Fethullah Gülen ve ABD tutsaklığının dinamikleri

Fethullah Gülen ile Tayyip Erdoğan’ın arası ilk kez 2010 yılı Mayıs ayında içinde Mavi Marmara adlı geminin de bulunduğu bir filo, İsrail’in 2008 sonundaki savaşın ardından Gazze’ye koyduğu ablukaya meydan okumak üzere henüz uluslararası sularda seyrederken İsrail komandolarının saldırısına uğraması ve 9 Türk vatandaşının bu olayda hayatını yitirmesinin ertesinde sarsıldı. Erdoğan Mavi Marmara’ya sahip çıkarken (son dönemde İsrail’le teslimiyet anlaşmasını imzaladığında “bana mı sordunuz?” diyerek yan çizecektir!), Fethullah Gülen ABD ile ilişkilerin bu olay dolayısıyla sarsılmasına karşı bir tutum alarak Gazze’ye yardım malzemesi götürülecekse İsrail’den izin alınması gerektiğini söyledi. Bu söz, içinde Siyonizm ile barışma olduğu için İslamcı hareket camiasında ağır bir etki bıraktı. Yine de 2002’den beri Türkiye’yi bir gizli koalisyon hükümeti imişçesine ortak olarak yönetmekte olan AKP ve cemaat birlikte çalışmaya devam ettiler. Anayasa referandumunda (12 Eylül 2010) ve 2011 seçimlerinde birlikte çalıştılar. Ama cemaat sorunu Türkiye’nin gündemine oturmuş oldu.

2010 yazında polis şeflerinden Hanefi Avcı bir kitap yayınlayarak (Haliçte Yaşayan Simonlar. Dün Devlet Bugün Cemaat) Fethullah Gülen cemaatinin devletin çeşitli kurumlarına yerleşerek bunları ele geçirme politikası izlediğini, bir bakıma devlet içinde devlet oluşturduğunu öne sürdü. Kitap baskı üzerine baskı yaptı, korsana düştü. Cemaat Avcı’ya derhal hücum etti. Eski işkenceci polis şefi hapse düştü, devrimci bir hareketle işbirliğiyle suçlandı vb. Ama kitap cemaate zararını vermişti.

Bu bağlamda, Devrimci Marksizm dergisinin, 2010 Anayasa referandumun ertesinde çıkan 12., Kış 2011 tarihli sayısında Levent Dölek yoldaşımızın “Burjuvazinin İç Savaşı Üzerine” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Dölek, solun, geleneğimizin “burjuvazinin politik iç savaşı” kavramının ortaya çıkardığı yalın gerçeği hiçbir zaman sindirememiş olan akımlarıyla tartışma içinde Batıcı-laik ve İslamcı kanatların mücadelesini ele almakla yetinmiyor, 2013’ten sonra patlamalı bir gelişme gösterecek olan ve bizim “iç savaşın iç savaşı” adını taktığımız Erdoğan-Gülen çelişkisini de daha bu erken aşamada ele alıyordu. Yazının aşağıda alıntıladığımız bölümü, Gülen’in 1999’dan beri yaşadığı ülke olan ABD’nin nasıl tutsağı hâline gelmiş olduğunu ve ABD ile AKP arasında ciddi bir anlaşmazlığın gündeme gelmesi halinde cemaatin ABD tarafından kullanılabileceğini açıkça saptıyor: “Olaya bu temelde bakıldığında Erdoğan’ın ABD’ye rağmen gireceği bir olası maceraya karşı AKP içindeki cemaat fayının her an tetiklenebileceğini beklemek mümkündür.”

Yoldaşımızın Gülen hareketinin çelişkilerinden hareketle 2011 yılında ortaya koyduğu bu dinamik, yaşadığımız darbe girişimi deneyiminin tek değil ama çok önemli bir itici gücü olmuştur. Yazının konuyla ilgili kısa bir bölümünü aşağıda okurlarımıza sunuyoruz.

 

AKP ve Erdoğan her şeyi göze alarak, kitle desteğine güvenerek Batıcı laik burjuvazi ve ABD ile ipleri tamamen germek pahasına ileri gitmeyi seçerse şu ana dek AKP’de oluşmuş tüm fay hatları bir deprem için tetiklenecektir. Bu tetikleme pekalaFethullah Gülen kendine yakın şahsiyetler aracılığıyla yapılabilir. Gülen cemaatine yakın Zaman gazetesinin Kılıçdaroğlu’na sempatik yaklaşımı (Erdoğan yanlısı Yeni Şafak’tan farklı olarak) bu açıdan dikkate değerdir. Tabii AKP’deki olası bir bölünmenin durduk yerde olmayacağı da açıktır. Olası bir ekonomik kriz fırsat olarak değerlendirilebilir ya da ülke siyasetinin artık alıştığı yeni bir kaset ya da başka tür bir skandal gündeme gelebilir.

Hanefi Avcı olayının anlamı

Nitekim Hanefi Avcı olayı bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bu kitapta medya tarafından öne çıkarılan Fethullahçı kadrolaşmanın ötesinde çok önemli bazı ayrıntılar yer almaktadır. Avcı’nın kitabında cemaatçi polislerin İmamı olan Ömer kod adlı Osman Hilmi Özdil’in yine cemaatçi polisler tarafından bizzat Fethullah Gülen’e şikayet edildiğini gösteren bir belgeye yer veriliyor. Bu belgede birçok başka şikayetin yanı sıra polisler “Ömer Bey”in ABD gezilerinde FBI tarafından izlendiğini bildiği halde dikkatsiz davranarak ilişkileri ele verdiği ve kendisiyle birlikte başka cemaat yöneticilerinin vizelerinin iptal edilmesine neden olduğunu söylüyorlar. 2007 yılında yazıldığı anlaşılan bu belgeden cemaat için ABD’de her şeyin öyle sanıldığı gibi güllük gülistanlık olmadığı anlaşılıyor. Bu bağlamda Gülen’in Mavi Marmara olayından sonraki tavrı başka bir anlam daha kazanmaktadır. Belli ki ABD tarafından etrafındaki çember gittikçe daraltılan Gülen, İslami cenahta çok ciddi biçimde prestij yitirmek pahasına emperyalizm ve Siyonizm destekçisi açıklamalar yapmak zorunda kalmıştır. Hanefi Avcı’nın ABD ve İsrail’e yönelik eleştirel tek bir ifade olmayan 597 sayfalık kitabında, cemaate yönelik görüşlerini ifade ettiği bölüm de adeta ABD’nin Gülen Cemaati’ne yaklaşımının bir tercümesidir. Hanefi Avcı şöyle diyor: “Ben cemaatin kendi mecrasında faaliyet yürütmesine karşı değilim. Hatta bir yandan akla ve bilime, diğer yandan da inanç ve manevi değerlere bağlı yeni nesil yetiştirmek adına yurtiçi ve yurtdışında yapılan eğitim faaliyetlerini çok değerli buluyorum… kültürler ve dinler arası diyalog için yaptıklarınızı destekliyorum… Ergenekon, Balyoz vb. adlarla açıklanan soruşturmalara karşı değilim… İleride cemaat fikir değiştirir ve askerlik peygamber ocağıdır, ordu kutsaldır derse bile ben ülkedeki demokratik ortamın muhafazası için ordunun kendi sınırları içinde kalması gerektiğini savunurum… Ancak casus polislik iftira, hukuka müdahale, hakimleri etkileme ve şantaj faaliyetlerine karışmanız kabul edilemez; bu yöntemler devleti yok eder, nizam intizam ve kural namına her şeyi alt üst eder.” (vurgular bize ait)

ABD’nin de bu görüşlere paralel biçimde cemaati çizgi dışına çıkmaması için sıkıştırdığı açıktır. Yine ABD’nin Türkiye devletinin İslami bir güç tarafından tamamen ele geçirilmesini son tahlilde NATO bağlamında hiyerarşik ilişkide olduğu TSK’nın yapısının kökten değişmesini tehlikeli bulduğu açıktır. ABD, cemaati uyarmaktadır. Bu kitap bir uyarıdır. Ergenekon davası ile ordu içindeki pazarlıkçı unsurları temizlenirken ABD’nin Fethullahçı polisin karşısına çıkmadığı açıktır. Bununla birlikte bu sefer aynı pazarlıkların hükümet düzeyinde karşısına çıkmasını sineye çekeceğini düşünmek, cemaatin elinde ABD’nin açık çekinin bulunduğuna inanmak safdillik olur. Henüz Avcı’nın somut ihbarları üzerine kimse gidememiştir. Kimse kendinde bu gücü görmemiştir. Ancak ileride ABD gibi bir gücün TSK ile birlikte bazı savcılara, emniyetçilere, askerlere, siyasetçilere vb. güvence vermesi halinde cemaati çökertecek derecede önemli operasyonlar söz konusu olabilir. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığından, İstanbul İstihbarat Şubesi’ne kadar açık kurum adları verilmektedir. Cemaatin imamlarının açık adları verilmektedir. Bu bilgiler Gülen cemaatine karşı rehin olarak tutulmaktadır. Henüz üzerine gidilmemiş olsa da birilerinin elinde bu kozlar oldukça Türkiye’nin ABD ekseninden kayması olasılığı karşısında cemaatin yapacağı tek bir şey kalmaktadır. Emperyalizme ve Siyonizme kölece hizmet etmek. Olaya bu temelde bakıldığında Erdoğan’ın ABD’ye rağmen gireceği bir olası maceraya karşı AKP içindeki cemaat fayının her an tetiklenebileceğini beklemek mümkündür.

Böyle bir durumda Batıcı-laik burjuvazi ve ABD’yi, AKP’den darbe dışı yollarla kurtaracak en muhtemel gelişme AKP’deki bir bölünme olacaktır. Tabii ki tek ya da en güçlü olasılık bu değil. Hâlâ AKP’nin yeniden ABD ekseninde sürekli savaştaki rolüne itaatkâr biçimde dönmesi mümkündür. Ancak AKP dışarıda ABD’yi, içeride TÜSİAD’ı tatmin edecek geri adımlar atsa bile kalıcı bir siyasal ittifakın kurulması bütün yazıda açıkladığımız yapısal sorunlar nedeniyle çok zordur. Bu yüzden Türkiye bir süre daha çalkantılar içinde yaşamaya devam edecektir. 2011 yılındaki seçimler çok önemli bir yerde durmaktadır. Bu seçimlerden AKP’nin tek başına iktidar olarak çıkması çelişkileri ciddi biçimde keskinleştirebilir. Bu yüzden 2011 seçimlerine kadar siyasal alanda tabloyu değiştirecek sürpriz gelişmelere hazır olunmalıdır.