Ekim ayaklanmasına doğru

General Kornilov’un Ağustos ayında gerçekleştirdiği darbe girişimi, Şubat devrimin ardından emekçi halkın ikili iktidar organı haline gelmiş olan İşçi, Asker ve Köylü Temsilcileri Sovyetleri’ni tamamen tasfiye etmek istedi. Bir kez sovyetler tasfiye edildikten sonra o zamana kadar burjuvazinin iktidar gücünü temsil eden ama ancak Sovyetlerin uzlaşmacı önderliğinin desteği sayesinde ayakta duran Kerenskiy’in geçici hükümetinin de altı oyulmuş olacaktı. Askeri diktatörlük, burjuvazinin tüm işlerini üstüne alacak, önceliği de işçi sınıfını ve müttefiklerini ezmeye verecekti. O andan sonra burjuvazinin liberal temsilcilerine de gerek yoktu. Bu yüzden işçi sınıfı ve devrimden duyduğu korkuyla Kornilov’la cunta faaliyetleri içine giren Kerenskiy farkında olmadan kendi kuyusunu da kazmıştı.

Bolşevikler işçi sınıfını kazanıyor

Kornilov darbesi Bolşeviklerin önderliğinde seferber olan işçi sınıfı ve askerler eliyle ezildi. Kerenskiy canını kurtardı. Ardından burjuvazi adına iktidarını da kurtarmaya yöneldi. Ancak nafile. Gericiliği ezen işçi sınıfı devrimi daha da ileri götürecek muazzam bir moral kazandı. Temmuz günlerinde durdurulan isyanın tüm faturasını ödeyen, önderleri ya hapse atılan, ya sürgüne gönderilen, örgütleri zayıflayan, dört koldan iftira ve karalamalarla boğulan devrimci işçi partisi Bolşevikler ise tekrar yükselişe geçti.

Baskılar ve saldırılar sonucunda yaralanmış, güç kaybetmiş, yayınlarının tirajı ciddi şekilde düşmüş olan Bolşeviklerin nasıl bu kadar hızla yükselebildiğini Trotskiy şöyle anlatıyor: “Bulmacanın sırrı çok basit: bir sınıf ve çağın acil ihtiyacına cevap veren sloganlar kendilerine binlerce kanal yaratır. Kaynama halindeki devrimci ortam fikirlerin yüksek derecede akışkanlığıyla ayırt edilir. Bolşevik gazeteleri yüksek sesle okunuyor, lime lime oluncaya kadar yeniden okunuyor, en önemli makaleler ezberleniyor, anlatılıyor, kopyalanıyor ve mümkünse yeniden basılıyordu.” Ve devrimci siyaset işçi ve emekçi kitleler içinde önlenemez bir güçle yayılmaktaydı.

Darbe ezildikten sonra hükümet hapisteki Trotskiy’i salıvermek zorunda kaldı. Petrograd’da, Moskova’da ve başka şehirlerde Sovyetler içinde ve kent dumalarında (bir tür belediye meclisi) Bolşeviklerin ağırlığı artmaya başladı. Özellikle askerler, yani Kornilov darbesi başarıya ulaşsa ilk okkanın altına gidecek olanlar hızla Bolşevizme yanaştılar. En başından itibaren emperyalist savaşa karşı çıkan ve barışı savunan partinin Bolşevikler olması da bunda etkili oldu. Duma seçimlerinde Bolşevikler bazı garnizonlarda neredeyse oyların tamamına yakınını aldılar. Uzlaşmacı, küçük burjuva partiler inandırıcılıklarını kaybediyordu. Sovyet iktidarı yerine burjuvaziyle uzlaşmak, barış yerine burjuvazinin yağma hesapları için cephede biraz daha dayanmak belki ilk aşamada devrimci savaşımı sonuna kadar götürmekten daha az riskli ve sonuç alıcı görünmüştü. Ne var ki bu politika işçi, asker ve köylülere felaketten başka bir şey getirmedi.

Emekçi kitleler gericiliği ezerken burjuvaziyle uzlaşmadılar. Onunla açık bir mücadeleye giriştiler. Bu mücadele deneyim yoluyla kitleler için giderek daha akla yatkın bir seçenek haline geldi. İşçi sınıfının çıkarlarını uzlaşmaz şekilde savunmak ve burjuvazinin iktidarına karşı bir işçi iktidarı kurma kararlılığı ise sadece Bolşeviklerde vardı.

Yükselen devrimi parlamentoculukla durdurma girişimi ve boykot

Burjuvazi, giderek yükselen devrimci alternatife karşı çareyi biraz daha solda gözüken ama mutlaka burjuva karakterini koruyan bir koalisyon hükümetinde aradı. Bu koalisyonda küçük burjuva sol partiler olan Menşevikler ve Sosyal Devrimciler olacaktı ancak koalisyon burjuvazinin has partisi olan Kadetleri de mutlaka içermeliydi. Kadetlerin itibarı iki paralık olmuştu ama devrime karşı düzen ancak bu partinin varlığında korunabilirdi. Planlanan bu koalisyon hükümetine meşruiyet kazandırmak için ise bir ön-parlamento kurulmasına girişildi. Bolşevikler buna karşı çıktılar. İşçi sınıfının devrimci eyleminin tüm toplum nezdindeki sürükleyici rolü ortadaydı. Askerler de Bolşeviklerden yana geçmeye başlamıştı. Bolşevikler işçi ve köylü Sovyetlerinde güçlerini arttırıyor, sendikaları ve fabrika komitelerini ise neredeyse tamamen kendi etkileri altında tutuyorlardı. Ön-parlamento (resmi adı Cumhuriyet Konseyi olarak belirlenmişti) sokakta tamamen devrim lehine değişen güç ilişkisini bozmak için bir manevraydı.

Bolşevikler bir parti konferansı toplayarak, ön-parlamentoda yer alıp almamayı tartıştı. Trotskiy “boykot!” dedi. Lenin bu konferansa katılmadı ancak daha sonra Trotskiy’i tamamen desteklediğini bildirdi. Ancak çoğunlukla, Bolşevik delegelerin ön-parlamentoya gönderilmesine ve orada koalisyon aleyhinde uzlaşmaz bir tutumun gösterilmesine karar verildi. Lenin ve Trotskiy için ön-parlamentonun boykotu hiçbir şekilde soyut bir meşruiyet tartışması içermiyor, burjuva ve küçük burjuva partilerinin ne yaptığı ve ne planladığı ile de esas olarak ilgilenmiyordu. Her iki önder de meseleyi tamamen proletaryanın iktidarı fethetmesi tartışmasına bağlı olarak değerlendiriyordu. Bolşevikler daha önce en ağır koşullarda, en anti-demokratik seçimlere dahi katılmışlar, meclis kürsülerini proletaryanın sesini yükseltmek için kullanmışlardı. Ancak o zaman mesele burjuvaziden söke söke alınan demokratik hakların devrimci hazırlık uğruna kitlelerin bilinçlendirilmesi için kullanılmasıydı. Ekim’in öngününde ise Lenin ve Trotskiy sorunu işçi ve emekçi kitlelerin bilinçlendirilmesi açısından değil işçi ve emekçilerin iktidarı alması açısından görüyordu.

Trotskiy, toplanan ön-parlamentoda Bolşevik grubu adına söz aldı ve devrimci işçi partisinin izleyeceği yolu dostun düşmanın önünde açıkça ortaya koydu: “Bolşevik fraksiyonu olarak biz şunu beyan ederiz: halka ihanet eden bu hükümetle ve karşı devrim karşısında güç kaybeden bu Konseyle hiçbir ortak noktamız yok… Geçici Konseyi terk ederken, tüm Rusya’nın işçilerini, askerlerini ve köylülerini kararlı ve cesur olmaya çağırıyoruz. Petrograd tehlikededir! Halk tehlikededir!... Biz halka başvuruyoruz. Bütün iktidar Sovyetlere!”

Ayaklanma kararı veriliyor

Boykot sonuçta bir taktikti. Ön-parlamentoya katılmak da öyle. Taktik hata devrime sekte vurabilir ancak stratejik bir yanılgı kadar vahim sonuçlar doğurmaz. Ön-parlamento zaman kaybıydı. Ancak zaten Bolşevikler çoktan stratejik olarak işçi sınıfının iktidarı almasına odaklanmakta ve o yolda yürümekteydiler. Temel hazırlıklarını ön-parlamentodaki olası tartışmaları kazanmaya değil işçi sınıfını iktidara taşıyacak bir ayaklanmayı hazırlamaya yoğunlaştırdılar.

Ön-parlamentoda Trotskiy’in yaptığı konuşmadan üç gün sonra, eski takvimle 10 Ekim’de Bolşevik Partisi’nin ünlü Merkez Komitesi toplantısı yapıldı. Bu toplantıya o sırada gizlenmekte olan Lenin, bir perukla ve karakteristik sakal ve bıyığını kesmiş şekilde katıldı. Partinin örgütlenme konusundaki sorumlusu olan Sverdlov bir örgütsel rapor sunarak ayaklanma için özellikle de askeri alanda koşulların uygun olduğunu belirtti. Lenin, ayaklanma için gecikmiş olduklarını düşünüyordu ve derhal harekete geçmeyi önerdi. Merkez Komitesi içinde tereddüt edenler de vardı. Bunlar arasında partinin önemli liderlerinden Kamenev ve Zinovyev de bulunuyordu. Lenin, Merkez Komitesi’nin çoğunluğunu yanına çekmeyi başardı.

Lenin’in kaleme aldığı Merkez Komitesi kararı Avrupa’da dünya sosyalist devriminin yükselişini ve Almanya’daki donanma isyanını zikrederek başlıyordu. Hem de ayaklanmanın eşiğine gelinen bir aşamada ve ister istemez tüm gözler kısa süre içinde ulusal düzeyde bir ölüm kalım savaşının başlayacak olmasına çevrilmişken söze dünya devrimiyle başlamak… Proleter devriminin uluslararası karakterinin ve Lenin’in bu ilkeye nasıl bir kesinlikle bağlı olduğunun daha çarpıcı bir kanıtı olamaz! Lenin bu karar metninde halkın partiye desteğini ve köylü kitlelerinin hareketlenmesini dünya devriminin gelişiminden sonra ele almış ve en son olarak askeri duruma sözü getirip parti örgütlerini ayaklanma için son hazırlıklarını yapmaya çağırmıştır.

Darbecilerle devrimcilerin farkı

Ayaklanma sorunu, Bolşevikler açısından hiçbir şekilde bir hükümet darbesine indirgenmemiştir. Mesele çok net bir şekilde proletaryanın iktidarı fethetmesi şeklinde ortaya konmuştur. Bunun hangi araçla gerçekleşeceği sorunu ise bir süre belirsiz kalmıştır. Bolşeviklerin ana sloganı “bütün iktidar sovyetlere” idi ve bu slogan iktidarın Sovyetler aracılığıyla alınması gerektiğini çağrıştırmaktaydı. Ancak hâlâ sovyetlerin yürütme komitesinde uzlaşmacı Menşevik ve Sosyal Devrimciler etkindi. Devrimden yana değil ona karşıydılar. Fabrika komiteleri ve sendikalar ise Bolşeviklerin kontrolündeydi ve bu yüzden bir süre boyunca bunların ayaklanmanın organı olabileceği düşünüldü. Ancak mesele hangi örgütün değil hangi sınıfın iktidarı alacağıydı. Bolşevikler meseleye böyle bakıyordu.

Ancak burjuva hükümetin devrimden korkarak, Bolşeviklerin etkisini arttırdığı Başkent Petrograd’daki garnizonu cepheye göndermeye karar vermesi tartışmanın seyrini değiştirdi. Bu karar cephenin ihtiyacının değil Kerenskiy’in karşı-devrimci girişiminin bir ifadesiydi. Uzlaşmacılar dâhil tüm sovyet bunun farkına vardı. Petrograd garnizonunun cepheye gönderilmesi tartışması içinde sovyet bünyesinde bir Askeri Devrimci Komite kuruldu. Bu komite hükümetin askeri birliklerin sevkine dair kararlarına onay vermedikçe askerler yer değiştirmeyecekti. Bu komiteyi Bolşevikler kurmadı. Ancak bu komitenin ayaklanmanın organı olabileceğini gördüler. Askeri Devrimci Komite’nin başına Petrograd Sovyeti’nin de başkanı olan Trotskiy geçti. Sovyetlerde Bolşeviklerin artan sayısal ve siyasal etkisi, askeri alanda da tamamlanınca ayaklanma için sovyetlerin yerine başka bir organ arama gereği de ortadan kalktı. Askeri Devrimci Komite’nin bir ayağı kışlada, bir ayağı fabrikalardaydı. Bu hiç kuşkusuz ki bir cunta değil halk ayaklanmasının komuta organıydı. Kerenskiy, Bolşevikleri suçladığında ve Bolşevikleri darbeci kendini demokrat gibi göstermeye çalıştığında Trotskiy ona şöyle cevap vermişti: “Programının gerçekleştirilmesi amacıyla iktidarın fethi için mücadele eden partimiz ülkenin emekçi kitlelerinin çoğunluğunun örgütlü iradesine karşı iktidarı ele geçirmeye hiçbir zaman çalışmamıştır ve çalışmamaktadır.”

Bolşevikler bu sözlerden sonra da böyle bir şeye tenezzül etmedi. Ayaklanma kararının verildiği Merkez Komitesi’nde Sverdlov’un daha önce sözünü ettiğimiz örgütsel raporu, istendiğinde Minsk’teki karargâha el koymanın mümkün olduğunu ve Petrograd’a devrimci bir kolordu gönderilebileceğini bildiriyordu. Bu bilgi muazzam önemdeydi elbette. Ancak sonuçta Bolşevikler için sorun iktidarın hangi birliklerle alınacağı değil fabrika komiteleri ile mi işçi, asker ve köylü temsilcileri sovyetleri ile mi alınacağı sorunuydu. İşçi sınıfının öncü partisi bir darbe tezgâhlamıyor, tüm dünyayı sarsacak bir işçi devrimini örgütlüyordu.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Eylül 2017 tarihli 96. sayısında yayınlanmıştır.