Fethullah Gülen'den ikinci 28 Şubat!

Gülen: Otoriteye ba?kald?rmay?n ülen'

Dünya kamuoyunun ezici bir bölümü 31 Mayıs gününden itibaren İsrail’i korsanlığında yalnız bırakmış, ABD ve AB emperyalizmlerini tecrit etmiş iken, AKP hükümeti de bundan kazandığı büyük güç ile İsrail ile uğraşırken, 4 Haziran Cuma günü, Türkiye bir haberle sarsıldı: AKP içinde ve genel olarak İslamcı çevrelerde büyük bir güç sahibi olan Fethullah Gülen, ABD finans kapitalinin bir numaralı gazetesi Wall Street Journal’a verdiği demeçte İsrail’i savunmuştu!

İslamcı çevreler bu çıkıştan o kadar sarsıldılar, o kadar kanları dondu ki, günlerce "Hocaefendi"nin ne demek istediğinin anlaşılamadığını konuştular. Hitabet yeteneğiyle dikkati çeken birinin nasıl böyle anlaşılmaz tarzda konuşmuş olduğu İslamcı kamptan ve "Hocaefendi"yi yüceltenler arasından sürekli sorulan bir soru haline geldi. Zaman gazetesi "Hocaefendi"nin demecinden ziyade, kendini halkı demecin zararsız olduğuna ikna etme görevine atamış olan birtakım yazarların yazılarını öne çıkardı. Radikal gazetesinin İslamcısı Akif Beki, niyetini bile tam belli edemediği bir yazıda, Zaman yazarlarıyla alay eder gibi, "Her ne kadar fahri sözcüleri dururken buna mezun değilsem de, te'vilini bir de benden dinleyin" diye yazdı. (Genç kuşaklar için ekleyelim: "tevil" sözcüğünün günlük dildeki karşılığı "kıvırtmak"tır!) Yeni Şafak ve Vakit gazeteleri habere ya kısacık ya da arka sayfalarında yer verdiler. Aynı şey AKP taraftarı bir çizgi izleyen SabahStar ve Taraf gazeteleri için de geçerliydi.

Oysa ortada tevil edilebilecek bir şey yoktur. "Hocaefendi" Gazze'ye yardımın İsrail'in "rızası" alınmadan yapılmaya çalışılmasını eleştirmiştir. Kendisine yakın bir yardım kuruluşu vaktiyle Gazze'ye insani yardımı İsrail'in "izni" ile yapmıştır. (Wall Street Journal gazetecisi her iki kelimeyi de kullanıyor.) İzin ya da rıza alınmaması, "otoriteye meydan okumaktır ve verimli sonuç vermez." (Bu fikir, "Hocaefendi"den alıntı olarak aktarılmaktadır. Batı gazeteciliğinin standartlarına göre, bu son sözler kelimesi kelimesine "Hocaefendi"nin ağzından çıkmış olmalıdır.) "Hocaefendi" o kadar ileri gitmiştir ki, İsrail'in 9 gönüllüyü katletmesini bile açık açık kınamamıştır. Kimileri kendilerini avutmak isteyebilirler, ama "Hocaefendi" bu konuda bilinçli biçimde belirsiz konuşmuştur: "Gördüğüm şey güzel değildi. Çirkindi." Çirkin olan nedir? İsrail komandolarının Furkan Doğan'ın başına 25 santimden kurşun sıkması mı yoksa gönüllülerin özsavunma çabası içinde demir çubuklara sarılması mı? "Hocaefendi" suskundur!

Bu fikirlerde anlaşılmayacak bir şey yoktur. Birincisi, "Hocaefendi", İsrail'den izin almadan Gazze'ye çöp bile götürülmesine karşıdır. Ama bu, Gazzelileri dilenci yerine koymak, İsrail'e ise sonsuz hürmet göstermek demektir. Çünkü İsrail ablukası Gazze'ye hiçbir şey sokulamayacağını söylemiyor; neyin sokulup neyin sokulamayacağına İsrail'in karar vermesi ilkesine dayanıyor. Öyleyse, "Hocaefendi" ambargonun/ablukanın kaldırılmasına karşıdır. Bu durumda da Gazze halkına "insani yardım" meselesi ambargo/abluka ile mücadele ile ilişkisini kaybetmekte, sadece yoksul insanlara verilecek bir sadakaya dönüşmektedir!

İkincisi, Türkiye hükümeti başbakanı ile, dışişleri bakanı ile İsrail'e yüklenirken ve ABD üzerinde basınç uygularken, milyonlarca izleyicisi olan ve AKP içinde birçok çevreyi kontrol eden "Hocaefendi"nin bu demeci, hükümete balans ayarı yapmak demektir. 28 Şubat (1997) askeri müdahalesinin, hareketin bir numaralı önderi konumunda olan Orgeneral Çevik Bir tarafından hükümete yapılmış bir "balans ayarı" olarak nitelendiği hatırlardadır. Bu şu demekti: Erbakan'ın başbakanlığındaki Refahyol koalisyonu Türkiye'nin rotasını Batı ile bütünleşmeden ve Batıcı-laik sermayenin hakimiyetinden İslam ülkeleriyle ittifaka ve İslamcı sermayenin (ya da o dönemde kullanılan terimle "yeşil sermaye"nin) hakimiyetine doğru çevirmiştir; şimdi asker "silahsız kuvvetler" olarak anılan bütün güçlerin desteği ile ve ABD ile ittifak halinde hükümeti Türkiye'nin geleneksel doğrultusuna geri çevirmektedir. "Hocaefendi"nin bugün yaptığı da budur: Tayyip Erdoğan'a dümeni yeniden ABD-İsrail-Türkiye stratejik ittifakına doğru kırması söylenmektedir. Fethullah Gülen "eksen kayması" tartışmasında tavrını nihayet belli etmiştir. "Otoriteye meydan okumaya" karşı çıkarken sözünü ettiği İsrail'in otoritesi değil, emperyalizmin, yani Gülen'in esas biat ettiği ABD'nin otoritesidir. "Hocaefendi" AKP hükümetini ABD'ye biata geri çağırmaktadır.

Üçüncüsü, "Hocaefendi"nin olayın hemen ertesinde, 9 gönüllünün cenazesinin Fatih ve Beyazıt Camileri'nden dev törenlerle kaldırılışı ile aynı günlerde, bu tevil edilemez çıkışı yapması ve İsrail'i savunması, ancak bir şekilde açıklanabilir: Fethullah Gülen'in bütün stratejisi ABD ile Türkiye arasındaki ittifakın sağlam zemini üzerinde yürüyecek biçimde tasarlanmıştır. Telaşın nedeni budur. Gülen'e bütün İslamcıların kanını donduran laflar ettiren budur. Oysa, herkes kadar Fethullah Gülen'in de bilmesi gerekir ki, Erdoğan, Gül ve Arınç da ABD'den kopmak istemezler. Ama Gülen öylesine telaşlanmıştır ki, Erdoğan'a "ateşle oynama" demektedir.

Her İslamcının artık bu tevil edilemez gerçekle hesaplaşması gerekiyor: İslamcı hareket İsrail ve ABD'den kopamaz. Aralarından kopacak gibi görünen olursa, ona da derhal balans ayarı yapılır.

Neden? Çünkü İslamcı hareket bir burjuva hareketidir. Hakim sınıfların çıkarlarını temsil eder. Bu yüzden varolan dünya düzenine kopmaz bağlar ile bağlıdır.

ABD emperyalizmine ve onun Ortadoğu'daki köprü başı Siyonist İsrail devletine karşı gerçekten tutarlı mücadele ancak bu zulüm düzeninin yıkılmasından kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlarca verilebilir. Bu ise bölgenin işçi sınıfı, bütün emekçiler ve ezilenleri yanına aldığı gün gerçekleşecektir. İsrail'in, Mısır'ın, bütün Amerikancı Arap rejimlerinin firavunlar gibi hareket eden yöneticilerinin politikalarına karşı, Filistinlilerin esaretine vicdanı ile isyan eden her Müslüman'ın yeri işçi sınıfının devrimci enternasyonalist politikasının yanıdır.