Savcının mumu...

Ahmet Şık’ın İmamın Orduları başlıklı yayınlanmamış kitabının başına gelenler, düşünce suçu açısından sicili son derecede kirli olan Türkiye’de bile, “pişmiş tavuğun başına gelmemiştir”! Kısaca göz gezdirelim:

  • Şık’ın kitabı, muhtemelen polisin henüz yayınlanmamış bir kitabın avına çıkması anlamında sadece Türkiye tarihinde değil, dünya tarihinde de muhtemelen bir ilktir.
  • Yayınlanması yasaklandığına göre, Türkiye’ye sansür uygulamasını geri getirmiştir.
  • Polis “her görüldüğü yerde ezilmelidir” ilkesine uygun olarak, kitabın bütün elektronik kopyalarının peşine düşmekle yetinmiyor, bulduğunda siliyor! Mahkeme kararının mantığı sonuna kadar uygulanabilirse, polis işini iyi yaparsa, muhatapları da talepleri kabul ederlerse, Şık’ın kitabı sadece bazı bilgisayarlardan değil, yeryüzünden “delete” edilecektir (silinecektir) . Bir kitabı toplatmak kendi başına bir sorundur. Ama toplatılan kitap yine de günün birinde yeniden gün ışığını görebilir. Ama bir kitabı yok etmek! Bu barbarlıktır. Üstelik ortada bir suç olduğuna dair henüz mahkeme kararı yokken.
  • Mahkemenin ve polisin bütün iddiası, İmamın Orduları kitabının Soner Yalçın’ın önerileri doğrultusunda değiştirilmiş olduğu, yani Ergenekon örgütünce yazılmış bir doküman olduğudur. Bir an kitabın gerçekten Ergenekon örgütünün talep ettiği yönde değiştirildiğini varsayalım. Bu doğru olsa bile, kitabın kendi içeriği suç oluşturmadığı, örneğin birilerini derhal öldürmeye çağrı yapmadığı sürece, örgüt dokümanı niteliği taşısa bile kitap yasaklanamaz. Hele hele yayınlanması hiç yasaklanamaz. Çünkü Ergenekon’un bir terör örgütü olduğu kanıtlansa bile (henüz mahkeme kararı yok), Soner Yalçın’ın bu örgütün sorumlusu olduğu kanıtlansa bile (henüz mahkeme kararı yok), Soner Yalçın’ın Ahmet Şık’a değişiklik talimatı verdiği ve Şık’ın buna uyduğu kanıtlansa bile (henüz mahkeme kararı yok), şayet kitap düşünce ifadesine değil de suç olan filllere girmiyorsa ne yasaklanabilir, ne toplatılabilir. Soner Yalçın Ahmet Şık’a bir coğrafya kitabı konusunda talimat verseydi bu da kitabın yasaklanması için gerekçe mi oluşturacaktı? (Tabii Şık “Pensilvanya”yı anlatmaya kalkışırsa, o başka!)
  • Mahkeme kararında bir de şöyle bir cümle var: “İçerik olarak aynı mahiyetteki evrak ve tüm nüshalarına da el konulması.” Bu, cemaatin polis içindeki faaliyeti hakkında bütün yazılan metinlere uygulanacak kadar elastik bir hükümdür. Yani bir alanda düşünce genel olarak kısıtlanmaktadır. İmamın orduları, artık hakkında yazılamayacak tabu bir konu olmaya başlıyor!

Devrimci İşçi Partisi “İkinci Ergenekon Dönemine Hayır!” başlıklı bildirisinde Ahmet Şık ve Nedim Şener’i sorgulayan Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün basına dağıttığı bildiriyi “İkinci Ergenekon Muhtırası” olarak nitelemişti. Öz orada şöyle yazıyordu: “Yürütülmekte olan soruşturma, bir kısım basın mensubunun gazetecilik görevleri, yazdıkları, yazacakları yazılar, kitapları ve ileri sürdükleri görüşlerle ilgili olmayıp...” Savcı yalan söylemiştir! Soruşturmanın “zanlılar”ın kitaplarıyla ilgili olduğu artık kanıtlanmış bir olgudur!

Bir de Taraf gazetesinin, Ahmet Altan ve Murat Belge’den bile geri genç kuşağının gülünç savunma hattı (!) var. 1933’te Kâzım Karabekir’in kitabı da daha matbaada basılırken toplatılmış ve yakılmış. Behey şuursuzlar! Yıl 1933! Hitler’in Almanya’da iktidara geldiği yıl! Türkiye’de koyu bir tek parti diktatörlüğünün sürdüğü dönem! Şimdi sizin “ileri demokrasi”nizin bir uygulamasının, o yerden yere vurduğunuz tek parti iktidarı döneminde de yapılmış olduğunu yazmak da nesi oluyor? “Tencere senin de dibin kara” demiş oldunuz da, sizin de dibinizin kara olduğunu, kendi söylediğiniz şeyle tescil etmiş olduğunuzu göremeyecek kadar mı budalasınız?