Parlamentonun krizi

Gerçek gazetesi yemin töreninin yapıldığı günün akşamı bağlanan Temmuz sayısının başyazısında, Kürt vekillerin hangi meclise gitmesi gerektiği sorusunun toplumun gündemine oturmuş olduğunu belirtiyordu. Şimdi sorunun sadece bir yeminle ilgili olmadığı, sistemin bağrındaki çelişkilerin ortaya bütün haşmetiyle bir parlamento krizi çıkartmış olduğu herkes için daha açık olarak ortadadır.

Seçimin ertesinde, halkın oylarıyla seçilen milletvekillerinin yargıçların oylarıyla azledildiği (Hatip Dicle) veya görevlerini yapmaktan men edildiği (öteki sekiz milletvekili) bir bağlamda BDP’nin boykot ilan ederek yemin törenine gelmemesi, CHP’nin ise meclise gelmekle birlikte yemin etmemesi daha çok “yemin krizi” olarak anıldı. Oysa Gerçek gazetesi, daha o aşamada, yemin töreninin yapıldığı günün akşamı bağlanan Temmuz sayısının başyazısında, Kürt vekillerin hangi meclise gitmesi gerektiği sorusunun toplumun gündemine oturmuş olduğunu belirtiyordu. Şimdi aradan sadece bir hafta geçmiş olsa da, sorunun sadece bir yeminle ilgili olmadığı, sistemin bağrındaki çelişkilerin ortaya bütün haşmetiyle bir parlamento krizi çıkartmış olduğu herkes için daha açık olarak ortadadır.

Bu bize bir ilk ve çok önemli gözlem yapma olanağı veriyor. Sitemizde seçimin hemen ertesinde yayınlanan üç yorum yazısının birinde, burjuvazinin her türlü temsilcisinin “istikrar” umuduyla alay ediliyor, en başta burjuvazinin kansız iç savaşı ve Kürt sorunu olmak üzere, bir dizi faktörün Türkiye’de “istikrar” düşünün ancak politik hayatı parlamentoya indirgeyenler için anlamlı olabileceği ifade ediliyordu. Bu konuda kimin haklı olduğu seçimden bir hafta sonra ortaya çıktı! Burjuvazinin iç savaşı, CHP’nin yemin etmemesine, Kürt sorunu ise BDP’nin boykotuna yol açarak, toplumun derinlerindeki gerilimlerin parlamentoyu krize sürüklemesine yol açtı. Politikayı parlamentodan ibaret sananlar, bir parti % 50 gibi yüksek bir oy oranıyla mutlak çoğunluğu elde ettiğinde mutlaka istikrar geleceğini umanlar ise, istikrarın kaynağı olacağını düşledikleri parlamentonun dahi krize düşebileceğini görerek derslerini almış oldular! Dakika bir, gol bir!

İki kişiden biri AKP’ye oy verdi. Olabilir. Seçilen üç milletvekilinden biri parlamentoda yok. Buyrun bakalım, buradan yakın!

AKP’nin (ve liberallerin) aymazlığı

Karşı manşet sütunumuz, Erdoğan CHP’nin “ontolojik” (varlığa ilişkin) sorunlarından söz edince, Erdoğan’ın da “epistemolojik” (bilmeye ilişkin) sorunlardan muzdarip olduğunu belirtmişti. Bu epistemolojik sorunlar derinleşerek varlığını sürdürüyor. Erdoğan ikide bir CHP’yi ve BDP’yi azarlıyor, daha da kötüsü onlara meydan okuyor. Bir parlamento 550 milletvekilinden 170’inin şu ya da bu nedenle direnişi ile karşı karşıya ve o meclisin çoğunluğunun yöneticileri krizin derinliğinin farkında değiller! Erdoğan’ın “tükürdüklerini yalayacaklar” sözü müthiş bir provokasyondur. Bunun yalnızca iki anlamı olabilir: ya Erdoğan sistemin krizinden bir çıkar umuyor, ya da “ustalık dönemi” aynı zamanda bunama dönemi haline dönüştü! İnsan ana muhalefete “tükürdüklerini yalayacaklar” derse, o muhalefetin geri gelmesine engel olur çünkü! O zaman isteyerek ya da istemeyerek krizi körüklemiş olursunuz. Tabii, yaşananın bir kriz olduğunu anlayabiliyorsanız! İşte size epistemolojik sorun!

Grup başkanvekili Mustafa Elitaş ise liderinin de ötesine geçip “meclisten atarız” tehdidi yapıyor. Uzun uzun bunun hangi hükümler temelinde, hangi organlarca, hangi mekanizmalar aracılığıyla yapılacağını anlatıyor. Çok sıkıcı. Çünkü bunu yapamayacak. Yaparsa da kızılca kıyamet kopacak. Mekanizmaları boşverip sonuçlarından söz etse kendi de anlardı.

Tabii, AKP’nin böyle düşünebilmesinde yıllardır ona koltuk değneği olmuş olan liberallerin de suçu var. Bunlar televizyon programlarında ve köşelerinde CHP’yi ayıplıyorlar, Ergenekonculuk yaptığını belirtiyorlar, AKP’nin erken seçime gidip % 55 ya da 60 ile geri döneceği tehdidini savuruyorlar. Liberal oldukları için BDP’ye yaklaşımları farklı, ama AKP’nin çıkarlarına uymayan hiçbir şeyi onaylamaları mümkün olmadığından CHP’nin yemin etmemesinin BDP bakımından ne kadar yararlı olduğunu hiç ama hiç göz önüne almıyorlar. Onlara göre, Kürtlere bir şey verilecekse bu AKP tarafından verilmelidir. Bunun için de AKP’ye biat gerekir.

AKP taraftarı liberaller CHP’ye saldırınca, son yıllarda AKP’nin çirkin yüzünü görmeye başlayarak ondan uzaklaşmaya, Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte de CHP’ye meyletmeye başlayan başka bir liberal kanat da telaşa düşüp CHP üzerinde yemin baskısı yapıyor. Radikal 2’deki köşelerinden Ahmet İnsel ve Fuat Keyman CHP’nin kendini çok zor bir yere soktuğunu ileri sürüyorlar. Fuat Keyman, siyasi düşünceler tarihine geçecek şu müthiş cümleyi yazarak CHP’yi doğru mücadele yoluna çağırıyor: “Eğer sivil itaatsizlik ya da pasif direniş yapılacaksa, ki yapılmalıdır, bu direnişin yapılacağı yer parlamentodur.” CHP ve boykotçu BDP yanlış yapıyor. MHP “demokrasiye...uygun davranıyor.” Kelimesi kelimesine böyle!

Şunu da ekleyelim. Bunların pek azının (haksızlık etmemek için Ahmet İnsel’i ayıralım) akıllarına Erdoğan’a “Be hey başbakan! Mahkemelere hep kükrerdin, neden şimdi susuyorsun?” diye sormak geliyor. Esas suçlu yerine suçlu imal etmek peşindeler!

Sorun CHP değil, Kürt halkı!

AKP taraftarı liberaller belki anlıyorlardır ve CHP’yi onun için sıkışıtırıyorlardır, ama İnsel ve Keyman gibilerinin anlayamadığı bir şey var: Bugün yaşanan büyük kriz Mustafa Baybal ve Mehmet Haberal (ya da MHP’li Engin Alan) ile ilgili değildir. Bu üç kişi, ancak yer altı faaliyetleri bakımından önemli olabilirler. Yoksa meclis kürsüsünde en fazla kaldırdıkları el kadar cirmleri vardır. Büyük kriz, milyonlarca Kürdün temsilcileriyle ilgilidir. Devlet KCK’yi mecliste istemiyor. “Tükürdüğünü yalamak” istemiyor. Kendisinin hapse attığını halkın çıkarmasına dayanamıyor. Ergenekon sanıklarının milletvekili seçilmelerine rağmen salıverilmemeleri türev bir işlemdir. Çünkü onlar salıverilse, hukuk mantığı açısından bütünüyle onlara benzer bir konumda olan KCK sanıklarının salıverilmemesini savunmanın son incir yaprağı da ortadan kalkacaktır!

Öyleyse, CHP’nin yemin etmemesi de bu türev işlemin cevabı olan bir türev tepkidir. Esas mesele ne olursa olsun, CHP’nin yemin etmemesi Türkiye’de Kürt halkının haklarının savunulması bakımından bir avantajdır. Her kim CHP’yi yemin yönüne iter, o ya politikadan anlamamaktadır, ya da Kürt halkının haklarını önemsememektedir.

CHP’nin çok daha kalabalık grubu ile ister istemez BDP’ye yakın bir konuma yerleşmesi, Türkiye’de verilen haklar mücadelesi açısından büyük bir kazanımdır. CHP konusunda en ufak bir yanılsama olmaksızın bu çelişkiyi saptamak ve politik doğrultuyu buna göre belirlemek gerekir. Bunun öz bakımından anlamı da açıktır. Burjuvazinin iç savaşı, bu somut anda ve bağlamda Kürt halkının ve hareketinin içinde daha rahat hareket edebildiği bir ortam yaratmış bulunuyor.

Diyarbakır’da BDP grubu

Krizi anlamazlıktan gelenler, ortaya çıkan tablonun ciddiyetini kavramak için hiç olmazsa BDP cephesindeki gelişmelere baksınlar. DTK Daimi Meclisi geçen hafta toplandığında Ahmet Türk çok önemli iki söz söyledi. Birincisi: “Ya Hatip Dicle bizim yanımıza gelecek, ya da biz onun yanına gideceğiz.” Bu sözdeki kararlılığı ancak budalalar anlayamaz. Böyle konuşan insan “tükürdüğünü yalar” mı? İkincisi: “Kürdistan meclisini kurarız.” Ardından, BDP meclis grubu, öteki grupların Ankara TBMM çatısı altında toplandığı gün, yani geleneksel Salı günü, halkın da katılımıyla Diyarbakır’da (Amed) toplandı. Buradaki coğrafi farklılaşma herkese yeni doğan durumun önemini göstermeli. Gerçek gazetesinin Temmuz sayısının başyazısı soruyordu: “Hangi meclise gitsinler?” Ve şöyle söylüyordu:

“Onları istemiyorsunuz. Onlar da gidiyorlar, Diyarbakır’da grup toplantısı yapıyorlar. Altı arkadaşları için yolun açılması niyetini görene kadar ayrı toplanacaklar. Bundan kısa süre önce birçok belediye demokratik özerklik yönünde karar aldığında, onu fiilen hayata geçirmenin adımlarını saptadığında “ikili hukuk”tan söz ettiler, siz de küplere bindiniz. Asıl şimdi alın size işte, “ikili hukuk”! Sorumlusu kim? Hep yaptığınızı yapıyorsunuz, ama bu sefer aldığınız cevap farklı.

Bölgeden sesler yükseliyor. İçerideki vekillerin meclise gelip görev yapmasının yolu açılana kadar ya da hiç açılmazsa, seçtiğimiz öteki vekiller bölge parlamentosu olsun, Demokratik Özerklik meclisi olsun diye.

İşi buraya kadar getirdiniz. Siz. Evet, siz. Bakalım, ateşle oynarken daha ne yangınlar çıkaracaksınız.”

Türkiye parlamentosunun krizi devam ediyor. Sonuçlarını hep birlikte izliyoruz. Hep haklının yanında olacağız!