İslami faşizm?

AKP iktidarının ne tür bir siyasi rejim olarak analiz edilmesi gerektiği sorusu, sol aydınların tam bir tutkusu haline geldi. Bu tartışmada öne çıkan tespit ise iktidarın hızla bir “faşist” ya da “İslami faşist” yönetim haline gelmekte olduğu.

Sosyalistlerin rejim tartışmasını akademik bir merak ile değil, strateji ve taktik kaygılarla yapması gerektiğini izah etmeye gerek var mı? Yani eğer bir ülkede var olan rejime burjuva demokrasisi tanımı koyuyorsanız, onunla mücadele yöntemleriniz ve ittifaklarınız farklı olacaktır; faşizm diyorsanız farklı. Gerçek gazetesi, “faşizm”in çok özel bir baskı rejimi olduğunu savunmuş bir gelenekten geliyor. Faşizmin işçi sınıfı örgütlerini bütünüyle ezen rejimlere verilen bir ad olması gerektiğini, kapitalizmin tarihi barbarlık eğilimlerini temsil ettiğini söylüyoruz. Dolayısıyla, baskı rejimlerine durup durup ikide bir küfür eder gibi “faşizm” demek yerine, onları gerçekliğe daha fazla ışık tutan adlarla (askeri diktatörlük, Bonapartizm, otokrasi, mutlakiyetçilik, otoriterlik vb.) anmak çok daha doğru olur. Melez biçimleri de o karakteriyle anmak gerekir.

Ama bu sefer “faşizm” ya da “İslami faşizm” tespitine itirazımız bunun da çok ötesinde. Gerçek gazetesi olarak biz, Türkiye’nin çok baskıcı bir parlamenter rejimden ayrılmış olduğu, burjuva demokrasisinden ayrı bir rejime geçmiş olduğu iddiasını doğru bulmuyoruz. Bize göre, AKP iktidarı zaten 12 Eylül rejiminin bütün olanaklarından yararlanan, onun siyasi alandan dışlamaya çalıştığı güçlere gerektiğinde şiddetle saldıran bir iktidardı. Ona “demokrasi” misyonu atfedenler zaten budalaca yanılıyorlardı. Ama son iki yılda siyasi yaşamın dinamikleri değişti. AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan gerçekten çok daha baskıcı bir yönetime doğru adımlar atıyor. Bunun arkasındaki dürtüleri iyi kavrayamazsak, Türkiye’deki güçler dengesini anlayamaz, strateji ve taktiklerimizi doğru saptayamayız.

Çırpınış

AKP’nin son zamanda baskı dozunu bugüne kadar görülmemiş bir tarzda arttırmasının ardında Türkiye’nin bir yıl içinde iki halk isyanı yaşaması ve bunun sonucunda Tayyip Erdoğan’ın hâkim sınıflardan aldığı desteğin önemli bir bölümünü yitirmiş olması yatıyor.  Erdoğan ve şürekâsı, halktan korkmuştur. Yeni bir Gezi ya da yeni bir 6-12 Ekim deneyimi, daha da ötesi ikisinin birleşmesi, en korkutucusu ise işçi sınıfının durgunluğunu atarak bunların önüne düşmesi ihtimali, onlar için bir kâbus gibidir. Üstelik, Erdoğan hâkim sınıflar içindeki müttefiklerini de birer birer yitiriyor. Kayıpları artık AKP içine uzanmış durumda. En son AKP milletvekillerinin beşte bire yakınının yolsuzluk oylamasında parti çizgisine isyanı bunun yaşayan örneği.

Demek ki, Erdoğan düşüşe geçmiş bir siyasi akımın lideri. Baskıya yönelmesinin nedeni tam da bu. Öyleyse Erdoğan’ı Hitler’e benzetmek büyük bir yanlış içeriyor. Hitler 1933 ile 1939 arasında parlamenter yolla başına geçtiği hükümeti faşist bir rejim kurmak için kullanabildiyse, bunun nedeni her geçen yıl iktidarının güçlenmesi, Alman toplumunda kendisine olan desteğin artmasıydı. Hitler yükselen bir güçtü. Tayyip Erdoğan ise gerilemekte olan bir güç.

Peki, Erdoğan ağır bir baskı rejimi kuramaz mı? Kurabilir. Savaş da çıkarabilir. Çünkü onun da hâlâ önemli güçleri var. Burjuvazinin kendi özel çıkarlarını hâkim sınıfın genel çıkarlarının önüne çıkarmış belirli bir kesimi, havuz basını, devletin baskı aygıtları, giderek onun bir vurucu gücü olmaya uygun bir sosyal karakter sergilemeye yatkın görünen geleneksel küçük burjuvazi (esnaf ve zanaatkâr), onun etrafında kümelenen bir dizi tekfirci örgüt ve en önemlisi büyülediği, karizmatik bir ilişki kurduğu milyonlarca seçmen. Kurabilir de kurup kuramayacağı, karşısındaki büyük kitle muhalefetinin nasıl bir yol tutacağına bağlı.

CHP mi, isyanın yolu mu?

“İslami faşizm” tespitinin aslında CHP’yle ittifak amacına yönelik olduğu son günlerde tartışılmayacak kadar açık biçimde ortaya çıktı. Gerçek ise Gezi’den ve 6-12 Ekim’den bu yana vurguluyor: Erdoğan’ı yenmenin yolu halkın isyanını sokakta ve sandıkta örgütlemekten geçiyor, CHP’ye yanaşma yoluyla söndürmekten değil! Gerileyen bir gücün baskı rejimi arayışlarını faşizmle özdeşleştirir, Erdoğan’ı yanından bile geçemeyeceği Hitler gibi her şeye muktedir gösterir, sonra da halkın önüne Ekmeleddin’leri, Mansur Yavaşlar’ı, İslamcı hareketin kenara attığı politikacı enkazı şahsiyetleri çıkaran bir partiye yamanırsanız, halkı uyuşturursunuz.

Buna karşılık BHH-HDP anlaşmasıyla başlayan, öteki sosyalistlerin de içinde yer aldığı, toplumsal muhalefetin bütün güçlerini kendi etrafında toplayan bir odak oluşturursanız, büyük bir rüzgâr estirerek halkın bütün mücadele azmini ve şevkini körüklersiniz. Bundan korkan burjuvazi, hatta AKP’nin yaygın kesimleri bile Erdoğan’ı yalnız bırakır. Zaferin yolunu döşemiş olursunuz. “Faşizm” tespiti ve CHP kuyrukçuluğu ise bizi yenilgiye götürür.

Bu yazı, Gerçek gazetesinin Mart 2015 tarihli 65. sayısında yayınlanmıştır.