Malazgirt’ten İncirlik’e Türkler

 

Tayyip Erdoğan, AKP’nin 2013’teki kongresinde partiye (geçici olduğu sonra anlaşılan) vedası sırasında, birtakım tarihleri geleceğin sembolü olarak işaretlemişti. Bir süredir zaten hedef olarak gösterilen cumhuriyetin kuruluşunun 100. yıldönümü 2023’e, İstanbul’un fethinin 600. yıldönümü 2053 ve Türklerin Anadolu’ya girişinin yolunu açan Malazgirt savaşının 1000. yıldönümü olarak 2071 de eşlik ediyordu. Şimdi ilk kez Malazgirt’in yıldönümünün 26 Ağustos günü kutlanmasıyla 2071, modern Türkiye’nin gündemine pratik olarak sokulmuş oldu.

Malazgirt kutlamasında ne taşıma kalabalığa önem vermek gerekir, ne de kültürel antikalara. Eski Türk sporlarının yapılması ya da eski Türklerin müziğinin icra edilmesi kimseye zarar vermez. Biraz folklor her zaman iyidir. Önemli olan, Türklerin tarihinin oyunlarla, müzikle, kılıklarla hatırlanması değil. Zararlı olan, Türklerin tarihinin militarizmle, yani savaşlara tapınarak anılması. Zararlı olan, başka halkların yaşamakta olduğu bir toprak parçasının, Anadolu’nun Türklerin yurdu haline gelişini sadece silahla ve eskiden burada yaşayan halklara düşmanlıkla anmak.

Şahlanış, vatana göz dikenler, kefenler

Bunu Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında görmemek mümkün değil. “Türkiye şahlanıyor, önüne geçemeyeceksiniz” iddiasının neye dayandırıldığını sorup geçelim: Arap dünyasındaki müttefiklerinizi bile yitirdiğiniz, Katar’la baş başa kaldığınız bir dünyada, dış politikanız bütünüyle çökmüşken, Suriye’de ağır bir politik iflas yaşarken, ordunuzun üst kademesinin üçte birinden fazlası hapisteyken, polisiniz, yargınız, eğitiminiz paramparça olmuşken hangi şahlanmadan söz ediyorsunuz?

“Gözlerini vatanımıza dikmiş güçler” ise maşallah sapasağlam ayakta! Bırakın piyonları da hep sözünü ettiğiniz 15 Temmuz’da darbecilerin uçaklarının yakıt ikmalini sağlayan İncirlik’e bakın. ABD hâlâ İncirlik’ten kalkan uçaklarıyla Ortadoğu’da melun emperyalist planlarını uyguluyor. Ülke içinde halkın tüketimi için bu kadar çok söz söyleyeceğinize, “üst akıl” gibi akıl almaz terimler üreteceğinize, şu olayın bir hesabını sorsanız daha iyi olmaz mı?

Bütün bunlar ortada iken halka kefen giydirmek de ne oluyor? Bununla mı şahlanacak Türkiye? Halka önce ne için kefen giyeceğini dürüstçe anlatın, sonra kefen giymesini isteyin!

Aynı dava!

Erdoğan’ın konuşmasında önemli olan hep tekrarlanan bu temalar değil. Önemli ve vahim olan şu cümlelerde billurlaşan anlayış: “Sultan Alparslan, Sultan Kılıçarslan, kimlerle mücadele etmişse biz de 15 Temmuz'da onlarla mücadele ettik. Osman Gazi, Fatih Sultan Mehmet Han, Abdülhamid -i Sani Han kimlerle mücadele etmişse, Gazi Mustafa Kemal kimlerle mücadele etmişse biz de onlarla mücadele ettik. Oyun aynı, hedef aynı sadece senaryo, figüranlar farklı.”

Bu diziye baktığınızda bir tek ortak yan görebilirsiniz: Müslüman’ın Hıristiyan’a karşı savaşı! Bunun bu toprakları yüzlerce yıl boyunca paylaştığımız, uygarlıklarımızı ortaklaştırdığımız, karşılıklı birbirimizi zenginleştirdiğimiz Anadolu’nun barınak olduğu öteki halklara, Rumlara, Ermenilere, Süryanilere ve diğerlerine düşmanlıktan başka ne anlamı var?

Hayır, bütün bu savaşların konusu bambaşkaydı. Malazgirt Moğolların baskısı altında Batı’ya akan göçebe bir toplumun fetihçiliği bir yaşam aracı haline getirmesinin ürünüydü. İstanbul’un fethi, İslam Ortaçağı’nın yükseliş döneminde, köleci toplum geleneğini temsil eden bir eski çağ imparatorluğuna, yani Bizans’a son darbenin vurulmasıydı. Gazi Mustafa Kemal adıyla anılan Milli Mücadele ise kapitalizmin en yüksek aşamasının hâkim gücü emperyalistlerin Türklere yurt olmuş Anadolu’yu (Arap dünyasıyla birlikte) kendi arasında paylaşması girişimine karşı ayağa kalkmak demekti. Bunların hiçbiri birbiriyle aynı değildir ki şimdi 15 Temmuz’u anlamak için onlara başvuralım.

Abdülhamid ile Mustafa Kemal aynı davanın parçası!

Ama dizinin en çelişik halkası, Abdülhamid ile Mustafa Kemal’i aynı solukta saymak. Mustafa Kemal Abdülhamid’in istibdadına son veren 1908 Hürriyet Devrimi’nin aktif bir destekleyicisi idi. 31 Mart gerici ayaklanmasını bastıran ve Abdülhamid’in tahtı terk etmesinde belirleyici rol oynayan Hareket Ordusu’nda kurmay subaydı. Abdülhamid kiminle mücadele ediyordu? Tebaasıyla, yani halkla! Buna karşılık Alman Kayzeri II. Wilhelm onun en yakın müttefikiydi! Türkiye’yi yönetenler onun yolundan yürürlerse, “vatana göz dikenler” yaşadı demektir!

NATO ve ABD

Bir de şunu hatırlatalım: Din ve milliyet üzerinden politika yapanlar ne kadar tersini söylese de savaşlar din için verilmez, uluslar şerefleri için çarpışmaz. Hâkim sınıfların çıkarıdır savaşlara yol açan. Selçuklu hâkim sınıfı kendi fütuhatçı toplumsal örgütlenmesine yeni ganimetler bulabilmek için Anadolu’ya göçebe toplumun kılıç gücüyle girdi. O ve onu izleyen Osman Gazi ve evlatları ise o göçebeleri zorla yerleşikliğe geçirmek için kılıçtan geçirdi! Babai isyanında, Bedreddin İhtilali’nde, Dadaloğlu ayaklanmasında, Celali isyanlarında Selçuklu ve Osmanlı sultanları hep gaddar hâkim sınıf temsilcileri olarak emekçi halkla mücadele etti. Bugünün AKP hükümeti de aynı mücadeleyi işçi sınıfına karşı veriyor. İşçi ve emekçilerin ecdadı bu isyancılar, bu sosyal adalet savaşçılarıdır!

Bütün o tarihi şahsiyetler kime karşı mücadele ettiyse, bugün de ona karşı mücadele ediyoruz demek ne kadar anlamsız! ABD bu olayların hiçbirinde düşman konumunda değildi. Mustafa Kemal’e kadar yoktu, onun da karşısında yer almadı. NATO hepten İkinci Dünya Savaşı sonrasının işi. Neden? Çünkü kapitalist emperyalizm daha yoktu! Kapitalist emperyalizm ise eski emperyalizmlerden, sömürgeciliklerden, mütegallibeden farklıdır. Yalnızca işgal etmez, içerden fetheder. Özü tekelci sermayedir, kendine ortak edinir. O tekelci sermayeye göbeğinden bağlı siyasi iktidarlar emperyalizmle mücadele edemez. Ne Alparslan, ne Osman Gazi, ne Fatih tarafından kullanılan askeri taktikler işe yarar. Anti-emperyalist olmak için “Dombra” yetmez. Kapitalizme karşı ayağa kalkmak gerekir!