman Komünist Partisi’ni kurarak devrimin başına geçtiler, ama karşı devrimci güçlerce katledildiler. Lenin’in ölümünden sonra Alman proletaryası için bu üç büyük devrimci 3L olarak anılır oldu. Luxemburg bürokrasinin Rusya’da iktidara yükselişi ile birlikte resmi Stalinist ideoloji tarafından düşman ilan edildi. Buna rağmen, (Nazi diktatörlüğü devrildikten sonra) her yıl Ocak ayında önce Doğu Almanya’da, şimdi de birleşik Almanya’da büyük kitleler Luxemburg ve Liebknecht’i büyük bir gösteri ile anarlar. Her üç L de bizimdir, devrimci mücadelemize yol gösterecektir!