19 Mayıs değil, 23 Nisan, 23 Temmuz, 29 Ekim!

19 Mayıs değil, 23 Nisan, 23 Temmuz, 29 Ekim!

Ülkemizde çeşitli sınıf ve katmanlardan milyonlarca insan, son yıllarda haklı nedenlerle cumhuriyetin ve laikliğin geleceği konusunda ciddi kaygılar yaşıyor. Bundan dolayı bu milyonlarca insan tarafından, cumhuriyetin kuruluşunda ve laikliğe doğru yetersiz de olsa bazı adımlar atılmasında en büyük rolü oynamış tarihi önder olan Mustafa Kemal Atatürk yüceltiliyor. Ne var ki, Atatürk’ün böylesine yüceltilmesinin aynı zamanda çok ciddi sorunları var. Atatürk Türkiye tarihinde Milli Mücadele döneminde oynadığı rolün dışında bir de cumhuriyet dönemindeki uygulamalarıyla değerlendirildiğinde olumlunun yanına olumsuz birçok uygulama ekleniyor. Cumhuriyetin tek partili bir rejime indirgenmesinden işçi sınıfı üzerindeki ağır baskılara, Kürt halkının aşağılanması ve ezilmesinden Batı uygarlığı biçimlerinin halka zorla dayatılmasına kadar birçok konuda Atatürk’ün politikaları ciddi sorunlar içeriyor.

Yapılması gereken, cumhuriyeti ve laikliği bir bütün olarak toplumsal bir devrimin ürünü olarak ele almak. O dönemdeki adıyla Mustafa Kemal Paşa’nın katkısını da fetişleştirmeden, abartmadan, doğru ölçüler içinde ortaya koymak.

Bu açıdan bakınca 19 Mayıs’ın 100. yılında yeri göğü Atatürk övgüleriyle inletmek son derece yanlış bir şey. Türkiye’nin Milli Mücadele’yi kazanması, cumhuriyete ve olduğu kadarıyla laikliğe ulaşması, kocaman bir kitlenin ve kolektif bir önderliğin çabasının ürünü olarak görülmeli. O zaman genç kuşakların tarihi daha doğru kavramasını sağlamış oluruz, Türkiye’nin emperyalist işgalden kurtuluşunu ve cumhuriyetin kuruluşunu asıl olarak toplumun öncü katmanlarına borçlu olduğumuzu anlarız. Gelecekte bireysel önderlere değil, kitlelerin mücadelesine güvenmemiz gerektiğini anlarız.

19 Mayıs değil, 23 Nisan, 23 Temmuz, 29 Ekim!

19 Mayıs’ta ne oldu?

“1335 [1919] senesi Mayıs’ının on dokuzuncu günü Samsun’a çıktım.” Bu, hemen hemen herkesin ilk görüşte tanıdığı bir cümledir. Mustafa Kemal’in 1927 yılında bir CHP kongresinde altı gün boyunca okuduğu Nutuk adlı metnin ilk cümlesidir bu. Burada Milli Mücadele, metnin yazarının gözünden anlatılmaktadır. Nutuk, Mustafa Kemal’in İzmir Suikastı davasından sonra siyasi rakipleriyle mücadele etmek üzere yazmış olduğu bir metindir. Bir tarih kitabı değildir. Mustafa Kemal burada, siyasi mücadelenin amaçları açısından Milli Mücadele’de kendi rolünü öne çıkarma çabası içindedir.

O, Nutuk’ta her şeyi 19 Mayıs’ta başlattığı için tartışılmaz bir tarih tezi gibi sunulan resmi tarihin yazarları da Milli Mücadele’yi 19 Mayıs’ta başlatırlar. Oysa Milli Mücadele 19 Mayıs’tan önce başlamıştır. Başlatan da Mustafa Kemal değil, toplumun önde gelen sınıf ve katmanlarıdır. Eşraftır, ayandır, tüccardır, yeni burjuvazidir, askerdir, sivil memurdur, yerine göre şeyhtir, hocadır, aşiret reisi ve ağadır. 19 Mayıs’tan sonra ortaya çıkan mücadele hattı ise hiçbir biçimde sadece Mustafa Kemal’in zihninden doğmamıştır, kolektif bir önderliğin ürünüdür. Tarihi veriler bu konularda açık, kesin ve tartışılmaz derecede berraktır. Görelim.

İkinci Türkiye devrimi başlıyor

Osmanlı devleti savaşı yitirip çok ağır koşullar dayatan, en önemlisi savaşta Osmanlı’nın karşısında olan İtilaf devletlerinin (en başta İngiliz, Fransız ve İtalyan güçlerinin) “stratejik” bölgeleri işgal olanağını içeren Mondros Mütarekesi’ni (30 Ekim 1918) imzaladıktan sonra, doğan tehlikeye karşı Anadolu ve Rumeli’de derhal (ilki 5 Kasım 1918’de olmak üzere) bir dizi kongre düzenlenmiş, Müdafaa-i Hukuk (hakların savunulması) adını taşıyan yerel ve bölgesel cemiyetler (dernekler) kurulmuştur. Bunlar aynı zamanda halkın silahlanmasını ve Kuvayı Milliye adı altında askeri örgütlenmeleri de gündemlerine almıştır. Bu oluşumlar Milli Mücadele’nin temelini sağlamıştır. Onlar olmasaydı milli mücadele olmazdı.

Müdafaa-i Hukuk hareketleri aynı zamanda padişahın iktidarının dışında yeni bir iktidar biçimlenmesinin tohumları olmuştur. Kongreler toplamış, her bir bölgenin güvenliğinden ekonomik hayatına kadar çeşitli alanlarda yönetimi ellerine almış, silahlanma sürecini de Müdafaa-i Hukuk’un yetkisine bağlamışlardır. Bunların bazıları, özellikle Kars ve çevresindeki bölgede kurulan cemiyetler devletleşmeye dahi gitmiştir. Bunların en ilerisi 1919 Mart ayında kurulan Cenub-u Garbi Kafkas Hükümeti Cumhuriyesi adını taşır. Yani “cumhuriyet” fikri bile 19 Mayıs’tan önce bu hareketin içinde mevcuttu. Anadolu ve Rumeli topraklarında bir ikili iktidar durumu doğmuştur. Bir tarafta padişahın iktidarı, bir tarafta milli egemenlik. Demek ki, 1908 Hürriyet devriminden sonra ikinci Türkiye devrimi kendiliğinden başlamış bir devrimdir. Tabii bu ayağa kalkışta birinci Türkiye devriminin etkisi ve onun öncü gücü İttihat ve Terakki’den kalan kadroların rolü de unutulmamalıdır.

Mustafa Kemal İstanbul’da

30 Ekim’den itibaren bunlar olurken, Mustafa Kemal 13 Kasım’da başkent İstanbul’a gelmiştir. 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan Samsun’a doğru yola çıkışına kadar başkentte altı ay geçirmiştir. Bu altı ayın faaliyetini şöyle özetlemek mümkündür: Mustafa Kemal 1 Kasım’da bir Alman gemisiyle ülkeden kaçan Enver Paşa’nın yerine hükümete girmek için uğraşmıştır. Bu amaçla gazete çıkartmış, hükümet ve genelkurmay yetkilileriyle, daha da ötede padişah yaverliği yapmış olduğu için defalarca padişahla görüşmüştür. Anadolu’ya çıkma konusunda hiç de acele etmemektedir. Bütün olgular, Anadolu’ya geçme fikrinde karar kılmasının en erken Nisan ortasında olduğunu göstermektedir. Hatta padişahın hükümetinden bağımsız olarak mücadele kararını asıl İzmir’in 15 Mayıs’taki işgali üzerine verdiği bile  düşünülebilir.

Anadolu’ya çıktıktan sonra da tek önder değildir, başka komutanlarla birlikte kolektif bir önderlik oluşturmuştur. Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’ye ilişkin ilk önemli atağı olan Amasya Tamimi (21-22 Haziran) Rauf (Orbay), Refet (Bele) ve Ali Fuat (Cebesoy) Paşalarla birlikte imzalanmıştır. Daha da önemlisi, Kâzım Karabekir Paşa, Anadolu’da padişahtan bağımsız mücadele fikrine Mustafa Kemal’den daha önce ulaşmış, buna rağmen onun hareketin lideri olmasında büyük bir rol oynamıştır. Tarih kitaplarının çoğunun yazdığından farklı olarak Erzurum Kongresi’ni (23 Temmuz’da toplanmıştır) çağıran Mustafa Kemal değildir, Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’dir, onunla ilişki içindeki Kâzım Karabekir Paşa’dır.

Mustafa Kemal ve yukarıda sayılan arkadaşlarının çok önemli atılımı, kendi dışlarında doğmuş olan bu devrimci hareketleri merkezileştirme yoluyla tek bir devrimci hareket haline getirmeleri, bu merkezileştirilmiş harekete önderlik edecek bir örgütsel biçim (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) kazandırmış olmalarıdır (Sivas Kongresi). Bunu, emperyalist işgal altındaki İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan kapatılınca Büyük Millet Meclisi adı altında 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanmasının sağlanması izleyecektir. Böylece, Mustafa Kemal ve arkadaşları harekete tartışılmaz bir meşruluk sağlamayı da başarmışlardır.

Kutlanması gereken 23 Nisan’dır, 23 Temmuz’dur, 29 Ekim’dir

Demek ki, devrimin esas büyük atılımları başkadır. Önce harekete bir önderlik kazandıran Erzurum Kongresi’dir. Bu kongrenin açılışı özellikle Hürriyet devriminin yıldönümü olan 23 Temmuz’a rastlatılmıştır. Sonra Büyük Millet Meclisi’nin, padişahın iktidar kaynağına meydan okuyan biçimde açılmasının yıldönümü olan 23 Nisan’dır. Nihayet, 600 yıllık padişahlığın yerine cumhuriyetin kurulduğu 29 Ekim’dir. Her durumda 19 Mayıs değildir. Kemalizmin savunusuna soyunan bir yazarın dediği gibi “Türk milleti 19 Mayıs’ta yoktan var edildi” demek, tarihi çarpıtmaktır.

Üstelik, hiç unutmamak gerekir ki, 23 Nisan, 23 Temmuz ve 29 Ekim kutlamaları da her şeye rağmen cumhuriyetin kurulabilmesine ödenen bir şükran borcundan ibarettir. Anadolu’daki mücadele Bolşevik devriminin komşusuydu, onun mali, askeri ve moral desteği olmasaydı muhtemelen kazanamazdı. Türkiye Komünist Fırkası ve Bolşevizm yanlısı diğer güçler daha başarılı bir mücadele sürdürseydi, daha az hata yapsaydı belki de Türkiye Sovyet Rusya ile birlikte proletarya iktidarı rejimine geçebilirdi. Türkiye’nin ikinci devrimi, bir burjuva devrimi olarak sınırlanmıştır. Üçüncü devrimin görevi ise bir proleter sosyalist devrimdir.

19 Mayıs değil, 23 Nisan, 23 Temmuz, 29 Ekim!

Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Ay Oğul, Ay Kemal’im” şiirinden

Gör ki ne haldedir “Ey Türk Gençlik”in
Gör ki ne haldedir “Bu yurdun efendisi”
Gör ki ne haldedir “Bursa'da dediklerin”
Sen hep Samsun'a mı çıkarsın ay oğul, ay Kemal'im?
Hele bir de oralara
Çık hele bir
Çık hele bir
Kemal'im

(...)

Pamukta, tütünde neler dönüyor
Demirden, petrolden kimler vuruyor?
Millet ucun ucun akmış gidiyor
'Benim bu gidişe aklım ermiyor'
Vahdettin döküntüsü fetva veriyor.

(...)

Sen hep böyle heykelde mi durursun?
Sen hep böyle Nutuk'ta mı durursun?
Sen hep böyle Samsun'a mı çıkarsın?
Ay oğul, ay Kemal'im.

 

Hele bir de kahvelere

Irgat pazarlarına
Hele bir de zindanlara
Çık hele bir
Çık hele bir Kemal'im
Yazın gel, güzün gel, zemheride gel
Zemheri soğuk dersen Kemal'im
Azıcık beride gel,
Gel de anlasınlar sen kimin Kemal'isin
Ağanın mı, beyin mi, beyoğlunun mu?

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2019 tarihli 116. sayısında yayınlanmıştır.