Güney Kore işçileri masaya yumruğunu vuruyor

Son haftalarda Güney Kore, kitlesel eylemlerle sarsılıyor. Güney Kore’nin kadın devlet başkanı Park Geun-Hee’nin, Choi Sun-Sil isimli bir kadının neredeyse kuklası haline geldiğinin ve birlikte yolsuzluk yaptıklarının ortaya çıkması bu eylemleri tetikleyen gelişme oldu. Birkaç hafta önce gün ışığına çıkan bilgiler herhangi bir resmi makamı olmayan Choi’nin, devlet başkanının konuşmalarına son halini verdiğini, kendi kızını Güney Kore’nin en iyi üniversitelerinden birine sokmasını sağladığını ve milyon dolarlık yolsuzluklar yaptığını gösteriyor. Bu bilgilerin ortaya çıkması sonrası Choi tutuklanarak cezaevine koyulurken, Devlet Başkanı Park’ın görevden alınıp yargılanması için ülkenin iki büyük sendika konfederasyonu olan KCTU’nun ve FKTU’nın liderliğinde düzenlenen eylemlere katılım en son gelinen noktada, sadece Seul’da dahi 850 bine ulaşmış durumda. Kamuoyu yoklamalarına göre halk arasında Park’ı destekleyenlerin oranı yüzde beşe kadar düşerken, Park canlı yayında özür dileyerek ve hem Başbakanı hem de Ekonomi bakanını görevden alarak kitleleri yatıştırmaya çalıştı. Ne var ki bu hamleler kitlelerin öfkesini azaltmayı başaramadı, zira Güney Kore’nin son birkaç senesine baktığımızda, bu tekil yolsuzluk ve yozlaşma skandalının ötesine giden derin bir mücadele eğilimi ile karşılaşıyoruz.

Son yıllarda başta Türkiye, İtalya ve Fransa başta olmak üzere, patronların ve onların siyasi temsilcilerinin işçi sınıfının mevzilerine başlattıkları taarruz kapsamında geçirmeye çalıştıkları “İş Reformu” yasalarından biri de son yıllarda Güney Kore’nin gündeminde. Ücretlerin işçilerin üretkenlikleri seviyesinde verilmesini öngören bu yasanın somut sonucunun, ortalama işçi ücretinin yüzde kırk civarında düşmesi olacağı hesaplanıyor. Dahası yine bu yasaya göre işçilerin üretkenliğinde bir düşüş olması durumunda patronlar işçileri kıdem tazminatı vermeden işten çıkarabilecek. Kore dilinde “chaebol” olarak anılan büyük şirketlerin (en bilinen örnekleri Samsung, Hyundai ve LG olarak sıralanabilir) kârına kâr katmasına, işçilerin ise kölece denilebilecek şartlarda çalışmasına yol açabilecek bu yasaya Güney Koreli sınıf kardeşlerimizin yanıtı ise kitlesel eylemler ve grevler oldu.

2015 yılında üç genel grev gerçekleştiren Güney Koreli işçiler, işçi sınıfının farklı sektörlerini de yanına katarak, Fransa’nın geçen sene tanıklık ettiği kitlesel eylemleri ve grevleri yakalayan ve belki de aşan bir güce kavuştu. Çok önemli bir gelişme, bu eylemlerin de gücüyle, 2015 Ağustosunda MTU’nun, yani göçmen işçiler sendikasının devlet tarafından tanınması oldu. Güney Kore nüfusunun yüzde dörde yakınını oluşturan göçmenler, tam manasıyla kölelik koşullarında çalışıyor, örneğin iş değiştirirken dahi patronlarından izin belgesi almak zorunda bırakılıyor. Bu önemli gücün de sendikalaşmaya başlayıp mücadeleye girmesi Güney Kore işçi sınıfı açısından son derece önemli bir gelişme. Son aylara geldiğimizde ise özellikle Eylül sonlarında, Ulsan, Jeonju ve Asan şehirlerinde yoğunlaşmış olan Hyundai işçilerinin greve gitmesi, güç dengelerini değiştiren bir gelişme oldu. Hyundai işçileri, Güney Kore işçi sınıfının tarihinde özel bir öneme sahip. Ülkenin tarihindeki en büyük grev dalgası olan 1987 grevleri de Hyundai işçilerinin öncülüğünde başlamış ve hızla yayılarak, askeri diktatörlük döneminden kalan iş ve sendika yasalarının değişmesini sağlayan gücüne ulaşmıştı. Şimdi de 67 bin Hyundai işçisinin 50 bini, yani neredeyse dörtte üçü greve gidiyor. Türkiye’de 2015 grevlerinden Fransa’da Peugeot’ya, İtalya’da ILVA’dan Güney Kore’de Hyundai’ye kadar metal işçileri, işçi sınıfının en mücadeleci kesimlerinden biri olarak kendini kanıtlıyor! Dahası 65 bin kişi bir futbol stadını doldurarak eylem yapan banka işçilerinden greve giden metro ve demiryolu işçilerine kadar sınıfın kritik sektörleri de bir bir sahneye çıkıyor.

Son on yıllık dönemde, Güney Kore gençliği için “880.000 kuşağı” ifadesi kullanılıyordu. Bu ifade Güney Koreli gençlerin, asgari ücret olan 880.000 won’dan daha fazlasını kazanma şansı olmadığına işaret ediyordu. Son yıllarda ise bu ifade yerini “Ilpo” yani vazgeçme kuşağına tabirine bırakmıştı. Yani deniyordu artık bu gençlerin geleceğe umutla bakacak takati dahi kalmadı. Son haftalarda ise gençliğin geniş kitlelerinin işçi sendikalarının çağırıcısı olduğu eylemlere katılarak mücadeleye girişmesi, Güney Kore işçi sınıfının güçlü bölükleriyle birleşen bu gençliğin yepyeni bir geleceğe umutla bakabileceğini gösteriyor. Gelinen bu noktada işçi sınıfının en güçlü bölüklerinin liderliğindeki kitle hareketi, işçi sınıfının mevzilerine karşı başlatılan taarruza ilk net yenilgisini Kore’de yaşatabilir.