Tek yol sandık!

8. Karaburun Bilim Kongresi’nin açılış oturumunda çeşitli partilerin başkanları ve sözcülerinin katılımıyla, yüzlerce izleyicinin hınca hınç doldurduğu bir salonda yapılan panel büyük bir hizmet oldu. Kürt hareketinin ve onun etrafında oluşmuş olan Halkların Demokratik Kongresi’nin en önemli unsurları (BDP, EMEP, SDP, ESP, SYKP) ile kökeni geçmişin Devrimci Yol geleneğine dayanan iki hareket (ÖDP ve Halkevleri) arasındaki diyalog kendi başına ilginçti. Bizim partimiz Devrimci İşçi Partisi’nin halk isyanı sonrası Türkiye’sine bakışının öteki bütün güçlerden ne kadar farklı olduğunu görmek daha da ilginçti. Bizce panelde hayati önemde meseleler tartışıldı, çok önemli farklılıklar ortaya çıktı, çok ilginç tartışmalar oldu. Ama bize en çarpıcı gelen şuydu: Bizim halk isyanından çıkarttığımız ders ile öteki sosyalist partilerin ve Kürt hareketinin çıkarttığı ders bambaşka.

Öyle anlaşılıyor ki, halk isyanından, özel olarak da Gezi deneyiminden sosyalistlerin çoğunluğunun çıkarttığı ders, kitlenin, özellikle de gençliğin her tür örgütsel hiyerarşiyi reddetme gerekçesiyle yatay ilişkileri mutlaklaştıran, disiplinli bir örgütlülüğü, hatta her türlü örgütlülüğü küçümseyen tavrının sosyalistlerde bir kendini sorgulama dalgası başlatması gerekliliği. Panelde demokratik merkeziyetçiliğin terk edilmesi gerektiğini söyleyen de oldu, Leninist “öncü” fikrini “reel sosyalizm”e bağlayarak itibarsızlaştıran da. Bizim görebildiğimiz, Türkiye soluna musallat olmuş olan post-Leninizm eğiliminin (“parti olmayan parti” vb.) Gezi deneyimiyle daha üst bir düzeye yükselmiş olduğudur.

Buna karşılık, panele katılan bütün partiler, halk isyanından seçimlerde AKP’ye karşı bir atılım yapma olanağını türetmeye çalıştılar. Kısmi bir istisna olarak ESP başkanı önümüzdeki kararın “evrimcilik mi, devrimcilik mi?” sorusuna cevap vermek olduğunu söyledi, CHP’ye de özellikle karşı çıktı. Ama sonunda işi HDK’ya bağladı, seçim meselesine de hiçbir itiraz getirmedi. ÖDP başkanı “devrimci mücadeleyi sandığa hapsetmeyelim ama…” diyerek seçim politikasını tartışmaya başladı. Önerdiği “solun ortak adayları” formülünün kimleri kapsadığı meçhul. Halkevleri başkanı ise bu hareketin ortak aday çıkaramayacağını vurguladı. Ama bundan çıkarttığı sonuç, muhtemelen CHP adaylarının AKP’den kurtulmanın en gerçekçi yolu olduğudur. Geri kalan konuşmacılar, sadece seçim konuştular. Aldıkları mesaj “birlik” idi. İsyanın devamına bir rüşveti kelam bile etmediler.

Ne tuhaf! Bizim çıkarttığımız dersler bambaşka. Bir kere, açık söyleyelim, Gezi deneyiminden demokratik merkeziyetçiliği veya “öncü parti” fikrini terk etmeyi öğrenmemekte direniyoruz. “Kitle ne derse iyi der” anlayışı, büyük halk hareketleri konusunda bütünüyle yanlış bir bakış açısına sahip olmak demektir. Kitle eyleme ilk girdiğinde henüz yolun başındadır. Bilinci ancak kısmi olarak hareketin ihtiyaçlarını kavramıştır. Hepsi eşit derecede kötü değil ama sosyalist yoldaşlarımıza soralım: Kitle Türkiye tarihinde siyasi eylemlerde hiç görmediğimiz kadar çok küfür ediyordu. Buradan bizim de küfür etmemiz gerektiğini mi çıkaracağız? Kitle Türkiye tarihinde siyasi eylemlerde hiç görmediğimiz kadar çok içki içiyordu. Buradan bizim de aynı şeyi yapmamızın doğru olduğunu mu çıkaracağız? Böyle durumlarda soruyu sormak cevabını vermektir. Demek ki kitlenin her yaptığı ve söylediği ileriliği değil, bazen de olgunlaşmamışlığı temsil ediyor. Zaten halk isyanının gerçek bir zafere ulaşamamasında bu örgütsüzlüğünün rolünü hatırlarsak, isyanın güçlü değil zayıf yanından söz etmekte olduğumuzu da anlarız!

Halk isyanının öğretmesi gereken esas ders, içinden geçmekte olduğumuz dönemde parlamenter politikaya çok güçlü bir seçeneğin, isyanın ve devrimin ortaya çıkmış olduğudur. Sosyalist harekete bu büyük halk hareketinin mesajı şudur: Kitleler yüzünü parlamento dışı bir çözüme çevirmiştir, durgun dönemin politikalarını bırakın! Ya da: devrimler çağı bitmemiştir, yeniden açılıyor. Ama Karaburun panelinde sosyalistlerin hemen hemen hepsi, halk isyanının gücünü sandıkta oya tahvil etmeye yatkın olduğunu göstermiştir. Tek kelimeyle üzücü!

Kimse seçime girmeyelim demiyor. Bizim dediğimiz açıktır: İsyanın olanaklarının tükenmemiş olduğu bir evrede seçime ilişkin değil, isyanın yeniden yükselmesine, daha geniş halk kitlelerini kucaklamasına, amaçlarına ulaşmasına, devrime dönüşmesine ilişkin siyasi sorunlar tartışılmalıdır. İsyan içinde, mücadele henüz gücünden hiçbir şey yitirmemişken, taleplerin bir teki bile kazanılmamışken Gezi’yi terk etmeyi savunmak gibi vahim politikalar izlendi. Panelde bunu gündeme getirdik, yeni dönemde düzeltelim diye. Tek bir konuşmacıdan destek alamadık! Olumlu ya da olumsuz tartışılmadı. Varsa yoksa seçim!

Onyıllarca “tek yol devrim!” diye haykırmış bir solun mirasçılarıyız. Bugün halk somut olarak isyanı, ayaklanmayı, devrimi gündeme getirmişken, bu sefer de “tek yol sandık” diye mi haykıracağız?

Bu yazı, Gerçek gazetesinin Eylül 2013 tarihli 47. sayısında yayınlanmıştır.