Kavgayı kaybetmek

Standart Profil Direnişi üzerine…

Petrol-İş Sendikası tarafından Manisa Standart Profil Ege fabrikasında 2013 yılı başından itibaren yürütülen örgütlenme çalışmaları 2013 Mayıs ayı başlarından itibaren açığa çıkmış ve bunun üzerine işveren, sendikalı işçileri işten atmaya başlamıştı. Fabrika yönetimi sendikal örgütlülüğü kırabilmek için bazen toplu, bazense bireysel olarak üç yüze aşkın işçiyi işten attı. Bu saldırı sonucunda, işten atılan bir grup işçi tarafından 13 Mayıs 2013’te fabrika önünde direniş çadırı kuruldu. Direnişçi işçiler 475 gün boyunca fabrika önünde inançla mücadele ettiler. Ancak geçtiğimiz 1 Eylül günü, Petrol-İş Merkez Yönetim Kurulu tarafından alınan kararla, fabrika önündeki direniş çadırı kaldırıldı. Yapılan basın açıklamasında direniş çadırının kaldırılma kararı “patronun sendikal örgütlenme konusunda ki tavrının yumuşaması, yeni yöntemler denenmesi ve üyelerimizin daha fazla mağduriyet yaşamamaları” ifadeleri ile gerekçelendirdi.

Hiç şüphesiz bu tip mücadelelerde ileriye doğru daha büyük adımlar atabilmek için birtakım geri adımlar atılabilir, yeni mücadele yöntemleri denenebilir. Ancak Standart Profil direnişine bütünsel olarak bakıldığında alınan bu kararın özelde Standart işçileri ile Standart patronu, genelde ise işçi sınıfı ile patronlar arasında yaşanan kavgayı kaybetmek anlamına geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kavganın mahiyeti nedir?

Manisa Organize Sanayi Bölgesi, hem ülkenin hem de Avrupa’nın en hızlı büyüyen sanayi bölgelerinden biridir. İzmir’in periferisinde olması, ulaşım imkânlarının gelişmiş olması, verilen teşvikler vb. nedenlerden ötürü hem ülke içinden hem ülke dışından birçok kapitalist, Manisa’ya fabrika kurmak için yarış içerisindedir. Ancak kapitalistlerin Manisa’yı tercih etmelerindeki en büyük etken ise hiç şüphesiz örgütsüz ve ucuz iş gücüdür.

Manisa hem çevre il ve ilçelerden hem de ülkenin diğer bölgelerinden gelen binlerce emekçinin zor koşullarda çalıştığı büyük bir işçi havzadır. Çalışma koşulları oldukça ağırdır ve ücretler çok düşüktür. İşçiler zorunlu mesailerle birlikte haftanın yedi günü çalışmakta ve ancak bu halde bile asgari ücretin biraz üstünde ücretler alabilmektedirler. Mesleki hastalıklar, iş kazaları ve iş cinayetleri Manisa için vakayı adiyedendir.

Bu kadar yoğun bir emek sömürüsünün olduğu bu işçi havzasında sendikal örgütlülük ise yok denecek kadar azdır. Var olan yegâne büyük sendikal örgütlülük, niteliği malum, Türk Metal Sendikası’dır. Bu sendika var olan gücünü büyük direnişlere, kapsamlı örgütlenmelere değil 80 darbesinin kendisine sağladığı avantajlar ve patronlarla girdiği işbirlikçi tutumuna borçludur. Manisa havzasında varolan diğer sendikalar ise çok büyük varlık gösterememektedir.

Hal böyle olunca Manisa havzasında yaşanılan sömürü çarkını parçalayabilecek, işçilere yön gösterebilecek, işçi sınıfının mücadelesine güç katacak büyük işçi direnişleri, kapsamlı sendikal örgütlenmeler de yaşanmamaktadır. Zaman zaman yaşanan lokal direnişler ve sendikal oluşumlar, kendilerine çıkış yolu arayan işçilerin ilgi odağı olmaktadır. Ancak çoğu zaman bu direnişler etkileri itibariyle küçük çaplı olmakta, hızla tükenmekte ve yine genellikle olumsuz neticelenmektedir. İşte tam da bu nedenle Standart Profil Direnişi, kapsamı ve uzun erimli bir mücadele hattı kurmuş olması itibariyle, Manisa havzasındaki tüm işçilerin gözünü diktiği, kulağını dayadığı önemli bir direniş odağı olmuştur.

Direnişin başladığı andan itibaren Standart Profil işçilerinin atacağı her adım, kazanacağı her hak tüm Manisa işçi havzasını ilgilendirir hale gelmiştir. Diğer fabrikalardaki işçileri taşıyan servislerin yönleri değiştirilmiş, direnişi kötülemek amacıyla olmadık yöntemler uygulanmıştır. Dolayısıyla Standart Profil’de verilen bu kavga, sadece Petrol-İş Sendikası ve Standart Profil işçileri ile Standart patronu arasında değil Manisa işçileri ile tüm patronlar arasındaki bir kavga mahiyeti kazanmıştır. Ancak kavganın bu derinlikli mahiyeti ne sendika bürokratları tarafından ne de politik öncüler tarafından layıkıyla kavranamamıştır.

Kavga neden kaybedilmiştir?

Petrol-İş yönetimi yaptığı basın açıklamasında Standart Profil’deki örgütlenmenin bitmeyeceğini, tıpkı Düzce’de olduğu gibi yıllar sürse de örgütlenmenin başarıya ulaşacağını iddia etmektedir. Direnişin esas mahiyetini kavrayamayan, üst üste yapılan hatalarla ilgili hiçbir özeleştiri yapmayan ve örgütlenme sürecinin geleceğini patronun tavrındaki “yumuşamaya” göre şekillendiren bir sendika yönetiminin kazanabileceği bir zafer olamaz. Süreç içerisinde binlerce işçinin azmi ve inancı kırılmıştır. Sendikacılara olan güven yerle bir olmuş, sendikal mücadele sadece bu fabrikada değil bütün havzada sorgulanır olmuştur. Evet, doğrudur; tıpkı Düzce’de olduğu gibi zaman içerisinde sendika bu fabrikaya girebilir. Ancak böylesi bir süreçten geçerek ortaya çıkacak bir zafer, tarihteki Pirus Zaferi’nden* farksız olacaktır. Yani kazanıldığı zannedilen ama aslında kaybedilen bir savaş olacaktır.

Bu tespitin bir ispatı da sendika tarafından “zaman içerisinde örgütlenen” Düzce Standart Profil fabrikasında yaşananlardır. Sendikanın bu fabrikada ne kadar başarılı olduğu tartışılır. Şube başkanının işçiler tarafından dövüldüğü daha dün gibi akıllardadır. Ayrıca geçtiğimiz aylarda Düzce Standart Profil fabrikasında atılan 600 taşeron işçiye sendikanın sahip çıkmayışı da gözden kaçmamalıdır. Düzce’de yaşanan bu olumsuzluklar Manisa’ya yansımış, sendikanın elinde büyük bir koz olan Düzce Standart Profil fabrikasındaki örgütlülük hiçbir işe yaramamıştır. Bu da göstermektedir ki kâğıt üzerinde Düzce Standart Profil fabrikasında Petrol-İş yetkilidir; ama kesinlikle “etkili” değildir.

Mağlubiyetin sorumluları kimdir?

Mağlubiyetin baş sorumlusu elbette süreci iyi yönetemeyen sendika bürokrasisidir. Manisa’daki örgütlenme çalışmalarının açığa çıkmasından direnişin seyrinin yanlış planlanmasına, direnişin yaygınlaştırılmasından işçilere gerekli maddi ve manevi desteği vermeye kadar birçok noktada sendika bürokrasinin önemli hataları vardır. Ama sendikanın mağlubiyetteki esas büyük sorumluluğu Düzce Standart Profil işçileri ile Manisa Standart Profil işçilerinin mücadelelerini birleştirememesindedir.

Süreç içerisinde sendika yönetimi birçok tumturaklı laflar edip durmuştur. Uluslararası desteklerden maddi yardımlara kadar… Ancak sendika yönetimi elindeki esas silahı yani Düzce Standart Profil’de ki örgütlülüğünü bir türlü kullanamamıştır. Aynı şirketin başka bir ildeki fabrikasına sendika girmiş, diğer bir ildekine ise girmeye çalışıyor... İşçilerin lehine olabilecek böylesi bir fırsat her zaman, her örgütlenme faaliyetinde ele geçmez. Ancak sendika yönetimi böylesi olumlu bir durumu iyi değerlendirememiş, yeterli düzeyde imkânı olmasına rağmen Düzce işçisi ile Manisa işçisini bir araya getirememiştir.

Petrol-İş sendikası esasında sendikal mücadelede önemli bir yerde durmaktadır. Petrol-İş, iktidarın arka bahçesi haline gelen sağcı Türk-İş bürokrasisine karşı muhalefetin, Sendikal Güç Birliğinin en önemli, en belirleyici bileşenidir. Hem uluslararası ilişkileri hem de ekonomik imkânları itibariyle de çok güçlü bir sendikadır. Ancak gelin görün ki en mücadeleci görünen sendika bile bu kadar öngörüsüz ve kördür. Bu durum da bu ülkede sendikal örgütlülüğün neden bu kadar düşük olduğunun somut bir açıklamasıdır.

Mağlubiyetin diğer bir sorumlusu ise Manisa örgütlülüğünü yönlendiren politik özne yani Emek Partisi’dir. Petrol-İş Sendikası Aliağa Şubesi gibi önemli bir sendikal mevziyi elinde tutmanın verdiği avantajla Manisa Standart Profil örgütlenmesine el atan Emek Partililer de mağlubiyette önemli bir pay sahibidir. Siyasal özne, işçilerden politik kadro yaratma ve siyasi propaganda yapabilme adına direnişin açığa çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca direnişin şekillenmesi aşamasında diğer politik güçlerin önü kesilmiş, müdahil olmaya çalışan diğer politik güçler hakkında olumsuz propaganda yapılmıştır.

Direnişin ülke geneline yayılması konusunda da adım atmayan Emek Partisi, direnişçi işçileri Manisa içerisindeki birkaç eyleme katmakla yetinmiştir. Hâlbuki aynı süreçte patlak veren Greif örneği, direnişin nasıl yaygınlaştırılabileceğine dair önemli bir pratikti. Lakin politik özne dar grupçu çıkarlarını ön plana almış ve elindeki geniş imkânlara rağmen direnişin yaygınlaşması için gerekli adımları atmamıştır.

Emek Partisi’nin direnişteki bütün zaafları, Aliağa Şubesinin kaybedilmesi ile tam anlamıyla açığa çıkmıştır. Petrol-İş merkezindeki sağcılaşma Aliağa Şubesinde somut bir hal almış ve yapılan kongrede Emek Partililer seçimi kaybetmiştir. Bu noktadan sonra Emek Partisi'nin Standart Profil direnişine olan bakışı bir anda değişmiştir. Önce direnişin geleceğini birlikte belirlemek adına 2014 1 Mayıs’ından önce -daha önce bir türlü yapılmayan- bir çağrı yapılmış, Manisa yerelindeki tüm ilerici güçler bir araya toplanmıştır. Ancak yapılan toplantıda alınan kararlar gerçekleştirilmeden ve işçilerin haberi olmadan direnişin bittiği açıklanmıştır. Aliağa’da alınan yenilgi Standart işçilerine ödetilmiş, bir anda Emek Partisi, birkaç öncü işçiyi politik kadrolarına katıp, direnişten elini eteğini çekmiştir. Bu noktadan sonra yapılan hiçbir işe katılmamış genelde olumsuz bir tavır almıştır.

Bu noktadan sonra umutsuzluğa kapılan direnişçi işçiler, geleceklerini sendikaya teslim etme noktasında önemli adımlar atmışlardır. Bu gelişmeden dolayı şüphesiz işçileri suçlayamayız. Direnişin bu noktaya gelmesinde işçilerin hiç suçu yoktur. Onlar kendilerine gösterilen tüm yollardan yürümüş, kendilerini hem politik özneye hem de sendika bürokrasisine emanet etmişlerdir. Ancak yanlış önderlik işi bu noktaya getirmiştir.

Emek Partisi'nin süreçten çekilmesi ile sendika merkezinin ağırlığı artmıştır. Direniş, sendika merkezinin gönderdiği sendikacılar üzerinden şekillendirilmeye çalışılmış, direniş çadırı çevresinde eylemler ve işçi duraklarında bildiri dağıtımları yapılmıştır.

209 işçi için açılan davalar tek tek kazanılmış, hem tazminat hem de işe iade kararları verilmiştir. Ancak patron, işçileri işe geri almak yerine yüklü tazminatlar verip işe almamayı tercih etmiştir. Bu esnada işçilerin e-devlet şifrelerini alarak işçiler üzerinde baskı kuran bir müdür hapis cezası almış, yine işçiler üzerinde baskı kuran başka bir müdürün ise işine son verilmiştir. Son süreçte ise fabrika içerisinde baskılar azalmış ve işten atmalar önemli ölçüde durmuştur. Bu gelişmeleri sendika yönetimi olumlu bir durum gibi görmüş ve genel merkezden alınan bir kararla direniş çadırını kaldırmıştır.

Hâlbuki patronun işçileri işe iade etmeme hamlesi fabrikaya sendikayı sokmamakta kararlı olduğunu göstermiştir. Patron içerde ve dışarda sendikal örgütlenmenin belini kırdığının farkındadır. Doğrudur birtakım geri adımlar atıp, kendi uşaklarını cezalandırmıştır. Ama atılan bu adımlar sendikal mücadelenin önünü açmak için değil, içerdeki işçilerin huzursuzluklarını gidermek içindir. Patronun sıradaki adımı ise hiç şüphesiz Düzce’deki örgütlülüğü kırmak olacaktır. Bunun için gerekli adımları da atmaya başlamıştır.

Devrimci Marksistlerin tutumu

Devrimci Marksistlerin sürece müdahil olması hem geç hem de sınırlı olmuştur. Buna rağmen hem manen hem de maddi olarak direnişçi işçilerin sürekli yanında olmaya çalışılmıştır. Lakin mütevazı varlığımız sürecin bu noktaya doğru evrilmesine engel olamamıştır.

Devrimci Marksistler, direnişe müdahil olduktan sonra tüm stratejilerini iki nokta üzerinde odaklamıştır. Birincisi direnişin ülke geneline yayılması, diğeri ise Düzce Standart Profil işçileri ile Manisa Standart Profil direnişçilerinin birleşik bir mücadele etrafında örgütlenebilmesi… İlk hedef için attığımız tüm adımlar işçilerin kaderlerini sendika bürokrasisine teslim ettiği döneme denk geldiği için somutluk kazanamamıştır. Diğer hedefe ulaşabilmek içinse hem Manisa üzerinden hem de Düzce üzerinden birtakım girişimlerde bulunulmuş ancak başarılı olunamamıştır. Bu noktada bize de bir özeleştiri yapma vazifesi düşmektedir. İşçilerin içerisinde daha fazla olabilmeyi başarmak zorundayız. Aksi takdirde sunulan her öneri soyut ve havada kalmaya mahkûm olmaktadır.

Sonuç

Başta da belirttiğimiz gibi Manisa gibi emek sömürüsünün çok yoğun yaşandığı bir işçi havzası için Standart Profil direnişi büyük anlamlar taşıyordu. Ancak üst üste atılan yanlış adımlar bu önemli fırsatın heba edilmesine neden olmuştur. Bir işçi kentini toptan ayağa kaldırabilecek böylesi fırsatlar her zaman ele geçmez. Önümüze tekrar böylesi fırsatlar geçtiğinde ise aynı hataları tekrar etme lüksümüz yoktur. Bu mağlubiyetlerden dersler çıkarmalı tekrar tekrar yenilmemeliyiz. Geçmişte yüzlerce, binlerce zafere imza atmış işçi kardeşlerimizin, yoldaşlarımızın omuzlarından yükselerek baktığımızı unutmayalım. Bizi kazanılacak nice şanlı zaferler beklemektedir…

 

* Pirus Zaferi: M.S. 3. yüzyılda Epiruslu Pirus Roma’ya saldırır ve savaşı kazanmak için her şeyi feda eder. Sonunda Pirus savaşını kazanır, ancak ordusunun tamamını kaybeder. Savaşı kazanmıştır, ama yanında koskoca ordudan arta kalan üç-beş çapulcudan fazlası kalmamıştır. Pirus Zaferi aslında yenilmeye mahkûm galibiyetleri anlatmak için kullanılır.