Erdoğan, Suriye’den elini çek!

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun geçen hafta yaptığı Şam ziyaretinden itibaren, öyle anlaşılıyor ki, bir Türkiye-Suriye savaşında geriye doğru sayma başladı. Tayyip Erdoğan’ın Suriye’nin “iç işimiz” olduğunu belirtmesi, Abdullah Gül’ün Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a ültimatom niteliğindeki mektubu, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Türkiye’ye destek açıklamaları, Ahmet Davutoğlu’nun son çıkışları ve basına kasıtlı olarak sızdırılan hazırlık ve planlar, Türkiye devletinin, arkasında emperyalist dünyanın tam desteği ile Suriye’ye askeri müdahalede bulunmaya hazırlandığını düşündürüyor. Perşembe günkü MGK toplantısı bu bakımdan bir yeni merhale teşkil ediyor. Gerçek gazetesi Temmuz sayısında yayınlanan bir yazısında AKP hükümetinin bu tür planlarına karşı çıkmış, bunun hem Ortadoğu’da girişilecek maceralar aracılığıyla Türkiye’ye büyük bela getireceğini, hem de Kürt düşmanı bir politikanın ürünü olduğunu belirtmişti. O zamandan bu yana olayın sadace pratik ayrıntıları değişti, ama özü aynı kaldı. Bu yüzden aşağıda bu yazıya bir kez daha yer veriyoruz.

Suriye, bitmek bilmeyen bir isyanın gelgitleriyle sarsılıyor. Halk ayağa kalkalı artık üç ayı geçti. Kaddafi’ye bombalarını yağdırmak için bir ay bile beklemeyen emperyalistler ve onların NATO ortağı Tayyip Erdoğan, Erdoğan’ın “sevgili kardeşi” Beşar Esad’ın ülkeyi içine soktuğu kan banyosunu homurdanarak da olsa izlemeye devam ediyorlar. İran’ın müttefiki Baas rejimini düşman bellemiş olan İsrail bile kılını kıpırdatmıyor.

Bunun ardında, son yıllarda Türkiye’nin arabuluculuğunun katkısıyla İsrail’le anlaşmaya yönelmek de dahil emperyalizmle barışma çabası içinde olan Beşar Esad’ın ayaklanmanın doğurabileceği sonuçlara göre ehveni şer olarak görülmesi yatıyor. Suriye işçi, köylü ve yoksullarının, ayaklanmanın sebatına ve direngenliğine rağmen iktidara geçmesi düşük olasılık, ama Alevi Esad yönetiminin yerini Sünni İslamcı bir yönetim alırsa, bu, İsrail ve ABD için çok daha tehlikeli olabilir. Emperyalizmin Esad’a açtığı üç aylık kredinin ardında bu yatıyor. Türk hükümetinin saiklerine ise birazdan döneceğiz.

Esad’ın son şansı

Ne var ki, ayaklanma uzadıkça, Esad’ın katliamının yarattığı dehşetin etkisi güçlendikçe bu politika ters tepebilir. Birincisi, Libya ile Suriye arasında emperyalizmin uyguladığı çifte standart bütün Arap ülkelerinin (ve emperyalist ülkelerin) halklarında zaten soru işaretleri uyandırmış durumda. Oysa, ABD’nin ve AB’nin başta Mısır ve Tunus olmak üzere devrimci Arap kitlelerini kendi yanına çekmesinin elzem olduğu çok hassas bir dönemden geçiyoruz. İkincisi, kanın oluk oluk akışı Suriye halkının öfkesini büyüterek İslamcılar arasında en radikal hareketlerin eline oynayabilir.

Bu yüzden, ABD ve AB, “demokrasi” istedikleri ya da insani acıya dayanamadıkları için falan değil, sonucun daha da kötü olmasını engellemek için, aynen Mısır ve Yemen’de olduğu gibi, “düzenli geçiş”i sağlamak üzere alternatif arayışına girişiyorlar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi hareketleniyor. Esad’ın 20 Haziran’da yaptığı son konuşma da kimseyi tatmin etmeyince, Esad’a verilen şansın son haftalarına girmiş olduğumuzu söyleyebiliriz.

Tampon bölge mi?

ABD Başkanı Barack Obama, artık günbegün değişmeye başlayan politikasını uygulayabilmek için Tayyip Erdoğan’ın hizmetlerine başvuruyor. Bunda Türkiye’nin ekonomik ve askeri kapasitesi dolayısıyla Ortadoğu’daki en önemli güçlerden biri olması kadar, AKP hükümetinin Arap ülkelerinde İslamcıların fazla radikalleşmesini önlemek ve ABD’ye biat etmelerini sağlamak bakımından iyi bir partner olarak öne çıkması da rol oynuyor.

Obama’nın amacı Arap devrimini evcilleştirmek ve İsrail’in çıkarlarını korumak iken, Erdoğan’ın amacı da ikili. Birincisi, Arap halkı üzerindeki etkisini sürdürmek ve bölge çapında bir lider konumunu güçlendirmek için Suriye’deki düzenli geçişin kendi yönetiminde yapılmasını istiyor. İkincisi, üzerinde PKK’nin etkisinin büyük olduğu Suriye Kürtlerinin politik olarak mevziler kazanmasını engellemek istiyor.

Okuyucularımız, Akdeniz devrim havzasına ilişkin sayfamızda, Türkiye’nin son dönemde Suriye’deki gelişmeleri etkilemek için yaptığı girişimleri okuyabilirler. Ama bunlar daha başlangıçtır. Türkiye, Suriye sahnesine yakın zamanda muhtemelen boylu boyuna girecektir. En önemlisi, sınırda yaşanmakta olan mülteci akınını bahane ederek Türk ordusunun Suriye’nin kuzeyine bir tampon bölge oluşturmak için girmesinin planlanmakta olduğuna dair belirtiler mevcuttur. Bunun gerçek amacı, Suriye Kürtlerinin kendi kaderlerini belirlemesini engellemek olacaktır.

Türkiye uzun yıllar Irak Kürtlerinin ülke içinde göreli olarak ileri politik haklar elde etmesine engel olmaya çalıştı. Kendi sınırları içinde yaşayan Kürtlerin taleplerine karşı tavrı ortada. Üstelik, Erdoğan yeniden gerici milliyetçi bir söylemi benimsemiş durumda. Şimdi de Suriye devrimi bağlamında o ülkenin Kürtlerinin kandi haklarını elde etmesine karşı çıkmasına göz yumulmamalı.

Daha da ötede, Türkiye’nin Sovyetler Birliği dağılalı beri Balkanlar-Ortadoğu-Orta Asya üçgeni içinde oynamaya soyunduğu “ağabey devlet” ya da “bölge gücü” politikasının halklar arasında zehir tohumları saçtığını anlamak gerekiyor. Bu politikanın gereği dün Azerbaycan’da ve Türkmenistan’da (başarısız) darbeler düzenlemek oldu. Bugün de Lübnan’dan sonra Suriye’ye de askeri birlik göndermek gündeme geliyor.

Politikamız ikirciksiz olmalı. Baskıcı Baas rejimine karşı Suriye emekçilerinin ve Kürt halkının yanında olmalıyız. Ama aynı zamanda yüksek sesle haykırmalıyız: Erdoğan, Suriye’den elini çek!