19 Mayıs hiçbir şeyin başlangıcı değildir!

19 Mayıs hiçbir şeyin başlangıcı değildir!

On yıllardır olduğu gibi bugün de 19 Mayıs, Milli Mücadele’nin, emperyalist işgale karşı direnişin, saltanatın sona erip cumhuriyetin kurulmasının başlangıç noktası olarak kutlanacak. Bunların hiçbiri doğru değildir. 19 Mayıs bir başlangıç noktası değildir zira Mustafa Kemal Samsun’a emperyalizme karşı silahlı direnişi örgütleme kararı ile çıkmış olsa bile, Milli Mücadele, emperyalist işgale karşı direniş ve saltanata karşı halkın yönetimi yolunda yürüyüş, Mondros Mütarekesi’nin (2 Kasım 1918) hemen ertesinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri Anadolu ve Rumeli topraklarında kurulduğunda başlamıştır. Yani Mustafa Kemal sadece genel eğilimin bir parçası olarak hareket ediyor olurdu. Ama yukarıdaki “bile” dahi doğru değildir. Mustafa Kemal, İngilizlerin talebi üzerine padişah tarafından Karadeniz’de Türkler ile Rumlar arasında yaşanan çatışmaları kontrol altına alma amacıyla görevlendirilerek 16 Mayıs’ta İstanbul’dan ayrılıp 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktığında kafasında emeryalist işgale karşı silahlı direniş kararı olduğuna dair hiçbir ciddi belirti yoktur.

Aşağıda yoldaşımız Sungur Savran’ın Devrimci Marksizm dergisinde yayınlanmış bir yazısından, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmadan önceki altı aylık İstanbul döneminde İngiliz emperyalizmiyle arayı sıcak tutmaya ve Saray’la yakın ilişki kurarak hükümete girmeye çalıştığını gösteren, onu silahlı bir direnişin önderi olmaya ikna eden şeyin ise muhtemelen Sovyet Rusya’dan gelen ittifak önerisi olduğunu anlatan bölümü aktarıyoruz. Yani Türkiye’nin emperyalist işgalden kurtularak bir cumhuriyet yönetimine geçişi, Lenin ve Trotskiy’in önderliğindeki Ekim devriminden ve Sovyet devletinden kopartılarak anlaşılamaz. Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkışının, sadece yukarıda sözü edilen nesnel faktörler dolayısıyla değil, Mustafa Kemal’in kendi öznel yönelişi bakımından da hiçbir şeyin başlangıcı olmadığını burada anlatılanlardan açıkça görmek mümkündür. Resmi tarih tezini onaylayanlar, aynı zamanda, Sovyet devriminin Türkiye’nin emperyalist işgaleden kurtuluşunda ne kadar önemli bir rol oynadığını saklamış oluyorlar. Savran’ın yazısının (“Bir ihtilal olarak Millî  Mücadele (1): Burjuvazinin güçleri”) tamamı Devrimci Marksizm sitesinde derginin 41-42. çift sayısında okunabilir (http://www.devrimcimarksizm.net/en/sayi/devrimci-marksizm-41-42).

Okurlarımıza bu konuda ayrıca geçen yıl Gerçek sitesinde yayınlanan “19 Mayıs değil, 23 Nisan, 23 Temmuz, 29 Ekim!” yazısını da tavsiye ederiz. https://gercekgazetesi.net/teori-tarih/19-mayis-degil-23-nisan-23-temmuz-29-ekim

Gerçek

 

Sovyet devriminin Anadolu’nun emperyalizmden kurtuluşunda oynadığı rolün Mustafa Kemal’in kişisel gelişimi üzerindeki tesiri aracılığıyla da büyük bir etkisi olduğu kanısındayız. Mustafa Kemal başlangıçta olmasa da zamanla Ankara hareketinin belirleyici önderi haline geldiğine göre, onun yaşadığını düşündüğümüz büyük siyasi değişim hareketin kaderi üzerinde mutlaka bir rol oynamıştır.

Mesele, çok ayrıntıya girmeksizin, şöyle ifade edilebilir: Mustafa Kemal, Cihan Harbi kaybedildikten ve Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) imzalandıktan sonra 13 Kasım’da İstanbul’a gelmiş ve 16 Mayıs 1919’a kadar tam altı ay başkentte kalmıştır. Son dönemde gelişmekte olan bir endüstri, Mustafa Kemal’in İstanbul’da Anadolu’ya önderlik etmek için büyük planlar ve hazırlıklar yapmış olduğunu iddia ediyor.[1] Oysa ortaya çıkan ürünler, yapılmak istenenin tam tersi sonucu veriyor.[2] Mustafa Kemal’in İstanbul’daki altı ayı bu kitaplarda bile bir magazin tadında, sarayın prensesleriyle yaşanan maceralar merkezde olmak üzere anlatılıyor. Siyasi boyut ise daha ziyade İngiliz emperyalistlerinin güvenini kazanmak ve Mustafa Kemal’in yaveri sıfatını haiz olduğu Sultan Vahdettin’den bir hükümet pozisyonu elde etmekle sınırlı. Kâzım Karabekir Mustafa Kemal’in karşısında olduğu için bu altı ayı acımasız bir şekilde tasvir eder, ama söylediklerinde haksız görünmemektedir.[3] Mustafa Kemal değiştiyse Nisan ortasında değişmiştir; oysa Karabekir o tarihte İstanbul’dan tayinini çıkarttırdığı Erzurum’a hareket etmiştir. Karabekir kadar taraf olmayan, ama tarihe Kemalist ideologlardan daha soğukkanlı ve ideolojik körlüğe kapılmadan bakan yazarlar da Mustafa Kemal’in İstanbul dönemini en iyisinden “sistem içi” çalışma olarak nitelemişlerdir. Yani İngiliz emperyalizminin ve onun sözünden çıkmayan padişahın hâkimiyetini kabul edip o sınırlar içinde elden geldiğince daha iyi bir sonuç elde etmek.[4]

Mustafa Kemal’in İstanbul döneminin büyük bölümünde takındığı bu tutum ne zaman ve neden değişmiş, Mustafa Kemal “sistem içi” çalışmaktan vazgeçerek silahlı mücadeleye ne zaman ve nasıl karar vermiştir? Bu konuda yaygın bir açıklama 15 Mayıs’ta Yunanistan’ın İzmir’i işgalinin başkaları üzerinde olduğu gibi Mustafa Kemal üzerinde de bir şok etkisi yarattığıdır.[5] Bu, duygusal bir anlamda muhtemelen doğrudur. Yani Türklerin çoğunluğu gibi, Mustafa Kemal de işgalden sarsılmış olabilir. Ama bu duygu nasıl olmuş da bir strateji değişikliği ile sonuçlanmıştır? Asıl soru budur.

Bu sorunun cevabı çok karışıktır. Çünkü Mustafa Kemal’in kendisi tayinini hem kendisini İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir ayak oyunu olarak sunmaktadır (bu demektir ki aklı hâlâ sarayda ve bakanlık koltuğundadır), hem de vatanı kurtarmak üzere Harbiye Nezareti’ndeki üst düzey yetkililerle anlaşmasının bir sonucu olarak. Bu çelişkili ifadelerden hangisine inanacağımızı bilmek zordur. Ama denebilir ki ikinci açıklama, yani tayinin vatanı kurtarmak için Mustafa Kemal’in kendi çabasıyla çıkarttırılması hipotezi doğru ise o zaman Mustafa Kemal’in “sistem içi” bakış açısını İstanbul’da bir aşamada değiştirmiş olması, Anadolu’da direnişi benimsemiş olması gerekir. Bu senaryoya en makul açıklamayı Erik Jan Zürcher yapıyor. İttihat ve Terakki’nin önde gelen adamlarından, Enver’in ve Talat’ın Almanya’ya kaçarken arkalarında bıraktığı gizli örgüt Karakol’un liderlerinden, İttihat ve Terakki’nin eski İstanbul örgütü başkanı Kara Kemal’in Mustafa Kemal’i Anadolu’da silahlı mücadele için ikna etmiş olması olasılığını ortaya atıyor Zürcher. Ama bir yandan da bu hipotezin zayıf yanları olduğunu da teslim ediyor.[6]

Biz başka bir olasılığın araştırılması gerektiğini düşünüyoruz. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından sonra etrafı muamma ile çevrili bir dönem vardır. Bu, Havza’da geçirdiği söylenen anlaşılmaz derecede uzun dönemdir. Güya burada bir kaplıcada tedavi görmek zorunda kaldığı ileri sürülüyor. Bu kadar önemli bir görevle, bütün askeri ve mülki amirler üzerinde büyük yetkilerle donanmış olarak Anadolu’ya çıkmış, Karadeniz bölgesinde Türkler ile Rumların karşılıklı çatışmalarını acilen önleme görevi verilmiş olan birinin birdenbire kaplıca tedavisine girivermesi gerçekten tuhaf bir manzara oluşturuyor. Bakın Karabekir bu konuda ne yazıyor: “Birkaç gün kalarak Erzurum’a hareket edeceğini bildiren Paşa Hazretleri[7] Erzurum’a 3 Temmuz 1335’te [1919] teşrif ettiler. Yani bir buçuk aylık bir müddet o havalide kalmak zaruretini hissettiler.”[8] Havza döneminin sırrı nedir?

Havza’da bir Sovyet yetkilisi ile görüşme yapılmıştır. Bu, konu ile ilgili literatürde hâkim kanıdır: Yani bir vakıa olması ihtimali çok yüksektir.[9] Ama bu Sovyet yetkilisinin kim olduğu sırdır. Kızıl Ordu komutanlarından Budyonni’nin (birçok kaynakta Budyenni olarak geçer) adının sık sık geçtiği bilinmektedir, ama Budyonni bunu yalanlamıştır. Yalanlayabilir ama bu, olayın gerçek olması ihtimalini ortadan kaldırmaz. Bazıları daha sonra Türkiye’ye geldiği kesin olan Budu Mdvani olasılığından söz ediyor. Buna göre, isim benzerliği kafa karışıklığına yol açmıştır deniyor. Olabilir.

Bu belirsizliğin yanı sıra olaylar gelişme süreci içinde dikkatle ele alındığında bu muamma daha da büyük bir anlam kazanıyor. Çünkü Mustafa Kemal’in Samsun’dan Erzurum’a bir buçuk ay süren yolculuğunda Havza’yı izleyen durak Amasya’dır. Burada Mustafa Kemal ve üç diğer komutan (Rauf (Orbay), Refet (Bele) ve Ali Fuat (Cebesoy)), kapalı bir toplantı yaparak ünlü Amasya Tâmimi’ni açıklamışlardır. Mustafa Kemal 23 Haziran’da Karabekir’e yolladığı şifreli telgrafta Amasya toplantısı için “Bolşevizmin suret-i telakki ve tecellisi [anlayış ve gerçekleşme biçimi] dahi müzakere edilerek (…) bunun memleket için bir mahzuru [sakıncası] olmayacağı düşünüldü” yazmıştır.[10]

Bu, olağanüstü bir gelişmedir. Çünkü Havza öncesinde Mustafa Kemal halka açık ya da kapalı hiçbir fikir beyanında Bolşevizme böylesine bir yakınlık göstermemiştir. Biz Mustafa Kemal’in Anadolu’da silahlı mücadele yoluyla kurtuluş fikrine Havza’da Sovyet temsilcisiyle (belki de günler boyu süren) görüşmesinden sonra ikna olduğu sonucuna ulaşmanın mümkün olduğunu düşünüyoruz.

Bu bakışa destek veren başka birtakım bulgulara da değinmek istiyoruz. Mustafa Kemal 1920’nin son günlerinde Ankara’da Sovyet temsilcisi Upmal Angorski ile gayet gergin bir görüşme yaparken birdenbire “Radek’le özel görüşmelerimiz”den söz ediyor.[11] Yukarıda değindik: İttihatçı liderlerle Radek’in görüşmesi alenen bilinen bir tarihi olgudur. Ama Mustafa Kemal’in Radek’le böyle bir görüşmesine dair herhangi bir kayda biz hiçbir yerde rastlamış değiliz. Bunun iki açıklaması olabilir: Ya Mustafa Kemal o anda başka bir Sovyet temsilcisini kast ederek yanlışlıkla Radek’in adını vermiştir, ama bu Radek’in ne kadar önemli bir isim olduğu düşünülünce pek inanılabilecek bir açıklama değildir: Mustafa Kemal daha 40 yaşındadır, yani belleği sapasağlam olmalıdır. Şayet birini Radek’le karıştırmış olsa bile o kişi de Radek kadar önemli biri olmalıdır, ki bu da başka bir gizli görüşmesi olduğunu ima eder. Ya da Radek’le bir görüşme yapılmıştır, ama nerede ve ne zaman olduğunu bilmiyoruz, çünkü bu görüşme gizli tutulmuştur. Mustafa Kemal Sovyet temsilcisine bunu söylemekte bir sakınca görmemektedir çünkü muhtemelen zaten bildiğini varsaymaktadır. Bilgi İngilizlerden ve/veya saraydan ve/veya Anadolu hareketi içindeki Bolşevik düşmanlarından gizlenmektedir. Ne demek istiyoruz? Burada da aynen Havza olayındaki gibi Sovyetler ile Mustafa Kemal’in ilişkisinde gizlenen bir yan vardır.

Bu dönemde Türkiye’de ve komşusu coğrafyalarda Komintern’in faaliyetleri hakkında doktora araştırması yapan yoldaşımız Burak Sayım’ın elde ettiği iki belge de yine bu tür gizli ilişkilere işaret ediyor. Bunlardan biri İstanbul’daki Fransız işgal güçlerinin istihbarat faaliyetleri sırasında elde ettiği bir bilgiye dairdir. Kutinşev (Fransızca yazılışıyla Koutincheff) adlı bir Sovyet yetkilisinin Sivas Kongresi sırasında Mustafa Kemal ile görüştüğünü belgeliyor.[12] İkincisi ise yine aynı Fransız işgal güçlerinin bir başka istihbaratıdır. Yapılan bir şemaya göre, Mustafa Kemal’in 1921 yılında Ankara’da iken yerli komünistlerle ve İstanbul’daki Sovyet misyonu ile yaygın bir temas ağı vardır.[13] Bunlar bir uçta buzdağının yalnızca görünen tepesi olabilir, öteki uçta yanlış istihbarat. Söylemek istediğimiz şey şudur: Mustafa Kemalin Sovyet Rusya temsilcileriyle, hatta Türkiye komünistleriyle ilişkileri üzerinde çok daha fazla belgeye ihtiyacımız var.

Mustafa Suphi’nin Yeni Dünya’da Temmuz 1920’de yayınlanmış bir yazısında da bu döneme ilişkin benzer bir izlenim doğuran bir pasaj vardır:

Geçen Balkan ve son Avrupa kasaplıklarında [Balkan savaşları ve Cihan Harbi kast ediliyor-ss] bahtsız Anadolu rençperlerinin kanının dökülmesine; çılgınca, merhametsizce o şekilde muharebeye karşı durmuş iken, Mustafa Kemal Paşa’nın yaklaşık bir yıl önce bize, Odesa’da iken bildirdiği isyana razı ve taraftar olduk ve bugün Antanta yağmacılığı karşısında büyük bir cephe açan Kuvayı Milliye ordularının başarısına yardımcı oluyoruz.[14]

Mustafa Suphi 1919 Mayıs ayından itibaren bir süre Odessa’da kalmıştır. Buradaki ifade açıkça düşündürücüdür: “bize, Odessa’da iken bildirdiği” cümleciği, iki taraf arasında çok somut bir teması ima ediyor. Bu Havza dönemi midir? Mustafa Kemal, Mustafa Suphi’ye “isyan”ı nasıl bildirmiştir? Yazının bir sonraki paragrafında da Anadolu’nun “inkılapçı amele Rusya’sı ve Üçüncü Enternasyonal’i “yardıma çağırma” adımını attığı belirtiliyor. Bu da 1919 yaz başında, Amasya ve Erzurum öncesinde Sovyet Rusya’nın bir temsilcisi yada Türkiye komünistleri aracılığıyla Mustafa Kemal’e bir güvence verdiğini düşündürüyor.

Bülent Gökay Anadolu hareketini Bolşevizm ve emperyalizm ile ilişkileri içinde incelediği kitabında, Mustafa Suphi’nin bu yazısına atıf yapmamakla birlikte onun Türkiye komünist hareketinin gelişmesine dair TKF’nin kuruluş kongresinde anlattıklarından hareketle, Mustafa Kemal’in Havza’da görüştüğü Sovyet delegasyonunun Mustafa Suphi’nin tam bu dönemde Odessa’dan Anadolu’ya yollamış olduğu heyetlerden biri olması ihtimaline değinir.[15] Bu da bizim yukarıda sorduğumuz soruyu daha da güçlü bir ihtimal kılıyor.

Tartışmalı ve araştırılması gereken çok şey olabilir ama kesin olan bir şey vardır: Mustafa Kemal’in genel olarak halka kararlı biçimde silahlı mücadele azmini açıkladığı ilk belge Amasya Tâmimi’dir. Bu belge kabul edilirken aynı anda Bolşevikliğin de gerekirse kabul edilebileceği kararı alındığı Mustafa Kemal’in kendi aktarımından bilinmektedir. Biz bu iki veriden Mustafa Kemal’in “sistem içi” tutumunu tam olarak Havza’da terk ettiğini, bunun da Sovyet yetkilisinin (her kimse veya kimlerse) verdiği güvence sayesinde olduğu sonucunun çıkarılabileceğini düşünüyor ve bunu doğrulanması gereken bir hipotez olarak ortaya atıyoruz.

Bunun büyük önemi şuradadır. Mustafa Kemal gibi o andan sonra Türkiye’nin kaderi üzerinde onca büyük etki yaratacak bir tarihi şahsiyet, mücadeleye Sovyet desteğiyle ikna olmuş demektir.

 


[1] İki tipik örnek için bkz. Alev Coşkun, Samsundan Önce Bilinmeyen 6 Ay, İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, Genişletilmiş Gözden Geçirilmiş 23. Baskı, 2019 ve Kerem Çalışkan, 1919. Mustafa Kemal Mucizesi, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2019.

[2] Örneğin Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Alev Coşkunun kitabında 25 sayfalık 18. Bölüm (243-268) tümüyle Saraylı Hanımlar Konusu”na ayrılmıştır! Alev Coşkun, Mustafa Kemalin Vahdettinin kızı Sabiha Sultanla evlenmesi meselesini, “İstek saraydan geldi” altbaşlığıyla hafifletmeye çalışıyor. Veya İngilizlerle yaptığı ve başka kaynaklarda yer alan bütün görüşmeleri doğruluyor. İstanbulu daha yeni işgal etmiş gücün bir temsilcisi olan İngiliz generali ile görüşme, gazeteci Price aracılığıyla İngilizlere görev talebi mesajı, Coşkunun casus” diye andığı Rahip Frew ile görüşmesi, bütün bunlar Mustafa Kemalin o dönemde yaptığı ve tarihi siciline olumsuz noktalar olarak geçen faaliyetlerdir, ama Coşkun bunların hepsini doğruluyor ve bazen beceriksiz biçimde savuşturmaya çalışıyor, bazen de söyleyecek bir şey bulamıyor ve susuyor (s. 58-70). En güzeli, Fethi Okyar’ın Mustafa Kemali bir lider olarak tanıtmak için çıkarttığı gazete olan Minberde Mustafa Kemalin 17 Kasımda kendisi ile yapılan bir mülakatta söylediği şu sözleri alıntılamak zorunda kalmasıdır: “İngilizlerin, Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin bağımsızlığına uymakta gösterecekleri saygı ve insanlık karşısında yalnız benim değil, Osmanlı milletinin İngilizlerden daha iyiliksever bir dost olmayacağı kanaatiyle etkilenmeleri pek tabiidir.” Memleketinizin başkentini 13 Kasımda işgal etmiş bir emperyalist güç için 17 Kasım’da böyle konuşan birinin o dönem faaliyetlerinin gizlenmesi daha doğru olmaz mıydı? Coşkun aynı zamanda Minberde başyazıların birçoğunu” Mustafa Kemalin yazdığını iddia ediyor (s. 82). Oysa çok daha güvenilir bir kaynak olan Kocabaşoğlu/Akan, bunun neden en azından bir aşama için olanaksız olduğunu gösteriyor, ayrıca daha sonra mandacı olarak tanınacak olan İsmail Hami Danişmendin en azından iki başyazıya imza koymuş olduğunu da belirtiyor. Ama tabii Mustafa Kemalin mandacı olarak bilinen biriyle aynı çatı altında olması Coşkunun dile getirmek isteyeceği bir şey değil. Bkz. Uygur Kocabaşoğlu/Aysun Akan, Mütareke ve Milli Mücadele Basını, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2019, s. 36. Danişmendin biyografisi için ayrıca bkz. s. 440. Çalışkan’ın kitabı da tam kaş yaparken göz çıkaran” cinstendir. 1918de Almanya Karlsbad günlerinin nasıl anlatıldığını okumak yeter: Yakışıklı, sarışın mavi gözlü genç bir tuğgeneral olan Mustafa Kemal, Karlsbad kaplıcalarında tedavi görmektedir. Kaldığı pansiyonda bir kadından Almanca dersleri alır, geceleri o sırada oradaki bir otelde bulunan Cemal Paşanın eşi ile sohbet eder, yüksek avizeli aydınlık salonlarda Viyana valsleri yapan çiftleri izler. Kendisi de ateşemiliter [aslında böyle] olduğu dönemde Sofya salonlarında önde gelen usta dansçılar arasındadır. Ne olacak bu memleketin hali?” diye sürekli düşünmek dışında Mustafa Kemalin keyfi yerindedir.” Satır aralarına sinmiş çirkin imaları bir yana bırakıyoruz. Bu paşa memleketi kurtarmak için çırpınan bir paşa olarak sunuluyor. Ama Osmanlı’nın dört yıl içinde üç buçuk milyon insanını yitirdiği bir savaşın orta yerinde yaşadığı hayatın tasvirine bakın. Bu tasvirin ille Mustafa Kemali doğru yansıttığını söylemiyoruz. Bugün Kemalist” ya da Atatürkçü” olanların bir kesiminin cibilliyetini gayet dakik biçimde ortaya koyduğunu söylüyoruz.

[3] Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbinin Esasları, İstanbul: Derin Tarih Kültür Yayınları, 2018, s. 27-29 ve 32.

[4] Örneğin Erik Jan Zürcher, Millî Mücadelede İttihatçılık, İstanbul: İletişim, 4. Baskı, 2007, s. 163-66. Bülent Tanör gibi Milli Mücadeleye gönül vermiş bir yazar bile meseleye böyle yaklaşır, Bkz. Kurtuluş, İstanbul: Yenigün, 1997, s. 46-47.

[5] Örneğin Tanör, a.g.y., s. 142.

[6] Zürcher, a.g.y., s. 169-73.

[7] Mustafa Kemal 21 Mayısta, yani Samsuna ayak bastıktan iki gün sonra Kâzım Karabekire yazdığı şifrede Samsun ve havalisinin vaziyeti, asayişsizliği” dolayısıyla burada birkaç gün kalmak zarureti”nden söz ediyor. Karabekirin bahsettiği birkaç gün” budur. Yolladığı telgraf için bkz. Karabekir, a.g.y., s. 43.

[8] A.g.y., s. 43-44.

[9] Bu konuda, başka kaynakları da gözden geçirerek etraflı bir tartışma yapan Mehmet Perinçek’e başvurulabilir: Bkz. Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2. Basım, 2007, s. 28-40.

[10] Karabekir, a.g.y., s. 54n. Karabekir’in sunduğu bu belgeyi, Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Bütün Eserleri’ne atıfla (cilt 3, 2000, s. 114) doğruluyor (a.g.y., s. 40-41).

[11] Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri, a.g.y., s. 273.

[12] Service Historique de la Défense (SHD - Paris’te bununan Fransız Askeri Arşivleri), GR 20 N 1103, Renseignements 1921, 10 Ağustos 1921, Compte-Rendu de Renseignement. 

[13] SHD, GR 20 N 1106, Carton 1-4, Les Liaisons des communistes locaux avec Moustapha Kemal.  Son ibare “Mustafa Kemal’in yerli komünistlerle bağları” demek. Bu “yerli komünistler” sözüne dikkat edilsin. Bu, biraz sonra söyleyeceklerimizle de önemli bir paralellik taşıyor.

[14] “Tarihi Vazife”, Yeni Dünya, sayı 3-51, 8 Temmuz 1920, aktaran: Hamit Erdem, Mustafa Suphi, İstanbul: Sel Yayıncılık, Genişletilmiş 3. Baskı, 2010, s. 129-130. Vurgu bizim. Yeni Dünya Mustafa Suphi yönetiminde Türkiye komünistlerinin 1918 Nisanı’ndan itibaren çıkarttığı yayındır. Bu yazı, Mustafa Suphi’nin Devrimci Marksizm’in bu sayısındaki yazıları ve konuşmaları arasında bulunuyor.

[15] Bolşevizm ile Emperyalizm Arasında Türkiye (1918-1923), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997, s. 82. Aynı yazar daha ileri bir tarihte yazdığı bir yapıtında da aynı görüşü belirtmektedir: Soviet Eastern Policy and Turkey, 1920-1991, Oxon: Routledge, 2006, s. 17.