Karaburun’a mesaj: “Kapital ve Ekim devrimi, birbirini mükemmelen tamamlayan bir teori ile pratiğin ilişkisi içindedir”

6-10 Eylül 2017 tarihinde “17’den 17’ye” başlığıyla toplanmakta olan 12. Karaburun Bilim Kongresi’nde hem 100. yıldönümü vesilesiyle Ekim devrimi, hem de Birinci Cildi’nin yayınlanması vesilesiyle Marx’ın başeseri Kapital konuşuluyor. Açılış Oturumu’nda konuşmak üzere davetli olan yoldaşımız Sungur Savran mücbir sebeple toplantıya katılamadığından oturumda okunmak üzere bir mesaj yolladı. 6 Eylül günü Açılış Oturumu’nda okunan bu mesajı aşağıda yayınlıyoruz.

 

Karaburun Bilim Kongresi’nin değerli düzenleyicileri ve katılımcıları,

Açılış oturumunun değerli başkanı ve konuşmacıları,

Aranızda bulunamadığım için büyük bir üzüntü duyuyorum. Ortak tarihimizde, biri teorik, öteki ise pratik iki en büyük devrimci atılımın bu anlamlı yıldönümlerinde, Marx’ın Kapital’inin yayınlanışının 150. yıldönümü, Ekim devriminin zaferinin ise 100. yıldönümü kutlanırken ortak coşkumuzun bir parçası olamamak içimi hüzünle dolduruyor. Ama şuna içtenlikle inanmanızı isterim: Şayet aranızda bulunamama gerekçem çok ciddi ve sahici olmasaydı, mutlaka orada olurdum. Size önümüzdeki günlerde yapacağınız çalışmalarda başarılar dilerim.

Bu kısa not elbette orada bulunup tartışmanın bir parçası olmanın yerini tutamaz. Üstelik monolog yaratıcı bir diyalogun yerini tutamaz. Bunlara rağmen bu notu göndermeyi yine de bu kutlamanın önemi dolayısıyla önemli gördüm. Öte yandan uzun uzun okunan bildirilerin ne kadar sıkıcı olabildiğini deneyimden bildiğim için bazı fikirleri kısa noktalar halinde ve dolayısıyla temellendirmeden, sırf üzerinde düşünülsün diye aktarmak istiyorum.

1) Kapital, kapitalizm hakkında olduğu kadar komünizm hakkında da bir kitaptır. Kapital’in en önemli yanı artık değeri yani sömürüyü teşhis ve teşhir etmesi değildir. Sermayenin işçinin ürettiği yabancılaşmış bir güç olarak yine işçinin karşısına dikilmesi değildir. Kapitalizmin piyasa ve sermayeyi fetişleştiren baş aşağı dönmüş bir dünya yarattığı saptaması değildir. Bunlar o kadar önemli tespitlerdir ki, bunlardan veya Kapital’in çeşitli başka önermelerinden bir tekini bile keşfetmek, bir düşünürü deha diye tanımlamaya yeterdi. Buna rağmen Kapital’in esas sırrı başka bir yerde yatar. Marx’ın Kapital’de ortaya koyduğu en önemli tarihsel hareket yasası şudur: Kapitalist üretim tarzı, kendi işleyişinin mantığı içinde zorunlu olarak komünizmin maddi temellerini üretir. Bunu en az iki biçimde yapar: Birincisi, üretici güçleri, en başta emeği, hiçbir üretim süreci diğerinden ayrılamaz biçimde toplumsallaştırarak. İkincisi, Komünist Manifesto’nun ifadesiyle kendi “mezar kazıcıları”nı, yani proletaryayı büyüyen ölçekte üreterek. Üretici güçlerin toplumsallaşması demokratik bir merkezi planlamayı zorunlu kılar. Ama böyle bir planlama ancak kapitalist özel mülkiyetin ilga edilmesiyle olanaklı hale gelir. Kamusal ya da komünal mülkiyeti kurabilecek sınıf ise ancak kapitalizmin bağrında büyüyen proletaryadır. İşte kapitalizmin komünizmin temelini hazırlaması böyle olur.

2) Ama önkoşulların hazırlanmasından fiiliyata geçmek için ek koşullar gerekir. Proletarya için iktidar günü gelmiştir. Mülksüzleştirilenler mülksüzleştirilirse daha iyi bir dünya doğacaktır. Ama iktidarı gerçekten almak ve zaferi geri dönülmez noktaya ulaştırmak için politik alanda başka koşulları yerine getirmek gerekir. Leninizm bu koşulların ne olduğunu teorik olarak ortaya koymuş ve Ekim devriminde pratik olarak gerçekleştirmiştir. Ekim devrimi, işçi sınıfının en bilinçli katmanının mutlaka devrimci bir partide örgütlenmesinin gerekli olduğunu, bu partinin inşasının da devrimden çok önce başlaması ve en gerici koşullarda bile sürdürülmesi gerektiğini kanıtlamıştır. Leninizm olmaksızın Marksizm, gerçekleşebilirliği olmayan bir fikirler manzumesidir. Proletarya devrimci mücadelesini zaferle taçlandıramadığı takdirde, insanlık barbarlığa, hatta günümüzün silahlanma ve doğa koşulları göz önüne alınırsa yok olmaya mahkûm olacaktır.

3) Kapital, henüz hisse senetli şirketlerin ve demiryollarının bile yeni yeni ortaya çıktığı koşullarda yazılmış bir yapıttı. Ama kullandığı diyalektik yöntem ve sağlam sınıfsal bakışı sayesinde geleceğin proletarya devrimini ve sosyalist bir ekonominin inşasını öngörebiliyordu. Tarihin cilvesi, Kapital’in ilk cildinin yayınlanışından tam yarım yüzyıl sonra dünya en büyük proleter devrimini yaşadı. Ekim devriminin yarattığı yeni güçler dengesinde özel mülkiyetin ilgası temelinde planlı bir ekonomi inşa edildi. Kapital ve Ekim devrimi, birbirini mükemmelen tamamlayan bir teori ile pratiğin ilişkisi içindedir. Bugün iki kutlamayı bir arada yapabilmemiz bu bakımdan son derecede anlamlıdır.

4) Ekim devrimi ve onu izleyen öteki 20. yüzyıl devrimleri Kapital’in geleceğe ilişkin öngörüsünü insanın tüylerini ürpertecek bir dakiklikle doğrulamıştı. Ama 1989’dan sonra sosyalist inşa deneyimlerinin (Sovyetler Birliği’nden Çin’e, Yugoslavya’dan Vietnam’a) çökmesi birçoklarını sosyalizmin iyi bir hayal olduğu, ama gerçekleşmesinin olanaksız olduğu düşüncesine sürükledi. Bu çöküşü ve onun dünya çapında Marksizme karşı yarattığı kuşkuculuğu, hatta küçümsemeyi görmezlikten gelmek, solda liberalizmin üremesine istemeden çanak tutmak anlamına gelir. Bu çöküşün mutlaka ve ciddiyetle analiz edilmesi gerekir. Hem Marksizmin itibarını yeniden kazanması için, hem de gelecekte yeniden devrimler yaşandığında aynı yanlışların tekrarlanmaması için. Ben şahsen bu gelişmenin dünya devriminin 20. yüzyıldaki gelişme patikasının özgül karakterinin sonucu olduğunu düşünüyorum. Yani sosyalizm katiyen çökmemiştir. Çöken, 20. yüzyılın özgül gelişme patikası zemininde, sosyalist inşa deneyimlerinin başına musallat olan, özel çıkarlara sahip bir bürokratik katmanın yarattığı çarpık sistemdir. Elbette bu haliyle bile bu sistem kapitalizmin karşısında bütün işçi, emekçi ve ezilenler için bir kazanımdı. Ama sistem kapitalizm karşısında ayakta kalma gücünü bu yüzden yitirmiştir. Tekrarlamak pahasına söyleyeyim: Çöken, sosyalizm değil onun bürokratik olarak yozlaşmış bir gölgesidir.

5) Tarih bugün sosyalizmi yeniden göreve çağırıyor. 2007-2008’den beri Üçüncü Büyük Depresyon insanlığın önünü bir kez daha kapattı. Üçüncü Dünya Savaşı çoğu insanın fark edebildiğinden daha yakın bir tehlike. Üretici güçler sadece toplumsallaşmıyor; bütün zenginliğin kaynağı olan emek ve doğa, artık çürümekte olan kapitalist uygarlık tarafından mahvediliyor. İçinden geçmekte olduğumuz sarsıntıyı Türkiye’ye özgü sanmak çok yanlıştır. Dünya ateşli bir hummaya kapılmış durumda. Türkiye’deki istibdadın karşılığı Trump’tır, Le Pen’dir, Orban’dır, Modi’dir, Duterte’dir. Öyleyse, yeniden Leninizmin yoluna girmemiz gerekiyor. Yeniden her ülkede devrimci proletarya partileri inşa etmemiz gerekiyor. Bu partileri dünya çapında bir araya getiren bir Enternasyonal, bir dünya partisi kurup uluslararası bir güç olan sermayeye, kapitale, uluslararası işçi sınıfının karşı konulamaz gücüyle cevap vermemiz gerekiyor. Bunları başarabilirsek gelecek mutlaka sosyalizmin olacaktır.