DİP 2020’yi “Türkiye Komünist Fırkası yılı” olarak kutluyor!

Türkiye Komünist Fırkası

1920, Türkiye proletaryasının dünya proletaryası ile bütünleşmiş ilk partisinin, Türkiye Komünist Fırkası’nın kurulduğu yıl. Devrimci İşçi Partisi, Bolşevizmin bütün ana ilkeleriyle birlikte 100 yıl önce, 10 Eylül 1920’de kurulan Türkiye Komünist Fırkası’nı da genel programatik yaklaşımıyla, demokratik merkeziyetçiliğiyle, parti disipliniyle, enternasyonalizmiyle kendine örnek alıyor. Bu sebeple 2020’yi TKF yılı olarak kutluyor. Bu ilk yazının ardından yıl boyunca TKF’nin özelliklerini okuyucularımıza aktarmaya devam edeceğiz.

 

2018-2023 arasında, 20. yüzyılın başında Türkiye’de büyük devrimci dönüşümlerin yaşandığı bir dönemin 100. yıldönümünü yaşıyoruz. 2019’da 19 Mayıs’ın (aslında çok önemi olmayan bir tarihtir), Erzurum Kongresi’nin (23 Temmuz), Sivas Kongresi’nin (4 Eylül) 100. yıldönümlerini yaşadık. 2020 bunlardan çok daha önemli bir yıldönümünü, saltanatın yerine cumhuriyetin kurulması ile sonuçlanacak olan kurucu meclisi simgeleyen Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılmasının 100. yıldönümünü, 23 Nisan 2020’yi getirecek. Kuşkusuz başka tarihler de önemli 2020’de.

Ama bizim açımızdan en önemlisi 10 Eylül 2020’dir. 100 yıl önce o gün Azerbaycan’ın başkenti Bakû’de Türkiye Komünist Fırkası’nın (TKF) kuruluş kongresi açılmış, yedi gün devam eden oturumlardan sonra bir program ve bir tüzük kabul ederek ve Merkez Komitesi’ni seçerek 16 Eylül’de çalışmalarını tamamlamıştır. Bu parti Komünist Enternasyonal’in bir seksiyonu olarak, sadece bir seksiyonu olarak değil, onun içinden ve onun bir ürünü olarak doğmuştur. Bu parti Türkiye proletaryasının dünya proletaryası ile bütünleşmiş ilk partisidir. Yani hem işçi sınıfı karakteri taşır, hem de enternasyonalisttir.

Devrimci İşçi Partisi’nin atası

İşte bu yüzden bu parti Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) atasıdır. Biz DİP’i doğrudan doğruya Komünist Enternasyonal’in mirasçısı olan devrimci Marksist geleneğin temsilcisi ve sürdürücüsü olarak şekillendirdik. Bu bakımdan DİP, Komintern’in bir seksiyonu olarak kurulan Türkiye Komünist Fırkası’nın mirasını sahiplenmekte tamamen haklıdır. DİP’in kuruluşu, 2007 yılında, bir uluslararası akımın mensubu olarak, o akımın çeşitli temsilcilerinin hazır bulunduğu bir toplantıda ilân edilmiştir. Yani DİP bir enternasyonal örgütlenmenin, işçi sınıfının bir dünya partisine ihtiyacı olduğunu vurgulayan ve o partinin inşası uğruna taş üstüne taş koyan bir yapının üyesi olarak kurulmuştur. Bu açıdan, Komünist Enternasyonal’in Türkiye seksiyonu olarak kurulmuş olan TKF ile aynı yolu tutmuştur.

Enternasyonalist bir parti

TKF’yi o günden bu yana kurulan bütün partilerden ayıran yanı devrim programının dünya devrimi olması, bu yüzden bir dünya partisinin ve her ulusal partinin bu dünya partisinin bir seksiyonu olarak örgütlenmesinin gerekliliğine inanmasıdır.

“Sosyal devrim gibi, devrimin burjuvaziye üstünlük ve zaferinden çıkan komünizm uygulaması da dünya çapında bir niteliğe sahiptir.” (Program, madde 8).

Programatik hedef bu olunca partinin karakteri de belirlenmiş olmaktadır:

“Türkiye Komünist Fırkası yukarıda sözü edilen ilkelere dayanarak, son dönemin insanlık âlemine yeni ve her anlamıyla özgür hayat vaad eden sosyal devrim olduğu inancıyla ve her şeyden önce bir ‘amele ve rençper’ partisi olarak dünyanın diğer komünist partileriyle beraber Üçüncü Enternasyonal’i oluşturma ve onun kendisi de uluslararası olan burjuvazi ile mücadelesine faal bir organ olarak katılır.”

Bugün DİP’ten başka TKF’yi izlediğini iddia eden hiçbir parti, TKF’nin kendisini tanımlayışının temeli olan bu yaklaşımlara uygun bir pratik izlememektedir.  

Halkların kardeşliği

TKF’nin kurulduğu dönem (1920), Osmanlı devletinin dağılması süreci içinde, özellikle Birinci Dünya Savaşı döneminde, gayri müslim halkların (Ermeni, Rum, Süryani vb.) zorunlu göçe tâbi tutulduğu, ağır baskı gördüğü, hatta katliamlar yaşadığı bir dönemdir. Aynı dönemde Ankara’daki Kemalist önderlik sadece Anadolu’daki Müslüman halkların kurtuluşu ile ilgilenirken TKF, enternasyonalizmi gereği, bu halklarla dostane bir ilişkiyi programının bir parçası yapacaktır. Programın 7. maddesi “TKF, muhtelif milletlere mensup inkılapçı amele ve rençber sınıfları arasında eski düşmanlıkları kaldırmak için aşağıdaki en kat’i çarelere girişir” dedikten sonra hem federasyon şeklinde örgütlenmeyi öngörmekte, hem de gerektiğinde ulusların kendi kaderini tayin hakkını “plebisit usulu”ne bağlayarak kabul etmektedir.

Bolşevik karakterde bir parti

DİP henüz parti öncesi döneminden beri Lenin’in proletarya partisinin örgütsel sorunlara özel bir önem vermesi gerektiğine dair vurgusuna özel bir dikkat sarf etmiştir. Disiplinli ve merkezi bir savaş örgütünün gerekliliği, her türlü ademi merkeziyetçiliğin ve yatay örgütlenmenin kutsandığı, örgütsel liberalizmin ve küçük burjuva bireyciliğinin kol gezdiği bir çağda ne kadar vurgulansa azdır. Bolşevik geleneğin doğrudan içinden doğan TKF de aynen DİP gibi, parti içi disiplin ve demokratik merkeziyetçiliği örgütsel yaşamının köşe taşları olarak saptamıştır. Tüzüğünün 46 ve 47. Maddelerinde şu hükümler yazılıdır:

“Parti üyesi ve örgütleri arasında disipline uyma meselesine büyük özen gereklidir. (…) Üst kurulların kararlarını uygulamamak ve partinin fikirlerine hizmet etmemek suç oluşturur. Bu yolda kusuru görülen örgütler üstlerindeki kurul tarafından önce uyarılır, sonra dağıtılarak yerlerine geçici yönetim kurulu atanır, bütün bunlar gerekçeleriyle birlikte Merkez Komitesi’ne bildirilir. Kusurlu üyeler ise, önce uyarıldıktan sonra sorumlu oldukları işlerden geçici olarak geri çağrılırlar veya partiden bütünüyle ihraç edilirler.”

Ekim devriminin ateşinde pişmiş bir parti

Kısacası, en önemli açılardan Bolşevizmin geleneğinde, Ekim devriminin ateşinde pişmiş bir parti ile karşı karşıyayız. Ne yazık ki, hemen baştan ağır bir saldırıya uğrayan parti, başta önderi Mustafa Suphi olmak üzere en önemli yönetici kadrolarını yitirmiş, daha sonra da 1920’li yılların ortalarından itibaren Komintern’in öteki partilerinin kaderini paylaşarak bürokratikleşmiş, proletarya devrimi perspektifini yitirmiştir. Bugün Devrimci İşçi Partisi, Bolşevizmin bütün ana ilkeleriyle birlikte TKF’yi de genel programatik yaklaşımıyla, demokratik merkeziyetçiliğiyle, parti disipliniyle, enternasyonalizmiyle kendine örnek alıyor. Yıl boyunca TKF’nin özelliklerini okuyucularımıza aktarmaya devam edeceğiz.

 

Mustafa Suphi

Mustafa Suphi

“Bu adam Lenin’in yegâne adamıdır ve Lenin Türkiye hakkında bir iş yapmadan evvel mutlaka Mustafa Suphi ile görüşür….” Mustafa Kemal 1921 Ocak ayında, Suphi ile arkadaşlarının Trabzon’da kayıkçılar kâhyası Yahya ile adamları tarafından katledilmesinden kısa süre önce Büyük Millet Meclisi’nde böyle diyordu. O olayda öldürülen 15 komünistin hepsi bizim için azizdir, ama Mustafa Suphi tarihi önderimizdir.

1882 yılında doğmuş olan Mustafa Suphi, 1908 Hürriyet devrimi sırasında Paris’te doktora yapmaktaydı. Devrimi desteklemiştir ama kısa süre sonra İttihat ve Terakki’ye muhalif bir başka parti kurmuş, bu yüzden sürgüne gönderilmiş, Rusya’ya kaçmış, savaş sırasında Bolşeviklere katılmıştır. İşte o andan itibaren sadece Türkiye komünistlerini değil, Müslümanlık âleminin bütününün komünistlerini örgütlemek için çırpınan bir komünist önder haline gelmiştir. 1918-20 arasındaki faaliyetiyle Türkiye’deki ve Sovyet Rusya’daki komünistleri birleştirmiş, Eylül 1920 başındaki Bakû Doğu Halkları Konferansı’na Türkiye komünistlerinin baş temsilcisi olarak katılmış, hemen ardından yine aynı şehirde yapılan birinci kongre ile Türkiye Komünist Fırkası’nı Bolşevik bir anlayışla ve dünya partisi Komintern’in seksiyonu olarak kurmuştur. Bundan sadece dört ay sonra Türkiye burjuvazisinin temsilcilerince Trabzon’da katledilecektir. Anısı bugün Türkiye’nin gerçek Marksistlerine, yani işçi sınıfı sosyalistlerine, yani komünistlerine yol göstermektedir.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2020 tarihli 124. sayısında yayınlamıştır.