Neoliberal bir suç olarak kentsel dönüşüm

Emekçiler, kapitalizmin vaat ettiği işsizlik ve güvencesizlik ortamında, burjuvalar için “korkutucu” mahalleler olan, ev denilemeyecek barakalarla dolu, sağlıksız, alt yapısız yerlere mahkûm olmaya devam edecekler. Çünkü burjuvazi konut sorununu ancak, Engels’in dediği gibi “sorunu sürekli olarak yeniden ortaya çıkaracak bir şekilde” çözecektir. Dolayısıyla kentsel yaşam alanlarının emekçilerin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesinin tek yolu, kent topraklarının kamulaştırılmasıdır. İşçi sınıfı iktidarında, mevcut mülk sahibi burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle, mesken olarak kullanılabilecek yeterli bina zaten elde edilebilecektir. Esas ulaşılması gereken nokta da budur.

Emekçilerin yaşam koşullarını barbarca belirleyen kapitalizm, kentsel mekânları da kendi ihtiyaçlarına göre yeniden üreterek iç çelişkilerinin üstesinden gelmeye çalışıyor. Kentsel dönüşüm politikaları da bu kapsamda, kapitalistlerin, her şeyi metalaştırma ve “krizleri fırsata çevirme” manevrasının bir parçası. Burjuvazi özellikle kriz dönemlerinde, mali çöküşlerin üstesinden gelmek için, kentsel yaşam alanlarının doğasını, tarihini, kültürel değerlerini talan ediyor. Bunun araçlarından biri olan ve 1929 Ekonomik Buhranı’ndan beri uygulanan kent topraklarının menkulleştirilmesi yöntemi, taşınmazın sahipleri açısından, haklarının o bölgede kullandırılmayıp belediyenin belirlediği bir başka yerdeki projeye yönlendirilmesi ya da kendilerine nakit olarak ödeme yapılması demek. Sermayenin uluslararasılaştığı neoliberal düzende, sanayi, ucuz iş gücünün olduğu daha uzak coğrafyalara kaydığı için, kentler artık hizmet sektörünün yoğunlaştığı alanlar haline geldi. Bu değişim kentsel mekânların sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesini gerektiriyor. Dolayısıyla tüm dünyada dolu dizgin devam eden kentsel dönüşüm projeleri uluslararası sermayenin iştahını kabartıyor. Öncelikle rant getirisi yüksek sahaların belirlenerek projelendirilmesi, bu parçalı mülkiyetin kent yoksullarından sermayeye devri ve bunun maliyetinin hesaplanması süreci yürütülüyor. Tabi ki bunun hukuku yaratılarak. Mekâna bir değer biçiliyor, fakat orada yaşayan emekçilerin bu yerlerin yenilenmesinden sonra kendilerinden talep edilecek miktarda parayı ödeme gücü olmadığı için hak sahipleri başka bir yere naklediliyor ve alışveriş merkezi, plaza vs. dikilebilecek bu yerler sermayeye peşkeş çekiliyor. Böylece, neoliberal politikaların temel süreçlerinden olan özelleştirme ve kuralsızlaştırma, kentsel mekân yağmasında başrol oyuncuları olarak yerlerini kimseye kaptırmıyor.

Aslında kentsel dönüşüm masalıyla yeni tanışmıyoruz. Gecekondu mahallelerinin, “suç merkezleri” ilan edilerek yıkımlarının meşrulaştırılmasına da, evsiz kalan çaresiz emekçilerin çıplak ayaklı çocuklarının önünde kendilerini dozerlerin önüne atmalarına da alışkınız. Güncel olarak ise AKP hükümeti ve tekelci burjuvazi, kentsel dönüşüm projelerini, emekçilerin mülk sahibi olduğu konutların afet riski taşımasına dayandırıyor. Riskli ve hazine arazisi üzerine yapılmış binaları Toplu Konut İdaresi (TOKİ ) devralıyor. Bu binalara o andan itibaren elektrik, doğal gaz ve su hizmeti verilmiyor. Bu yağma projeleri için AKP hükümeti tarafından tam yetkilendirilen TOKİ istediği gibi at koşturuyor. TOKİ özel şirket mantığıyla işliyor ama kent toprakları üzerinde mutlak yetkiye sahip. İstediği yeri daha doğrusu rantı yüksek yerleri kamulaştırıyor, projelendiriyor, “eskisini yıkıp yeni konut yapacağım” diyerek yurttaşlardan zorla taahhütname alıyor. Yeni yapılan konutun parasını ödeyemeyenler için TOKİ’nin çözümü “kredi vermek”! Emekçilerin bu krediyi nasıl ödeyeceği sorusu ise yanıtsız. Yeni konutlar bitene kadar nerede oturulacağı da TOKİ’nin keyfine göre belirleniyor. İsterse kira yardımı yapıyor, istemezse yapmıyor, zorunluluk yok! Evleri ellerinden zorla alınan emekçiler, zaten işsizlikle, güvencesiz, kuralsız çalışmayla boğuşurken bir de barınacakları yerlerden olup sokakta kalıyorlar. Bu kuralsız el koymalara karşı davalar açılıyor elbet. Fakat atanan bilirkişiler zaten kendisi belediyelerle iş yapan, ticarethane haline gelmiş üniversitelerden olunca çıkan raporları siz düşünün.

Gerçek şu ki, emekçiler, kapitalizmin vaat ettiği işsizlik ve güvencesizlik ortamında, burjuvalar için “korkutucu” mahalleler olan, ev denilemeyecek barakalarla dolu, sağlıksız, alt yapısız yerlere mahkûm olmaya devam edecekler. Çünkü burjuvazi konut sorununu ancak, Engels’in dediği gibi “sorunu sürekli olarak yeniden ortaya çıkaracak bir şekilde” çözecektir. Dolayısıyla kentsel yaşam alanlarının emekçilerin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesinin tek yolu, kent topraklarının kamulaştırılmasıdır. İşçi sınıfı iktidarında, mevcut mülk sahibi burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle, mesken olarak kullanılabilecek yeterli bina zaten elde edilebilecektir. Esas ulaşılması gereken nokta da budur.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Eylül 2012 tarihli 35. sayısında yayınlanmıştır.