Selam olsun Kürt kadınına!

Yaklaşık yirmi yıl önceydi. Şimdi tam çıkaramıyorum, ya 1991, ya 1992. 1991’de Saddam’ın Irak’ın kuzeyinde, bugünkü Kürdistan Bölgesi’nde, Kürtler ayaklandığında ABD’nin izniyle üzerlerine bomba yağdırması dolayısıyla Türkiye’ye kaçan yüz binlerce Kürt’ün kaldığı sığınmacı kamplarını dayanışma amacıyla ziyaret için gitmiştik bölgeye. Belki de 1992 idi. Türk Silahlı Kuvvetleri Şırnak kentinde var olan hemen her binayı kurşuna dizince Şırnak halkıyla dayanışma için gitmiştik bu kez. Bir gün öğle yemeği için Halkın Emek Partisi’nin (HEP) il başkanının evine davet edildik. Bir süre salonda oturduk. Sonra bir başka odaya, belli ki yemek odasına buyur edildik. Uzun bir odada boylu boyunca yer sofrası kurulmuş, sofra envai çeşit yemekle donatılmıştı. Bağdaş kurduk, yemeğe koyulduk. Ama aramızda sadece İstanbul’dan gelen heyetten kadınlar vardı. Biz salonda beklerken sofrayı kurmuş olan Kürt kadınlarından hiç biri yemekte bize katılmadı. Yemeğimiz bittiğinde çay ikram ettiler bize. Kim yaptı çay servisini dersiniz? Ailenin genç erkekleri, “delikanlı” yaşındakiler. O evde kadın tüketilen her şeyi üretiyor, ama göze asla görünmüyordu!

Kürt kadını sadece o evde görünmez değildi. O ev muhtemelen kadın-erkek ilişkileri açısından Kürt toplumunda en ileri ilişkileri temsil eden bir evdi. Sonuç olarak ev sahibimiz HEP’in, o gün Kürt toplumunda var olan en ileri kitlesel akımın bir temsilcisi idi. Belki de evin içindeki ilişkiler Türkiye’nin batısında ortalama bir evde yaşanan ilişkilerden de daha geri değildi. Ama Kürt toplumunda kadının o kadar düşük bir statüsü vardı ki, kadın o kadar bastırılmıştı ki, evin içindeki insanlar arasındaki ilişkiler ne nitelikte olursa olsun, dışarıya yansıtılmak zorunda olan bu oluyordu. Kürt kadını görünmez yaşamak zorundaydı.

Aradan yirmi yıl geçti. Dün Diyarbakır’da (Amed) Kürt kadını, görünmek ne demek, göz kamaştırıyordu. Dün Diyarbakır’da yüz binlerce erkek üç kadının önünde el pençe divan durdu. Sakine Cansız, Rojbin Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez, üç Kürt kadını, dün Kürt ve Türk bütün erkeklerin başını önüne eğerek uğurladığı kahramanlardı. Neden? Çünkü cesaret etmişlerdi, evde görünmez olmak ne demek, dışarıya çıkmışlardı, halklarının özgürlüğü için ileri atılmışlardı. Kimi uzun, kimi kısacık bir hayatı yüce bir davaya adamışlardı. Böylece, erkekten aşağı kalır hiçbir yanları kalmadığını herkese göstermişlerdi. Artık Kürt kadınını küçüksemek kimin haddine düşer? Onlar ve daha binlerce, on binlerce Kürt kadını, mücadeleleriyle, emekleriyle, iradeleriyle sadece Kürt halkının değil, ayrıca Kürt kadının da esaretine son vermeye doğru yürümüşlerdi.

Dün bütün o kadınların günüydü. Daha Paris’ten başlayarak, İstanbul Yeşilköy’de, Diyarbakır hava alanında, hastane önünde cenaze arabalarına yerleştirilirken üç kadının cenazesini hep kadınlar sırtlamıştı. Törende üç cenaze yan yana yatarken çevreleri ve bütün ön saflar kadınlarla doluydu. Dün Amed’in Başkent Meydanı, sadece bütün dünyaya bu halkın özgürlüğüne yüz binleriyle sahip çıktığını değil, aynı zamanda Kürt kadınının başını onurla dik tuttuğunu, kendi ayakları üzerinde bağımsız bir varlık haline gelmiş olduğunu, artık erkeğin arkasından sürüklenecek bir düşük yaratık değil, kendisiyle yan yana yürünmekten gurur duyulacak bir yoldaş, bir kız kardeş, bir eş olduğunu ortaya koymuştur.

Tarih hiçbir zaman basit bir evrimci gelişme kalıbıyla yürümedi. Bazen geriden gelen, tarihsel koşulların sıkıştırmasıyla daha ileride olanın önüne sıçrar, ona örnek olur. Kürtler Türklere örnek oluyor. Kürt kadını özgürleşiyor. Kürt erkeği Kürt kadınının bu yükselişine saygıyla yaklaşıyor. Çelişkiler bitti demiyoruz. Kürt erkeği direnmiyor demiyoruz. Ama yirmi yıl önce kadınını görünmez kılan Kürt erkeği de Türk erkeğinin önüne fırlıyor. Anadolu’nun ve kadim Mezopotamya’nın erkekleri! Kürt kadınının ışık hızıyla tarihin basamaklarını tırmanması, hepimize ders olsun. Ondan, onlardan öğrenelim.

55 yıllık hayatının neredeyse kırkını özgürlük uğruna mücadele ile geçiren Sakine. İradesi, sebatı, kararlılığı çarpıcı. Yirmi yıl hapiste kaldıktan, bunun bir bölümünü 12 Eylül’ün Diyarbakır zindanında geçirdikten sonra mücadelesinden vazgeçmiyor. “Rojbin” Fidan Doğan, henüz 30 yaşında. Ama gencecik yaşında özgürlüğün diplomasisini yürütürken dostuna düşmanına sevdirmiş kendini. “Rohanni” Leyla Şaylemez daha 24’ünde. Korkusuzca mücadeleye atmış kendini. Evreni kucaklayacak, özgürlüğü soluyacak genç Kürt kuşağından, ama erkenden bir hain suikasta kurban gitmiş. Bu üç insan dün bütün Türkleri ve Kürtleri Kürt kadını karşısında saygı duruşuna geçirdi.

Leyla Şaylemez’in babası cenazede yaptığı konuşmada “kızım Amed’in gelini oldu” demiş. Hayır, kirve, izin ver bütün Türkiye’nin gelini olsun Leyla. Ama artık eski Kürt gelini gibi değil. Başka tür, özgür bir gelin. Ona o yakışır. Leyla, geleceğin özgür kadınının simgesi olsun bu topraklarda.

Oxir be sê jinên azad!