Mahçupyan’ın düzeyi

Bu toprakların, en ağır katliamları ve baskıyı yaşamış iki yerli halkından birinin (Ermeni toplumunun) içinden gelen Etyen Mahçupyan, AKP ve cemaatin sözcülüğünü yaparken ötekine (Kürt halkına) ağır suçlamalarla saldırıyor. Bütün Kürt hareketini, “düzeysizlik” ile suçluyor. Tartışma tabii yapılacak. Demokratik özerklik ve ardındaki felsefe daha çok tartışılacak. Ama Kürt halkının birikimini ve iradesini hak ettiği biçimde ele almak gerek.

“Görünen o ki PKK/BDP siyasetinin entelektüel çıtasını yükseltmesi lazım. Çünkü şu anki kadroyla gidilecek yer sınırlı ve bu durumda en doğal ve meşru hak talepleri bile düzeysizliğin altında ezilip kalıyor.”

Bu toprakların en ağır katliamları ve baskıyı yaşamış iki yerli halkından birinin (Ermeni toplumunun) içinden gelen Etyen Mahçupyan, AKP ve cemaatin sözcülüğünü yaparken ötekine (Kürt halkına) ağır suçlamalarla saldırıyor. Son günlerde (10 ve 11 Ağustos) cemaatin gazetesindeki köşesinden demokratik özerklik konusunda yazdığı yazılardan biri, yukarıdaki satırlarla bitiyor. Bütün Kürt hareketini, “düzeysizlik” ile suçluyor.

Sırça köşkte yaşayanlar taş atmamalı! Mahçupyan’ın iki yazı boyunca “demokratik özerklik” fikrinin bugün Kürt hareketinin politikasında uygulanış ve savunuluş tarzına yaptığı eleştiriler, maalesef ulusal sorun konusunda kendisinde ciddi bir bilgisizlik olduğunu ortaya koyuyor. Yani, Mahçupyan başkalarına akıl vereceğine önce kendi bilgilerini biraz geliştirse daha iyi olacak.

Yazarımızın bir eleştirisi bütün liberallerin aylardır ağız dolusu yaptığı eleştiri. Efendim, Kürt hareketi demokratik özerkliği “tebliğ” etmişmiş, oysa buna bütün Türkiye karar verirmiş, kendi kendilerine veremezlermiş bu kararı. Anlaşılan liberallerimiz ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı diye bir şey duymamış! Hak kullanılır, kullanılması için başkasına danışılması, onun onayının alınması gerekmez. Mesela biri “Ermeni soykırımı vardır” derse, ötekiler “bizim milli hassasiyetlerimize aykırı konuşamazsın” deyince haklı mı olacaklar? Bu fikri ifade etmenin düşünce özgürlüğü bakımından bir hak olması yeterli olmayacak mı? Bunun söylenip söylenmeyeceği “hassasiyeti” olan yurttaşlarımızın onayına mı bırakılacak?

Mahçupyan’ın hakkını yememeli. Şayet “ayrılıkçılık” veya “konfederatif” bir çözüm değilse diye bir koşul koymuş. Yani ulusal meselenin farkında ama onu “ayrılma”ya indirgiyor. Peki, şu ikinci terime ne demeli? Abdullah Öcalan demokratik konfederalizm programını ileri süreli en az altı-yedi yıl olmuştur. Kürt hareketi bunu benimseyeli en az dört-beş yıl. Hiç mi duymadınız Mahçupyan? Entelektüel çıtadan anladığınız muhataplarınızı dinlememek midir?

Bu usul hatası yetmiyor, Mahcupyan içerikte de anlaşılmaz bir yaklaşım sergiliyor. Yine birçok liberal gibi, demokratik özerkliğin herhangi bir “etnik” boyut içermemesi gerektiğini iddia ediyor. Ancak o zaman kabul edilebilir anlaşılan. Bir halk çıkmış, ben kendi kendimi yönetme konusundaki haklarımı kullanmak için şunları yapacağım diyor. Siz kalkıyorsunuz ona “işin içine etnik, ulusal falan bir şey sokma” diyorsunuz! Bir halk Kürdistan adıyla tanımladığı topraklarda demokratik özerklik kurmaya girişiyor, demokratlardan da dayanışma istiyor, siz ona dönüp “demokratik özerklik olabilir, ama Kürt adıyla sakın ha!” diyorsunuz. İnsanın aklına “şu okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederdik” diyen Osmanlı Maarif Nazırı gelmez mi? Şu Kürtler olmasa ne güzel demokratik özerklik oynar, Avrupalı olurduk!

Bu da yetmiyor, bir de demokratik özerkliğin ille de Mahçupyan’ın anladığı anlamda “demokratik” olması gerekiyor. Birtakım afaki koşullar sayıyor Mahçupyan. Oysa bu argümanla da ulusal sorun konusundaki bilgisizliğini ortaya koyuyor yeniden. Ulusal sorun bir halkın ya da ötekinin kendi içinde nasıl ilişkilere sahip olduğu ile, hangi siyasi rejimle yönetildiği ile ilgili değildir. Ulusal sorun, bir halkın başka bir halkın tahakkümü altında yaşamasına karşı tavır almakla ilgilidir. Bu niteliğiyle de demokrasinin en önemli koşullarından biridir.

Cezayir halkı FLN (Ulusal Kurtuluş Cephesi) önderliğinde Fransa’ya karşı sekiz yıl boyunca (1954-62) bir milyon insanının canı pahasına savaştıktan sonra Evian’da barış görüşmeleri yapılırken biri çıkıp, “ama siz tek parti yönetimi kuracaksınız, bu kabul edilemez” deseydi, ne olurdu? O kişinin ulusal sorundan hiçbir şey anlamadığını yüzüne haykırırlardı dünyanın bütün ilericileri! O kişiyi büyük Fransız enternasyonalisti Sartre’a vermek gerekir, nasıl paralardı dişleriyle onu!

Angola’da MPLA 70’li yıllarda Portekiz sömürgecilerine karşı silah elde çarpışırken, bir Avrupalı demokrat ABD’nin kuklası UNITA’nın da hükümet ortağı olması gerektiğini bir koşul olarak ileri sürseydi, o demokratı tefe alırlardı!

Kaldı ki, Kürt hareketi bu örneklerin hiçbirine benzemiyor. Kürt hareketinin çeşitli bileşenlerinin halkla ve demokrasi ile ilişkisi konusunu böyle bir tartışmaya sıkıştırmak anlamlı değil ama şu kadarı söylenmeli: Cezayirli devrimcilerin Berberi halkına tanımadığı hakları, Kürt hareketi şimdiden Süryanilere ve Araplara tanıyor.

Tartışmaya tabii yapılacak. Demokratik özerklik ve ardındaki felsefe daha çok tartışılacak. Ama Kürt halkının birikimini ve iradesini hak ettiği biçimde ele almak gerek.