Paranın Kralı vs. Afrikalı kadın işçi

Dünya kapitalist sisteminin en kudretli kişiliklerinden biri, deyim yerindeyse Kapitalist Dünya Maliye Bakanı konumundaki bir beyaz, zengin, iktidar sahibi, emperyalizm temsilcisi erkeğin, Afrikalı (Afro-Amerikalı bile değil, Gineli), proleter bir kadın mülteci ile karşı karşıya geldiği bir davada, olay nasıl yaşanmış olursa olsun, bir “çıkış” yolu bulunacağı tahmin edilebilirdi. Gerek uluslararası sistem, gerekse ABD devleti kapitalizmin bu derecede simgesi haline gelmiş bir temsilcinin başının göz göre göre yenilmesine nasıl izin verebilir? İşte bütün bunlardan dolayı, bu davanın geleceği baştan kuşkuluydu. Bir buçuk ay sonra geldiğimiz nokta bu yüzden hiç de şaşırtıcı değildir.

İMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, Mayıs ayında New York’ta bir otelde bir oda temizlikçisine tecavüze teşebbüsten içeri atıldığında, bu düzeni tanıyan insanlar ilk günlerin atmosferinin zamanla değişeceğini muhtemelen tahmin edebilmiştir. Olaydan dört gün sonra parti yoldaşım bazı kadın arkadaşlara yazdığım e-mail şöyle başlıyordu:

 

“Ben bir şeyden kuşkulandım. Bana öyle geliyor ki, olayın ilk şoku dağıldıktan sonra, establishment'ın, İMF'nin, Fransız politika dünyasının saygınlığını kurtarmak için Dominique Strauss-Kahn'ı (yaygın olarak DSK diye söz edilir) kurtarma manevraları başlayacak. Bunun için de otel oda temizlikçisine kara çalmaya başlayacaklar. ‘Dişi köpek kuyruğu...’ öyküleri yayılacak en azından. Daha dün bir, bugün iki, Sabah'ta oda temizlikçisinin ‘yakın çevresi’nin (ne güzel değil mi terimin belirsizliği?) kadını ‘çok sıcakkanlı’ olarak nitelediği yazıyor. Bunun konu ile ilişkisi, olsa olsa benim kuşkulandığım yönde olur.”

Şimdi sadece Sabah gazetesi ya da Türk basını değil, bütün dünya aynı kanıda: Dava çöküyor, DSK aklanıyor, hatta Fransa cumhurbaşkanlığı için yarışa yeniden katılmaması için bir neden bile kalmıyor.

Dünya kapitalist sisteminin en kudretli kişiliklerinden biri, deyim yerindeyse Kapitalist Dünya Maliye Bakanı konumundaki bir beyaz, zengin, iktidar sahibi, emperyalizm temsilcisi erkeğin, Afrikalı (Afro-Amerikalı bile değil, Gineli), proleter bir kadın mülteci ile karşı karşıya geldiği böyle bir davada, olay nasıl yaşanmış olursa olsun, bir “çıkış” yolu bulunacağı tahmin edilebilirdi. ABD devleti her şeyden önce DSK gibi adamların korunması amacıyla vardır. Burada kapitalist şirketler olarak örgütlenmiş hukuk büroları, adaletin parası olan için en iyi biçimde satın alınabilecek bir meta haline gelmesinin doğal ürünüdür. DSK’nın parası olduğu kimse için sır değil. Tutukluluğunun kaldırılması için 1 milyon dolar kefalet ödeyebilen ve 5 milyon dolarlık tahvili teminat gösterebilen biri bu. New York’un merkezi olan Manhattan’da ev hapsinde tutulurken aylık 250 bin dolar para harcaması gerekiyordu. Bu işin para yönü… Bir de sistemin itibarı yönü var. Gerek uluslararası sistem, gerekse ABD devleti kapitalizmin bu derecede simgesi haline gelmiş bir temsilcinin başının göz göre göre yenilmesine nasıl izin verebilir? İşte bütün bunlardan dolayı, bu davanın geleceği baştan kuşkuluydu. Bir buçuk ay sonra geldiğimiz nokta bu yüzden hiç de şaşırtıcı değildir.

“Tanığın inandırıcılığında büyük gedikler”

Her adalet sisteminin, içinde geliştiği toplumun etkisi altında oluşmuş kendine göre özellikleri vardır. ABD sisteminde de (biraz da jüri sisteminin etkisiyle) davalı, davacı ya da tanık olsun, davanın önemli aktörlerinin geçmişi ve ahlaki tutarlılığı büyük önem taşır. Ünlü “Kramer vs. Kramer” filminde, çocuğunun velayetini almak isteyen annenin hayatının bazı ayrıntıları, cinsiyetçiliğin egemen olduğu bir toplumda onun çocuğundan koparılmasının gerekçesi haline geliyordu.

DSK davasında tecavüz girişimi mağduru olduğunu iddia eden kadın için de olan bu. Kadının geçmişinde yaşadığı bazı şeyler ve günümüzde hayatının ahlaki bakımdan tartışmalı bazı yanları, davanın çökmekte olduğu konusundaki iddianın neredeyse tek temeli. Peki, kadın ne yapmış ki, Amerikan basınında ileri sürüldüğü gibi “bir tanık olarak inandırıcılığında büyük gedikler” açılmış. Bunları birkaç maddede özetlemek mümkün: 

  1. 2002-2004 yılları arasında Amerika’ya iltica etmeye çalışırken yetkililere yalan söylemiş.
  2. Bu yalanlar arasında memleketi Gine’de grup tecavüzüne maruz kaldığı öyküsü de varmış. Oysa tecavüz yaşamış, ama bu grup tecavüzü değilmiş.
  3. Erkek arkadaşı uyuşturucu işinde imiş; kendisinin banka hesabına da son yıllarda erkek arkadaşı ve onun “iş” arkadaşlarınca on binlerce dolar tutarında para havale edilmiş.
  4. DSK ile başından geçen olaydan bir gün sonra, hapiste bulunan erkek arkadaşına telefonda, “Merak etme, adamın çok parası var” demiş.

Biz hukukçu değiliz. Şu andan itibaren yapacağımız bütün değerlendirmelerin bu bakımdan çok temkinli okunması gerektiğini hatırlatarak başlamak istiyoruz.

Şurası bize açık görünüyor: Yukarıda belirtilen noktalarda deliller sağlamsa, bunların her davada gidişat üzerinde bir miktar etki yapabileceği ortadadır. Bunların ne kadarının doğru olduğunu biz bilemeyiz. Ama doğru olduklarını kabul ederek tartışmak zorundayız. Mesela kadının telefonda söylediği iddia edilen sözlerin kayıtlarının modern teknoloji sayesinde çarpıtıldığını iddia edemeyiz, çünkü bunu kanıtlayamayız. Ayrıca bunun önemi de yok. Önemli olan, bunların delilleri herhangi bir kuşku duyulamayacak biçimde açıkça ortada olsa bile, bunun DSK’nın suçsuzluğunu kanıtlayıp kanıtlamadığını konuşmaktır. Çünkü artık mesele böyle tartışılıyor.

Delillere ne oldu?

Şayet birçok tecavüz veya tecavüz teşebbüsü vakasında olduğu gibi, olaydaki tek delil kadının ifadesi olsa, o takdirde yukarıda söylenenlerin DSK’nın suçsuzluğu yönünde ciddi karineler olarak kabul edilmesi gerektiği açık. (Burada, yalnızca tecavüz mağduru kadının ifadesinin yeterli kabul edilmesi gerektiği yolundaki argümanı tartışmanın dışında bırakıyoruz. Bu, doğru bir yaklaşım olup olmaması bir yana, henüz yürürlükteki hukukun bir hükmü haline gelmemiştir.) Yukarıda bu tür verilerin her davada önemli etki yaratabileceğini söylerken kast ettiğimiz buydu. Ama DSK davası tek delilin kadının ifadesi olduğu bir dava olmaktan uzak. Bakın Manhattan Bölge Savcısı’nın yardımcısı, olaydan iki gün sonra, 16 Mayıs’ta yapılan ön duruşmada durumu nasıl özetliyor:

“Mağdur, sanığın cinsel saldırıda bulunması ile tutarlı çok güçlü ayrıntılar sunmuş bulunuyor; bunlar sanığa yöneltilen suçlamanın konusunu oluşturan suçun bütün gerekli unsurlarını sabit kılıyor.

Mağdur olayın hemen ertesinde hem otel çalışanlarından hem de kolluk kuvvetlerinden birden fazla tanığa yüksek sesle durumu ifade etmiştir. Daha sonra hastaneye götürülmüş, adli tıp açısından bütünsel bir cinsel saldırı incelemesinden geçirilmiştir. Bu inceleme sırasında ortaya çıkan gözlemler ve bulgular mağdurun ifadesini doğrulamaktadır.” (New York Times, 30 Haziran 2011)

Bu savcı yardımcısı. Bir de polis yetkilisine kulak verelim:

“Olayı izleyen günlerde, New York Emniyet Müdürü Raymond W. Kelly, Özel Mağdurlar Ekibi dedektiflerinin oda temizlikçisini inandırıcı bulduklarını güçlendiren bir açıklama yaptı; Müdür, dedektiflerin müştekilerin güvenilirliğini değerlendirmek için eğitilmiş olduklarını da vurguladı.” (New York Times, 3 Temmuz 2011)

Nihayet mağdurun avukatının bir ifadesi:

“Sayın Strauss-Kahn ile yaşanan olaydan sonra mağdur Sofitel’deki amirine şu soruyu sormuş: ‘Otelin konukları bize her istediklerini yapabilir mi?’...Amir güvenliği çağırmış, güvenlik görevlileri de yerde ve duvarda sperm bulmuş, sonra da polisi çağırmış.” (New York Times, 1 Temmuz 2011)

Bu spermin DSK’ya ait olduğu daha sonra DNA analizi ile sabit olmuştur.

Bu son nokta o kadar tartışmasızdır ki, DSK’nın savunucuları ya da “tarafsız gözlemci” pozisyonuna sığınanlar şimdi o otel odasında “karşılıklı rızaya dayalı seks” yaşandığını “teslim” etmektedirler! Bazıları daha da ileri giderek, bir oda temizlikçisi ile böyle seks maceralarına giren bu kadar önemli konumdaki bir adamın artık Fransa cumhurbaşkanlığına layık görülmeyeceği fikrini bile ileri sürüyor! Bunları söyleyenler, bir tecavüz mağdurunu, bütün dünyaya tecavüzcüsü ile seks yapmış olan biri olarak sunuyor olabileceklerini, bunun kadının ruhunda nasıl derin yaralar açabileceğini bir an bile düşünmeyenler!

Evet, sperm örnekleri sadece seks olduğunu kanıtlar. Bunun rızaya dayalı mı, zorla mı olduğuna dair herhangi bir sonuca ulaşılmasına izin vermez. Peki bütün öteki delilleri ne yapacağız? Yukarıda savcı yardımcısı ve emniyet müdürünün ağzından aktardığımız delilleri özetleyelim:

  1. Olay sonrası yaşananlar, mağdurun yardım istemesi, amirine sorduğu soru vb. hem polise, hem savcıya son derecede inandırıcı gelmiştir.
  2. Adli tıp, kadının cinsel saldırı yaşayan biri olduğunu raporla saptamıştır.
  3. DSK’nın spermi maddi bir delildir.

Şayet Manhattan Savcı Yardımcısı’nın, New York Emniyet Genel Müdürü’nün ve New York’ta adli tıp görevini yerine getiren hastane sorumlularının işlerini hiç bilmeyen eblehler olduğunu varsaymayacaksak, davanın “çökmesi”nden çok uzağız demektir. İlk günlerde ortaya atılan, ama şimdilerde sözü edilmeyen, sanığın eşine telefonda “felaket bir şey oldu” dediğine ya da otelinden havalimanına büyük bir telaşla yola çıkarken bir telefonunu otelde unuttuğuna dair çıkan haberleri de bir kenara koyuyoruz. DSK bu işi mutlaka yapmıştır demiyoruz, ortaya çıkan ve mağdurun inanılırlığını zedeleyen delillerin davayı “çökertmiş”, DSK’nın suçsuzluğunu ortaya koymuş olmadığını söylüyoruz.

Kadının aleyhinde en fazla kullanılabilecek olan “Merak etme, adamın çok parası var” ifadesi bile, tecavüz girişiminin yaşanmamış olduğuna bir kanıt oluşturmaz. Kadının olay yaşandıktan sonra bundan yararlanmaya çalışması, DSK’nın suçsuz olduğunu göstermez! Ya da kadın belki de tecavüz olayına duyarsız kalan ve bu olayın kadını kamuoyu önünde bir şöhret haline getirecek olmasının kendisi veya uyuşturucu işi için zararlı olacağını düşündüğünden dolayı olayın üzerine gidilmesine karşı olan erkek arkadaşını, onun önem vereceğini bildiği para sızdırma olasılığı ile ikna etmeye çalışıyordur. Yani olaydan yararlanmayı bile düşünmemiş olabilir!

Eğer birileri “yahu kadın ahlaksız, hem yalancı, hem sevgilisi uyuşturucu kaçakçısı, kendi de banka hesaplarından ortaya çıktığı kadarıyla onunla işbirliği yapıyor, üstelik para sızdırmayı bile düşünmüş” diyorsa, onlara en uğursuz mücrim kadınların dahi tecavüze uğrayabileceğini ve mücrim olmalarının tecavüze uğramalarının caniyane karakterini hiçbir biçimde perdeleyemeyeceğini, hatta hafifletici bir neden olarak dahi kabul edilemeyeceğini hatırlatalım.

Bu birileri aslında bizde eskiden varolan bir uygulamaya benzer bir mantığı DSK vakasına uyguluyorlar demektir. Türkiye’de 1980’li yılların sonunda tam da böyle bir tartışma yaşanmıştı. Eski Ceza Yazası’nın bir hükmü, tecavüz fiilinin bir fahişeye karşı işlenmiş olması halinde cezadan üçte iki indirimi öngörüyordu. 1988 yılında bir ilk derece mahkemesi, bu hükmün eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açmıştı. Anayasa Mahkemesi’nin yedi üyesi fahişelerin “iffetsiz” olduğu gerekçesiyle hükmün anayasaya aykırı olmadığı yönünde görüş bildirmiş, sadece dördü eşitlik ilkesinin çiğnendiğini ifade etmişti. O dönemde gayet militan olan kadın hareketi bunun üzerine sokağa çıkmış, yapılan eylemler sonucunda bu hüküm 1990 yılında kanundan çıkartılmıştı.

Siz ironiye bakın: beyaz Türklerin kızgın temsilcilerinden Nilgün Cerrahoğlu, aslında Türk’ten çok Avrupalı gözüyle DSK’ya sahip çıktığı ve aklamaya çalıştığı bir yazısında (Cumhuriyet, 7 Temmuz 2011), oda temizlikçisinin fahişe olduğunun bile söylendiği iddiasını, DSK’nın masumiyeti yolunda bir delil gibi kullanıyor. Fahişelik iddiasının kendisi, New York Post adlı, öyle çok da güvenilecek bir sicili olmayan bir gazetenin haberine dayanıyor. Oda temizlikçisi bu konuda New York Post’a dava açmış bulunuyor. Ama velev ki kadın fahişe olsun! Bu beyaz Türk herhalde Türkiye’de kadınların mücadelesine pek Fransız kaldığından olsa gerek, bunu bir tecavüz davasında kadının aleyhine delil olara kullanmaya çalışıyor. 20 yılı aşkın süre önce çözülmüş bir sorunu hortlatıyor. İşte örtünmeye karşı “kadın kurtuluşu” havarisi beyaz Türklerin tıyneti!

Açıklanamayan davranışlar

Davanın “çökmekte olduğunu” ileri sürenler, mağdurun başlangıçta çok sağlam açıklamalar yaptığı halde, daha sonra yalpalamaya başladığını belirtiyorlar. İnsan düşünmeden edemiyor: Madem hem savcı, hem polis, hem adli tıp kadının öyküsünü çok sağlam buldular, polis ya da savcı kendisini neden tekrar tekrar sorguya çekmeyi seçti? Haydi, diyelim ki, kadının telefon konuşması dinlemeye takıldıktan sonra kuşkulandılar ve soruşturmayı derinleştirmek istediler. Peki ama şu ayrıntıları nasıl açıklayacağız?

Kadının avukatının ısrarla sorduğu bir soru hâlâ cevapsızdır: Polis ve savcı DSK’yı gözaltına aldıktan sonra beş saat boyunca neden hiçbir soru sormamış, ifadesini almamıştır? Yanlış anlaşılmasın, başka hiçbir yerden olmasa Amerikan polisiye filmlerinden artık hepimizin tanıdığı Miranda güvencesini unutuyor değiliz. Polis ve savcı beş saat boyunca DSK’ya Miranda kuralından gelen “susma hakkı”nı hatırlatacak kadar bile konuşmamıştır!

Bu çok önemli ayrıntının öyküsünü gelin birlikte okuyalım:

“32 yaşıdaki oda temizlikçisinin avukatlarından biri olan Kenneth P. Thompson şu soruyu soruyor: Sayın Strauss-Kahn’a, poliste gözaltında saatler boyunca neden kimse otel süitinde ne olmuş olduğunu düpedüz sormamıştır?

“Manhattan Bölge Savcısı Cyrus R. Vance Jr.’ın mahkemeye verdiği belgelere göre, Özel Mağdurlar Ekibi’nden Dedektif Steven Lane saat 23’e doğru Strauss-Kahn’a ‘olay’ hakkında konuşmak isteyip istemediğini sormuştur. Strauss-Kahn ‘Avukatım konuşmamamı söyledi. Yoksa ben konuşmaya hazırdım’ demiştir.

“Davacının avukatı Thompson savcı Vance’e polisin Strauss-Kahn’a kadına saldırıp saldırmadığını sormak için neden bu kadar uzun beklediğini soruyor. Avukata göre bu polisliğin abece’sidir. Avukata göre savcı bu soru karşısında susmuş.

“Thompson şöyle diyor: ‘Yapılacak ilk işlerden biri şüpheliye bir ifade verdirtmeye çalışmaktır. Bunu yapmamışlar. Beş saat boyunca adam orada oturmuş, kimsenin de gidip ona bu fiilleri işleyip işlemediğini sormaya kıçı sıkmamış.’” (New York Times, 3 Temmuz 2011) (Filmlerden tanıdığımız o “sert erkek” Amerikan polislerinin ellerine düşmüş bir adama soru sormasıyla ilgili olarak kullanılan fiile dikkat edelim: “Kıçı sıkmamış”! DSK gibi kudretli bir adamın bu özelliklerinin hukuk sisteminde nasıl etki yaptığı burada berrak değil mi?)

Polis sorgulasaydı DSK elbette tecavüz girişiminde bulunduğunu kabul etmeyecekti. Ama mesela tedbirsiz davranıp cinsel herhangi bir şey yaşanmamış gibi konuşabilirdi. O zaman sperm bulgusu dolayısıyla açıklanamaz bir çelişkiye düşerdi. Şüphelinin konuşmayarak bu tür zorluklardan kaçınması polisin marifeti dolayısıyla olmuştur.

Polisin şüpheliye beş saat soru sormaması karşısında doğrusu bizim aklımızdan bazı kötü düşünceler geçmiyor değil. Mesela çok yüksek birtakım devlet yetkilileri, Emniyet Müdürü’ne telefon edip “aman durun bakalım, bir ne olduğunu anlayalım, şimdilik sıkıştırmayın Sayın DSK’yı” demiş olabilirler mi?

DSK’ya soru sormak görevleri iken sormayan yetkililer, Afrikalı kadın proleter mağdura bakın ne yapmışlar:

“Sorgular devam ederken, ilişkiler gerilmeye başlamıştı. 9 Haziran günü, bölge savcısının ofisinde bir görüşme sırasında, [avukatı] Thompson bir başka işi dolayısıyla çıktıktan sonra, kadın sorgulanırken ağlamaya başlamış. Dışarıda beklemekte olan 15 yaşındaki kızı annesinin sarsıldığını fark ederek Thompson’ı uyarması için bir akrabalarını aramış. Avukat savcıları arayarak sorgulamaya son verilmesini talep etmiş. Avukat Cuma günü basına kadının kızının savcıların “Defol! Defol! Defol burdan!” diye bağırdığını duyduğunu söyledi. Yetkililer bağrışma olmadığını belirtiyor.” (New York Times, 3 Temmuz 2011)

Bağrışma olup olmadığını bilemeyeceğiz, ama savcıların olaydan haftalar sonra (14 Mayıs’tan 9 Haziran’a 25 gün geçmiş!) hangi aciliyet dolayısıyla davacıyı avukatı yokken sorguladıklarını herkesin sorması sanıyorum gerekir. Yargı sisteminin DSK ile mağdura yönelik olarak bu taban tabana karşıt davranışı neler anlatıyor, neler!

Tartışılan ne?

DSK davası basit bir tecavüz girişimi üzerine bir tartışma değil. İçinde bu toplumun anatomisine ışık tutabilecek bir dizi unsur taşıyor. Bu açıdan bakıldığında, DSK’nın özgül durumunun ne olacağı, esas meselelerden daha az önem taşıyor. Mesela, dava düşse, Fransa’da DSK’yı aday göstermeyi düşünen, kendi artık burjuvalaşmış sosyal demokrat olan, ama adı “Sosyalist” olan sözde sol parti onu Sarkozy’ye karşı aday gösterse ve Fransa halkının çoğunluğu da adama oy verse, Fransa’nın başında belki de bir tecavüzcü oturuyor olacak. Ama bunun ne önemi var ki? İtalya’nın başındaki Berlusconi’nin reşit olmayan bir Arap genç kadınla para karşılığı seks yaptığı iddia edilmiyor mu? Reşit olmayan kadınlarla seks her ülkenin yasalarında “tecavüz” olarak nitelenen bir fiil değil mi?

Önemli olan işin başka yanları. Birincisi, kapitalist toplumda adaletin doğasına ışık tutuyor bu olay. Yasalar karşısında eşitlik, yargının bağımsızlığı, hakim tarafsızlığı, burjuvazinin yücelttiği bütün o efsaneler toplumun kendisinde var olan eşitsizlikler karşısında çöküp gidiyor. Hem de burjuva yargısının en güçlü, en gelişkin olduğu bir demokraside, ABD’de. Kudretli ile zayıf, zengin ile yoksul, beyaz adam ile Afrikalı, erkek ile kadın eşit değil bu adalet sisteminde. O eşitlik, safları aldatmanın cilası. Burjuva sisteminin kendinden önceki bütün sınıflı toplumlara göre güzelliği bu işte hakim sınıflar için. Hem eşitsizliği en derinine taşıyor, hem de ezilenleri eşitlik görüntüsüyle aldatabiliyor.

İkincisi, burjuva türü eşitliğin, en ideal haliyle bile uygulansa dahi, aslında gerçek dünyanın eşitsizliği karşısında komik sonuçlar vereceğini ortaya koyuyor. Gineli kadın iltica isterken yalan söylemiş! Gine’de insanların yarısından fazlası günde bir dolardan azıyla yaşamak zorunda iken, ABD’ye iltica etmek için daha çoook insan yalan söyler! Gine’nin yoksulluğu Allah’ın emri değil. Ülkenin birçok zenginlik kaynağı var. Bu arada alüminyumun hammaddesi olan boksiti emperyalist ülkelere bol bol ihraç ediyor. Bu boksit Gine halkını değil, çokuluslu şirketleri ve Gine’de halk üzerinde her türlü baskıyı uygulayan haydut devleti eline geçirmiş bir zümreyi zengin ediyor. Peki, bu düzenin baş muhafızı kim? İMF olmasın? İMF’nin başındaki adam Gineli bir kadına tecavüze teşebbüs ediyor, kadının yoksulluktan kurtulmak için yalan söylemesi bunun üstünü kapatmak için kullanılıyor. Sonra da yasalar önünde eşitlik! O kadının uğradığı haksızlıkları telafi etmek için, ne eşitliği, DSK gibilerinin başına İstanbul’da bir genç arkadaşımızın yaptığı gibi daha çok pabuçlar fırlatmak gerekir!

Nihayet, tecavüz. Kadın “sabıkalı” çıktı. Ya DSK? Kadınlarla “sabıkası” o kadar kesin ki, Fransa cumhurbaşkanlığına giderken önündeki en önemli engellerden birinin “kadınlar” olduğunu kendi söylemiş! Şimdi bu dava “çökerken” Fransa’da hakkında yeni bir dava açılıyor. Neden kadının “sabıkası” göz önüne alınıyor da erkeğinki alınmıyor? Sanırsınız, kadın dünyanın en ahlaksızı, adam da Papa!

Bu olay o kadının kendisi ile ilgili değildir sadece. Tecavüz erkek soyunun kadınlar üzerinde hakimiyet kurmak üzere kullandığı en ağır yöntemlerden biridir. Onun için her kim yaparsa yapsın, her kime yapılırsa yapılsın cezalandırılmalıdır!