İşçi sınıfının tarihinden (1): Kozlu

Gerçek gazetesi yazarlarından Mustafa Kemal Coşkun bu yazısıyla birlikte Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinden kesitleri bir dizi halinde köşesinde sunmaya başlıyor. Dizinin ilk yazısı ise Türkiye işçi sınıfının tarihinde önemli bir yer tutan 1965 yılındaki Kozlu maden işçilerinin direnişi. 

 

10 Mart 1965 Çarşamba günü, Zonguldak’ın Gelik beldesinde çalışan maden işçileri, kıdem, ehliyet ve liyakat zammının uygun olarak verilmemesi, ayrıca işçilere uygulanan dayak, küfür, baskı üzerine bir direniş başlatırlar. Direniş kısa sürede Karadon, Kilimli, Kozlu ve Asma bölgelerine yayılır. İşçiler iş bırakır ve ocağa girmeyi reddederler. Ancak işçilerin kent merkezine yürüme istekleri engellenir. Bu kez Çaydamar işçileri harekete geçer ve yöneticiler işçilerin arasına girerek onları yatıştırırlar.

Ancak ertesi gün, 11 Mart günü, Kozlu’da başlayan direniş tüm bölgeye yayılır. İşçileri yatıştırma girişimleri sonuç vermez. O sırada vali ve bir askeri birlik ocağa gelir. Vali, “devletin temsilcisi olarak” geldiğini belirterek işçilerin kurduğu barikatı yarmak ister. İşçiler buna izin vermez ve itiş kakış sırasında vali birkaç darbe alır ve ön taraftaki işçilerden biri, inzibatlarca arabaya bindirilerek kaçırılır. İşçiler arkadaşlarını almak için harekete geçerler. Vali, askerlere havaya ateş açılması emrini verir. Askerin ateş açması üzerine işçiler de ellerine geçirdikleri taş ve sopaları fırlatmaya başlar. Ortalık karışır, asker geri çekilirken de ateş devam eder. İki jandarma kurşunu, bir işçinin olay yerinde, diğerinin kaldırıldığı hastanede ölümüne neden olur. Ölenlerden biri Satılmış Tepe, diğeri Mehmet Çavdar isimli iki maden işçisidir. Bunun üzerine jandarma ve polis olay yerinden tamamen çekilir. Olaylar sırasında on işçi mermiyle, 12 asker de taş ve sopalarla yaralanmıştır. O döneme tanıklık etmiş bir gazeteci olay sonrası gözlemlerini şöyle anlatır:

Barikatı ilk yaran ben oldum. Saat 14 sıralarıydı. Boynumda bir fotoğraf makinesi, ağır ağır tek başıma işçilere doğru gidiyordum. İri-yarı, uzun boylu iki işçi yanıma yaklaştılar ve ‘nereye?’ diye sordular. ‘Gazeteciyim’ dedim. ‘Gel, gör’ dediler… ‘Gel gör, ne hale soktular bizi!’ Sonra eklediler. ‘Resim mi çekeceksin, gel çek’. Yerde bir işçi kanlar içinde yatıyordu. Yüzü gözü görünmez bir haldeydi. Ölmüştü. Üzerinde Türk bayrağı vardı.[1]

Üzüntü ve acı içindeki işçiler cenazelerini vermezler. Bakanlar kurulu olay bölgesine iki jet uçağı gönderir. Alçaktan uçan jetler işçilere beyanname atar. Hükümet Kozlu olaylarının radyodan verilmesini yasaklar (1991 grevinde de aynı yöntem uygulanacaktır). Aynı gün birkaç bakan ve milletvekili Kozlu’ya gelir. İşçilere haklarında hiçbir soruşturma yapılmayacağı güvencesini vererek direnişin sona ermesini sağlarlar.

Ancak mesele burada kapanmayacaktır, zira olaylar bölgede uzun yıllardır örgütlü olan Zonguldak Maden İşçileri Sendikası’nın bilgi ve denetimi dışında gerçekleşmiştir. İşçiler, daha önce pek çok kez yaptıkları ve daha sonra da yapacakları gibi, bir kez daha Türk-İş’e rağmen eyleme kalkışmış ve sendikadan daha ileri bir tutum sergilemişlerdir. Zonguldak Maden-İş sendikası başkanı ve genel sekreteri 17 Mart’ta başbakana bir mektup yazarak, “kanlı olaylara zemin hazırlanmasına sebebiyet veren” kişinin eski bir sendika başkanı olduğu yönünde ihbarda bulunacaktır.[2] Bürokratikleşmiş bir sendikal yapıdan başka bir şey beklenmeyeceğini anlayan kimi işçiler, bu olayın da tetiklemesiyle ileride DİSK’i kuracaktır.

İşçilerin toplumsal düzeni değiştirmeye ve daha insanca yaşamaya yönelik gerçekleştirdikleri eylemlerini “kanlı olaylara sebep olması” bahanesiyle suçlayan bu anlayış, Blanqui’nin “kurbanlar ilk kez cellat olarak gösterilmiyor” sözlerini hatırlatacaktır.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2020 tarihli 129. sayısında yayınlanmıştır.

 


[1]                 Hamit Kalyoncu. Kömürde Açan Çiçek, Ankara: Pervaz Yayınları, 2005.

[2]                Aziz Çelik. (2018). “DİSK’in Kuruluş ve Varoluş Yılları (1966-1970)”, Çalışma ve Toplum, 2018/2.