Haydi aslanlarım, çapulcuları avlamaya devam!

Yaşadığımız halk isyanı içinde polisin sayısız suçları arasında en büyüğü hiç kuşkusuz Ankara’da Ethem Sarısülük’ün bir polis memuru tarafından hedef gözetilerek ateş yoluyla öldürülmesidir. Kitle eylemlerinde bu kadar açık, bu kadar utanmazca, bu kadar ağır bir cinayete kolay kolay rastlanamaz. Ne şanslıyız ki, bu olayın bir videosu vardır ve internette milyonlarca insan tarafından izlenmiştir. (Hürriyet'in internet sitesinde yayınlanan videoya şu linkten ulaşabilirsiniz: http://webtv.hurriyet.com.tr/20/50860/0/1/ethem-sarisuluk-hayatini-kaybetti-ankara-daki-gazi-parki-olaylarinda-boyle-vurulmustu.aspx)

İş bu video ile de kalmıyor. Ethem Sarısülük’e yapılan otopsi, beynine saplanan kurşunla öldürüldüğünü saptamıştır. Bu da yetmezmiş gibi, suç mahallinde yapılan bilirkişi incelemesi, kurşunun Ethem’in başına bir sekme sonucu saplanmadığını, doğrudan doğruya hedefe ulaşmış olduğunu ortaya koymuştur. Her şey açık seçik yaşanının kasten adam öldürme olduğunu ortaya koymaktadır.

Tabii bu kadar delil varken katil polis memurunun gizlenmesi mümkün olmaktan çıkmış, bu şahıs mahkemeye sevk edilmiştir. Savcı bu kadar ağır bir suç söz konusu iken, katil zanlısı devlet görevi yaptığı için delil karartma ve benzeri sorunlar doğabileceği de açık olduğundan bu polis memurunu tutuklama istemiyle hâkime sevk etmiştir. Şimdi sıkı durun: günlerdir kemerinde taş olduğu ya da polise direndiği için örgüt mensubu olmakla suçlanıp tutuklanan onlarca “çapulcu”ya karşıt olarak, “yüce Türk yargısı” bu polis memurunu adli kontrol şartıyla serbest bırakmıştır!

Tutuklama kararı verilmemesinin gerekçesinde şu yazıyor: “Şüphelinin, göstericiler tarafından prefabrik bir kulübe arkasında sıkıştırıldığı, kalabalık bir grup tarafından yoğun şekilde taşlamaya maruz kaldığı, bu sırada belinden tabancasını çıkardığı ve havaya doğru üç el ateş ettiği, bu esnada maktül Ethem Sarısülük'ün aniden yere düştüğü, şüphelinin arkasını dönerek grubun aksi yönüne koşmaya devam ettiği, bu sırada beline ve sırtına atılan taşların isabet etmeye devam ettiği, havaya ateş etme sırasında şüphelinin eyleminin meşru müdafaa sınırları dahilinde kalma olasılığının bulunduğu anlaşılmıştır.”

Bu nasıl bir yargıdır? “Şüpheli” polis memuru “havaya doğru ateş” ediyor. “Bu esnada” Etham aniden yere düşüyor. Hatırlayın, bilirkişi raporu sekme yok diyor. Öyleyse, Ethem havada uçmakta mıydı? Yok, o bile değildir muhtemelen, çünkü aslında hâkim “şüpheli” polis memurunun “havaya doğru ateş” etmesi ile Ethem’in aniden yere düşmesi arasındaki ilişkiyi, o müthiş Türkçe kullanımıyla bir rastlantıya indirgemiştir. “Bu esnada”! Tesadüfen aynı ana rastlıyor olabilir yani, anlıyor musunuz, bu iki olay! “Bunun sonucunda” değil, “bu esnada”!

Videoyu seyreden herkes, bu yargıçtan farklı olarak polis memurunun “havaya doğru ateş” etmediğini, Ethem’i hedef aldığını görmüştür. O göremiyor.

Yüce Türk yargısının yüce yargıcı bu yüzden bununla da yetinmiyor. Yetinmiyor, çünkü kimseyi inandıramayacağını hissediyor. Dolayısıyla bir argüman daha üretiyor. Bir de “şüphelinin eyleminin meşru müdafaa sınırları dahilinde kalma olasılığının bulunduğu”nu anlıyor! O kadar telaşa kapılmış durumda ki, biraz önce söylediğiyle bu argümanın birbiriyle çeliştiğini düşünemeyecek kadar paniklemiştir. Ey “yüce” yargıç! “Meşru müdafaa” yapan biri havaya mı ateş eder?

Mahkemenin kararı şu demektir: Ey Türk polisi, çapulcuları nerede görürsen kurşunu alnına yapıştır ve temizle! İhtiyaç duyduğun koruma yüce Türk yargısının Fethullahçı damarlarındaki kandan gelecektir!