Bedelli vesilesiyle Marksizm ve pasifizm

DİP’in tutumu, her türlü savaşa, şiddete ve dolayısıyla da orduya karşı çıkan pasifizmden ve günümüzde profesyonel orduyu savunan liberalizmden kesin bir şekilde ayrılıyor. Zorunlu askerliğin kaldırılmasını savunanlar, açıkça söylemeseler de profesyonel orduyu savunmuş oluyorlar ve sosyalizmin metotlarını burjuva demokratlığına kurban ediyorlar.

"Silah elde etmeye ve bunların kullanılışını öğrenmeye çalışmayan ezilen bir sınıf, köle muamalesi görmeyi hakeder." (Lenin, Sosyalizm ve Savaş)

“Ya paranı, ya canını” yasası ile birlikte sosyalistlerin askerlikle ilgili nasıl bir tutum alması gerektiği sorunu ön plana çıkmış oldu. Devrimci İşçi Partisi bu konudaki tavrını bir bildiriyle ortaya koydu. DİP “Ya paranı, ya canını” yasasına ve profesyonel orduya ikirciksiz biçimde karşıya çıkıyor.

 

Sınıf çelişkisini derinleştirmek

Hakim sınıflar bedelli askerlik yasasıyla yoksul halka “ya paranı, ya canını” derken, sosyalist bir partinin tavırsız ve tarafsız kalması olanaksızdır. Proletarya ve burjuvazi arasındaki çelişkiyi apaçık ortaya seren bir uygulama karşısında bu çelişkiyi derinleştirecek bir ajitasyon ve propaganda gerekir. Geniş yığınlar ancak bu şekilde beyinlerini tutsak eden şovenist ve milliyetçi propagandadan uzaklaştırılabilir. Emekçi gençleri savaşa gönderenlerin, kardeşleriyle karşı karşıya getirenlerin ikiyüzlülüğü ancak bu şekilde teşhir edilebilir. Bu koşullarda “Askere gitme!” çağrısı yapmak sınıf çelişkisini söndürmekten başka bir işe yaramaz. Bu çağrıların iyi niyetle yapılması sonucu değiştirmez. Biz Marksistler iyi dileklerin değil işçi ve emekçi kitlelerin gücüne güveniriz.

 

Askerlik meselesinde pasifizm ve Marksizm

DİP’in tutumu, her türlü savaşa, şiddete ve dolayısıyla da orduya karşı çıkan pasifizmden ve günümüzde profesyonel orduyu savunan liberalizmden kesin bir şekilde ayrılıyor. Ne yazık ki pasifizmin ve liberalizmin etkisi altındaki sol ve sosyalist hareket içinde benzer bir konumu savunan pek yok. Vicdani ret hakkıyla birlikte zorunlu askerliğin kaldırılmasını savunanlar, açıkça söylemeseler de profesyonel orduyu savunmuş oluyorlar ve sosyalizmin metotlarını burjuva demokratlığına kurban ediyorlar.

Halbuki profesyonel orduya karşı çıkmak, devrimci politikanın merkezinde olmalıdır. Emperyalist ülkelerin profesyonel orduları seçmeleri bir uygarlık belirtisi olarak sunulmaktadır. Ancak tam tersine bu, söz konusu ülkelerin barbarlıklarına delalettir. Yugoslavya’dan Afganistan’a, Irak’tan Libya’ya bu profesyonel orduların nasıl profesyonelce kan döktüklerine tüm dünya halkları şahittir. ABD’nin Irak’ta kullandığı paralı askerlerin nasıl hunharca cinayetler işlediğini duymayan kalmamıştır. Çünkü bu askerler paralı katillerden farksızdır. Oysa vatandaş ordusu, toplumun en yoksul sınıflarından oluşur. Bu insanlar meslekten asker de değildir, hayatlarını askerlikle de kazanmamaktadırlar. Dolayısıyla, bir gün yapılanlara isyan edebilirler.

Bugünkü sistemde geçerli olan vatandaş ordusu, işçi ve köylü yığınlarını zorunlu askerlik hizmeti temelinde silah altına almaya dayanır. Profesyonel ordu ise paralı askerlere dayanır. İkisi de kapitalizm koşullarında burjuva ordusudur. İkisi de hiyerarşi ve disipline dayalıdır. İkisi de devletin resmi ideolojisini askere aldığı kişilere dayatır. Aralarındaki temel fark vatandaş ordusunun halkın bağrındaki sınıf çelişkilerini daha dolaysız biçimde ordu içine taşımasıdır. Profesyonel orduda ise paralı askerlikle bu çelişkilerin yumuşatılmış olmasıdır.

Bu fark sosyalistler açısından es geçilebilir bir fark değildir. Paralı asker tarih boyunca en acımasız asker olmuştur. Ekmeğini “öldürme sanatı”ndan kazandığı için efendilerine hep en iyi hizmeti vermek ister. Bu yüzden emperyalistler ve kapitalistler en kirli savaşlarında paralı/profesyonel askerlerin sadakatine güvenebilirler. Oysa işçilerden ve köylülerden oluşan bir ordu her zaman “yeter artık!” diyebilir, silahını ezilene karşı kullanmadığı gibi kendi devletine karşı isyan da edebilir.

 

Vicdani ret

Vicdani ret sorununu devrimci Marksistler birkaç düzeyde ele alırlar. İlk düzeyde, tarihsel bir kategori olarak vicdani ret karşısında ilkesel tutum söz konusudur. Çeşitli dini toplulukların veya bugün çeşitli duyarlılığa sahip insanların askerlikten ve silahtan kesin olarak uzak durmak istemesini saygıyla karşılamak mümkündür. Onlara zorla silah kullandırmak anlamsızdır. Ama unutmamak gerekir ki, vicdani ret diyen, sadece kendi inanç topluluğu veya daha da dar olarak şahsı hakkında konuşmaktadır. Vicdani ret, ancak genel kuralın dışında kalmak isteyenlerin kendilerine istisnai bir muamele yapılmasını talep ettikleri takdirde bir hak olabilir. Şayet vicdani ret kavramı bütün toplumun askeri alanda nasıl örgütlenmesi gerektiğine ilişkin birtakım kurallara dönüştürülecek olursa, bir hak olmaktan çıkar, toplumun bütününe kural koyan bir felsefe haline gelir.

İkinci bir düzeyde, Türkiye’de vicdani ret hakkı için mücadele edenlere saygı duyarız, haklarını savunuruz, onlara yönelik baskılara karşı çıkarız. Bunu, biz de onlar gibi düşündüğümüz için değil, sadece ve sadece onların haklarını savunmak ve onlara baskı uygulanmasını engellemek üzere yaparız.

Üçüncü bir düzeyde ise, vicdani ret taraftarlarından bütünüyle farklı düşündüğümüzü ortaya koyar, onları eleştiririz. Bizim askerlikle ilgili ortaya koyduğumuz devrimci Marksist tavır bireysel bir tercihi değil politik bir duruşu yansıtır. Vicdani retçi “ben öldürmeyeyim” der. Marksist “sen öldürmesen bile insanlar öldürülüyor, nasıl kendini ayırarak sorun çözülmüş gibi davranırsın?” der. Vicdani ret taraftarı şayet “kimse öldürülmesin, hiç savaş olmasın” derse vicdani retçi olmaktan çıkar, bütün savaşların kötü olduğunu söyleyen bir pasifiste dönüşür. Haksız bir savaşın barbarlığı karşısında bu savaştan uzak durmaya çalışan pasifiste, anarşiste ya da liberale karşı devrimci Marksist, söz konusu savaşın haklı taraf lehine sonuçlanması için ya da söz konusu olan emperyalist paylaşım savaşı ise kendi burjuvazisinin yenilgisi için mücadele eder. Pasifist, gerçekçi olmayan biçimde “savaşmayalım” diyerek kapitalizmin ve emperyalizmin kaçınılmaz olarak ürettiği savaşları gözü yaşlı seyreder. Marksist, gerçekçi biçimde bütün savaşlara son vermek için kapitalizme ve emperyalizme karşı savaşır.

 

Burjuvazinin çelişkisi ve işçi sınıfının iktidar perspektifi

Devrimci Marksistler işçi ve emekçilerin kitlesel biçimde silah altına alınmasından korkmazlar ve buna karşı çıkmazlar. Bunu burjuvazinin temel bir çelişkisi olarak görürler. Bir avuç sömürücüden oluşan burjuva sınıfı kalabalık orduları mecburen sınıfsal düşmanları olan yoksul yığınlardan oluşturur. Burjuvazinin bu çelişkisi onun başına defalarca felaketler getirmiştir. Rus ordusu zorunlu askerliğe dayalı bir vatandaş ordusu olmasaydı Ekim Devrimi’nde işçi ve köylü sovyetlerinin yanında asker sovyetlerinden bahsedilemezdi. Portekiz sömürgelerindeki ayaklanmalar Portekiz’de 1974 Nisan devrimini tetikleyemezdi, ABD ordusuna Vietkong’un vurduğu darbeler dalga dalga okyanusun ötesine bir tsunami gibi vuramazdı.

Lenin’in tavrı çok açıktır: “Bugün emperyalist burjuvazi, yetişkinler ile birlikte gençliği de askerleştiriyor, yarın kadınların askerleştirilmesine de başlayabilir. Bizim tutumumuz şu olmalıdır: Çok güzel! Son hızla ileri! Ne kadar hızlı hareket edersek, kapitalizme karşı ayaklanmaya o kadar yaklaşırız. Sosyal-Demokratlar nasıl olur da gençliğin vs. askerleştirilmesinden korkuya kapılırlar; yoksa bunlar, Paris Komünü örneğini unutuyorlar mı?” (Sosyalizm ve Savaş s. 59)

Trotskiy “Lenin ve Emperyalist Savaş” yazısında bunu şöyle ifade ediyor: “1914 Ağustosunda patlak veren savaşla birlikte ortaya çıkan ilk soru şuydu: Emperyalist ülkelerin sosyalistleri ‘anavatan savunusu’nu benimsemeli mi? Konu birey olarak sosyalistlerin askerlik yükümlülüklerini yerine getirip getirmeyeceği değildi; bu konuda başka seçenek yoktu, firar devrimci bir politika değildir. (A.B.Ç) Sorun şuydu: Sosyalist partiler savaşı politik olarak desteklemeli mi, savaş bütçesine oy vermeli mi, hükümete karşı mücadeleden vazgeçmeli ve ‘anavatan savunusu’ ajitasyonu yapmalı mı? Lenin’in cevabı şöyleydi: Hayır! Parti bunu yapmamalı, bunu yapmaya hakkı yok. Burada söz konusu olan şeyin savaş olması nedeniyle değil, fakat gerici bir savaş olması, dünyayı yeniden paylaşmak isteyen köle sahipleri arasındaki bir it dalaşı olması nedeniyle.”

Lenin ve Trotskiy’in savaş ve askerlik konusundaki politikası işçi sınıfının iktidar perspektifine bağlanmıştır. Devrimci Marksist politika vicdanları rahatlatmaya değil, iktidarı almaya yöneliktir. İktidar perspektifi olmayan, kendine biçilen “toplumsal muhalefet” rolünü içselleştirmiş sol için bunların tabii ki bir anlamı yok…

 

Güncel devrimci Marksist politika

Devrimci Marksizmin sosyalistlere savaş ve askerlik konusunda yol gösteren bu yaklaşımının bugüne yansıması profesyonel orduya karşı çıkılmasıdır. Ancak bugün daha da önemli olan, profesyonel ordunun Türkiye’nin bölgedeki politikaları çerçevesinde anlaşılmasıdır. Türkiye 25 yıldır bir savaşın içindedir. Kürt sorununun askeri çözümü ciddi bir tıkanma içine girmiştir. Bununla birlikte Türkiye, bir savaşı bitirmeden yeni savaşlara yelken açan agresif bir dış politika içindedir. Bu politika ABD emperyalizminin çıkarlarıyla eş güdümlü biçimde belirlenmektedir. İran’a yönelik emperyalist ve Siyonist bir saldırı kapıdayken, Malatya’ya İran’a karşı kalkan yerleştiren Türkiye, adım adım Suriye’ye müdahale hazırlığı yapmaktadır. Emperyalizmin sürekli savaşında daha aktif rol oynamak isteyen Türkiye, iç ve dış seferlere göre dizayn edilmiş paralı askerliğe dayalı modern bir yeniçeri ordusuna ihtiyaç duymaktadır. 

DİP, Suriye’ye yönelik olası bir dış askeri müdahaleye ikirciksiz biçimde karşıdır. Aynı sürecin bir parçası olarak İran’a karşı emperyalizm ve Siyonizm tarafından gerçekleştirilecek saldırıların karşısında İran’ın yanında yer alacaktır. Profesyonel orduya karşı çıkmak bu haksız savaşlara yönelik yapılan hazırlıklara karşı çıkmak demektir. Bugün bedelli askerlik tartışmaları dolayısıyla tüm algıları açılmış olan kitlelere yönelik profesyonel ordunun saiklerini teşhir eden aktif bir propaganda “savaşa hayır” ve “barış” sloganlarının atıldığı yüzlerce basın açıklamasından daha etkili olacaktır.