1917 Ekim devrimi: Ordudaki sınıf mücadelesi

Birinci Dünya Savaşı ve savaşın Çarlık Rusyası toplumundaki yansımaları 1917 Ekim devriminin gelişiminde son derece önemli bir rol oynamıştır. 1914'te savaş başladığında Rusya, İngiliz ve Fransız emperyalizmi ile birlikte savaşa dâhil olmuştu. Rusya, emperyalist bir güç değildi. Rus burjuvazisi komprador nitelikteydi, emperyalizmin acenteliğini yaparak geçiniyor ve hayatta kalıyordu. Ancak bu Rus burjuvazisinin, emperyalist paylaşım savaşında yer alma politikası gütmesine engel olmadı. 

Savaşta ölenler savaştan beslenenlere karşı

Trotskiy'in ifadesiyle "yabancı finans-kapitalin yarı yarıya kompradoru olan Rus burjuvazinin, tıpkı işvereninin işlerine gözünü diken yüzdeci bir acentenin yaptığı gibi, dünya emperyalist çıkarlarında gözü vardı." Rus hâkim sınıflarının emperyalist savaş vesilesiyle Türkiye'de Boğazlar, Galiçya ve Ermenistan üzerinde emelleri vardı. Rus burjuvazisi ve büyük toprak sahipleri savaşın başlangıcında milliyetçi şoven bir laf cambazlığı ile kitleleri kendi emelleri etrafında bir ölçüde seferber edebilmişti. Ancak hâkim sınıfların emelleri için yoksul emekçi ve köylülerin ödedikleri bedeller arttıkça hava dönmeye başladı. 

Rus hâkim sınıfları emperyalist paylaşım peşindeydi ancak 15 milyon kişinin silah altına alınmasıyla devasa bir boyuta ulaşan Rus ordusu iki yıl içinde 2 buçuk milyon ölü, 3 milyon da yaralı ve esir ile İtilaf Devletleri içindeki kayıpların yüzde 40'ını tek başına vermişti. İlk günlerin zafer naraları yerini saflarda bozulma, moralsizlik ve firarlarda artışa bırakmıştı. 

1915'te ordunun ihtiyacı olan araç-gereçleri sağlama adı altında milyarlarca rublelik bir havuz oluşturuldu ve bu havuzdaki parayla Rus burjuvazisine muazzam kârlar sağlandı. Moskova Tekstil Kumpanyası %75, Tver İmalathanesi %111 net kâr elde ederken Kolçugin Bakır Haddehanesi tek başına 12 milyon rubleden fazlasını kasasına koymuştu. Burjuvazi milyonlarla kazanıyor ve yoksullar milyonlarla ölüyorken bu savaşın kimin savaşı olduğu sorusu giderek kitleler nezdinde daha net cevaplara kavuşuyordu.

İşçinin, köylünün, askerin ortak talebi: "Ekmek ve barış!"

Bu koşullar altında 1917 yılının 8 Mart'ında (eski Rus takvimine göre 23 Şubat) grev yapan emekçi kadınların çaktığı kıvılcım, o gün yaşayanların beklemediği ama bugünden bakıldığında gayet anlaşılır bir şekilde tüm ulusu saran devrimci bir yangına dönüştü. İşçilerin yaşadığı sefaletin en önemli nedenlerinden birinin savaş olduğu ortadaydı. "Ekmek" talebiyle başlayan eylemlerde kısa sürede "Kahrolsun savaş!" sloganları her yanı sardı. Elbette ki Çarlık, asker ve polisi kitleleri bastırmak için seferber etti. 

Kitleler polise öfke ile yaklaşmakta ancak askerlere karşı çok daha farklı bir duyguyla hareket etmekteydi. İşçiler polise atlı firavunlar adını takmıştı. Rus askerleri de sertlikleriyle ünlü Kazaklar dâhil ayaklanan emekçilere karşı yer yer sempati duymaktaydı. "Kazaklar ateş açmayacaklarına söz verdiler" fısıltısının kulaktan kulağa yayılması kitlelerin cesaretini arttırıyordu. İşçiler karşılaştıkları her yerde askerlere atlı firavunlara karşı birlikte hareket etme çağrısı yapıyordu. Bu çağrı her zaman karşılık bulmasa da askerler “atlı firavunlar”la birlikte kitleyi ezmekte istekli değillerdi. Günler geçtikçe giderek kitleselleşen grevler, sonunda çarlığı deviren Şubat devriminin zaferini getirdi.

Ordudaki sınıflar

Devrim, ordu saflarındaki sınıf mücadelesini daha da keskinleştirdi. Evet, tüm Rusya'da yaşanan sınıf kavgası ordu saflarında da kendine özgü biçimlerde sürmekteydi. Bunda ordunun yapısındaki değişimin de payı vardı. Zorunlu askerliğin ihdası orduyu ulusallaştırmıştı. Trotskiy'in deyimiyle "burjuva devrimini yapmamış olan bir ulusun tüm çelişkilerini ordunun içine soktu." Ordularda çeşitli uzmanlaşma ve iş bölümleri piyade, topçu, süvari vb. sınıflarıyla ifade edilir. Rus devriminde ulusun bağrındaki sınıfsal çelişkiler ordudaki sınıflarda da yansımasını buldu. 

Yoksul köylülerin ağırlığını oluşturduğu piyade sınıfında çözülme en hızlı şekilde yaşanıyordu. Diğer yandan şehirlerde yükselen sınıf mücadelesi cepheye dolaylı değil doğrudan etki etmeye başladı. Çünkü grevci işçiler ceza olarak cepheye gönderiliyordu. Böylece cephede hoşnutsuzluk yaşayan köylü askerler, sınıf mücadelesinin bilgi ve deneyimiyle donanmış öncü işçilerle siperlerde kader birliği yapmaya başlayacaktı. 

Ordu içinde işçi sınıfının en çok yansımasını bulduğu yer ise deniz kuvvetleri oldu. Bahriyeliler gemilerde yaptıkları iş itibariyle daha fazla eğitime ihtiyaç duyuyorlardı ve bu yüzden aralarında nispeten daha fazla şehirli ve işçi kökenli asker bulunmaktaydı. Ayrıca bahriyelilerin gemilerdeki yaşam koşulları da işçi sınıfının fabrikalardaki iş bölümüne benzer özellikler taşımaktaydı. 

Bu koşullar altında ordunun en kızıl birliklerinin bahriyelilerden oluşması, Petrograd yakınındaki Kronştad deniz üssünün bir devrim üssüne dönüşmesi boşuna değildir. Mürettebatının isyan ederek kızıl bayrak çektiği Potemkin zırhlısının 1905 devriminin sembolü olması gibi 1917 Ekim devriminin sembolü de Kışlık Saray'ı bombalayan Avrora Kruvazörü olacaktır.   

Askerlerin subaylar üzerindeki diktatörlüğü

Elbette ki şehirde patlak veren devrimin cephelere ulaşması dönemin koşulları yüzünden gecikmeli oluyordu. Subaylar devrim haberini almıştı ancak Petrograd'dan gelen mektupları askerlere ulaştırmıyor ve şehirden gelen ziyaretçileri gözaltına alıp askerlerle görüştürmüyorlardı. Devrim haberi gerici subayların çabaları yüzünden gecikmeli de olsa cepheye ulaştığında bir devrim de siperlerde oldu. Tüm askerler üniformalarına kızıl kurdeleler takıyordu. Elbette subaylar içinde de devrime sempatiyle yaklaşanlar vardı ve onlar da kızıl kurdeleleri üniformalarına iliştirdi. Ancak askerlerin kırmızı kurdeleleri sökmelerini emreden bazı subayların bizzat askerler tarafından linç edilmesi gibi olaylar, subay sınıfının kırmızı kurdele takmaya başlamasında çok daha etkili olmaktaydı.

Ordudaki çözülüş ve devrimin birleştiriciliği

Şehirde işçilerin "kahrolsun savaş" sloganları, cephede askerler tarafından "mevzileri savunun, taarruz etmeyin" şeklinde formüle edildi. Askerler taarruz etmeye direniyor ve barış talep ediyordu. Şubat devriminin öne çıkardığı en önemli taleplerden biri yoksul köylüye toprak dağıtılmasıydı. Bu beklenti, çoğunluğu köylülerden oluşan askerler arasında devrimci bir coşku yarattı. Ancak cephedeki köylü kökenli askerler barış talebine öncelik veriyordu. "Ben burada öldükten sonra toprağı ne yapayım" diyen köylüler önce barış sonra toprak demeye başladılar. Böylece ekmek sloganıyla başlayan devrim toprak ve barış talepleriyle birlikte en ön siperlerden en gerideki köylere kadar tüm ulusu birleştirdi. Bu anlamda ordudaki çözülüş aslında bir yozlaşma ya da firar biçiminde cereyan etmedi. Tam tersine devrimle birlikte firarlarda büyük bir azalma görüldü. Orduda çözülen, sömürücü sınıfların hâkimiyetiydi. Ordu toprak sahiplerinin ve burjuvazinin boyunduruğundan çıktıkça Rus ulusuyla bütünleşti. Bu bütünleşmeyi sağlayan köprü devrimdi. Devrim ise işçi sınıfının ve yoksul köylülüğün oluşturduğu sağlam ayaklar üzerinde yükselmekteydi. 

Lenin’in savaş politikası

Solda Lenin’in Cihan Harbi’ndeki savaş politikası son derecede tek boyutlu ve indirgemeci biçimde ele alınır. Lenin’in “devrimci bozgunculuk” politikası bütün savaş boyunca geçerli imiş gibi düşünülür. Oysa Lenin’in savaş politikası “emperyalist savaşı devrimci iç savaşa dönüştürmek”tir esas olarak. Savaşın başladığı Ağustos 1914 ile 1917 Mart (yani Şubat devrimi) arasındaki iki buçuk yıl boyunca bu, “devrimci bozgunculuk” yani her ülkenin proletaryasının kendi emperyalist devletinin yenilgisi için mücadele etmesi biçimini almıştır. Ama Şubat devriminden itibaren bu taktik yerini yeni bir yaklaşıma, barış ve siperlerde kardeşleşme politikasına bırakmıştır. 

Bunun nedeni, proletarya devriminin, yani sovyet iktidarının artık güncel hale gelmesi, Bolşeviklerin doğrudan iktidara aday olmasıdır. Yani “emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi” süreci tamamlanmıştır. Sovyet iktidarı için mücadele iç savaş demektir! Dolayısıyla, barış, iç savaşın politikasıdır. Şubat devrimi sonrasında askerlerin davranış kalıpları (“mevzileri savunun, taarruz etmeyin” yaklaşımı, barış talebi, firarlarda azalma) ile Lenin’in “devrimci bozgunculuk”tan “barış” talebine geçişi arasındaki paralellikler çarpıcıdır. 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2017 tarihli 93. sayısında yayınlanmıştır.