Faşizme faşizm diyememek!

Türkiye solu başka birçok sorunun yanı sıra, gördüğü şeyleri tanıyamama illetine tutuldu. Buna karşılık, o şeyin görülmediği yerde onu gördüğünü zannetme gibi de tuhaf bir uzantısı var bu illetin!

Bir örnek devrim. Tunus ve Mısır’da neredeyse tarihte görülmüş en klasik biçimlerine yakın şekilde gerçekleşen devrimleri uzun zaman “emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmesi” diye tanımladı solun çok büyük bölümü. Tabii kendine devrimci diyen odakların devrimi tanıyamamasının gelecekte devrim bu topraklara geldiğinde epeyce ağır sonuçları olmasından korkulur! Bu odakların bir tanesi, BirGün gazetesi, Mısır’da el Sisi Bonapartist rejimini kurduktan ve devrimin hiç olmazsa birinci aşaması sona erdikten sonra şimdi Mısır devriminin başlamasının dördüncü yıldönümü olan 25 Ocak’tan itibaren, Mısır’da 2011-2013 arası olan bitenleri devrim olarak gören Hint Marksisti Vijay Prashad’ın bir yazısını Pazar Eki’nde üç hafta üst üste yayınladı. Prashad yazısında o günlerde Kahire’de Tahrir meydanında, hatta İskenderiye ve Port Said’de doğan ortamda “Petrograd Sovyeti havası estiğini” söylüyor. Refikimiz BirGün’ün editörleri açısında Petrograd Sovyeti havasının kokusunu almak, ancak olaydan dört yıl sonra mümkün olmuş anlaşılan. Burada bunu ısrarla yazanlar olduğu halde ta Hindistan’a ya da Prashad’ın şimdi yaşadığı ülke olan ABD’ye kulak vermek gerekmiş! Ne diyelim?

Türkiye solunun önemli bir bölümü Arap devrimlerini gördüğü zaman tanıyamadı ama Chávez Venezüella’sında hem burjuva devletinin yapıları, hem de kapitalist sınıfın özel mülkiyeti en belirleyici yanlarıyla devam ediyor olduğu halde nedense bir devrim olduğunu sandı. Şimdi petrol fiyatları düşünce “devrimci” Venezüella’nın ancak kapitalist Çin’den gelen (yıllar üzerinden birikimli olarak hesaplandığında 50 milyar doları bulan) kredilerle ayakta kalabildiğini yazmıyor solun yayın organları. Ne de mesela Chávez’in yanı sıra “sosyalizm” olarak andıkları ikinci ülke olan Bolivya’da devlet başkanı Evo Morales’in partisi MAS’ın elinde olan başkent La Paz’ın büyükşehir belediyesinde yaklaşık 5 bin taşeron işçisinin 20 Ocak’ta süresiz bir grev ve açlık grevi başlattığını haber almayı istiyorlar! Devrim olan yerde “yeniden dizayn”, neoliberal “yeniden dizayn” yapılan yerde devrim görmek!

Devrim böyle. Bir de faşizm var. Türkiye solunun belirli akımları, AKP hükümetinin başında olduğu rejime yıllardır “faşizm” diyor. Şimdi de “İslami faşizm” kavramı iyice yaygınlaştı. AKP hükümetinin Roboskî’den Gezi’ye baskı ve katliam uygulamalarını, “Alo Fatih” ten twitter’a özgürlükleri ayaklar altına almasını, iş cinayetlerinden grev yasaklamalarına sınıf saldırılarını, yolsuzlukların üzerini örtmeden yargıyı delik deşik etmesine ve başkanlık rejimini yasa dışı yöntemlerle kurmasına kadar yetki gaspçılığını hepimiz yaşıyoruz, hepimiz eleştiriyoruz, hepimiz bunlarla ve bu hükümetin bütün gericilikleriyle mücadele ediyoruz. Ama ezilen Kürt halkının mücadelesini açıkça yaptığı, sendikaların kapatılmadığı, komünistlerin kendilerine komünist diyebildiği, parlamentosunda eski bakanların neredeyse Yüce Divan’a gönderilmenin eşiğine geldiği bir rejime faşist demek de ne oluyor? Erdoğan’ın gelecekte faşizme benzer bir rejim kurmaya girişebileceği ihtimalini de bir kenara bırakmamakla birlikte açık söyleyelim: bugün Türkiye’de faşizm olduğunu iddia etmenin bir tek anlamı vardır, o da “aman faşizme karşı CHP ile birleşelim!” demenin gerekçesini hazırlamaktır!

Faşizmin olmadığı yerde ağız dolusu faşizm diyenler faşizm, hatta Nazizm açık açık mevcut olduğunda ne terimler buluyorlar, “faşizm” dememek için! Yunanistan’daki Altın Şafak’tan söz ediyoruz. 2012 seçimlerinden bu yana komşumuzda üçüncü büyük parti konumunu elde eden ve koruyan bu parti için sosyalist sol ya “aşırı sağ” (BirGün, Evrensel, sendika.org), ya “ırkçı” (Özgür Gündem, yine BirGün) ya da “sağ popülizm” (Cumhuriyet gazetesinde Ergin Yıldızoğlu) diyebiliyor. Oysa Altın Şafak düpedüz Nazi simgelerine sahip çıkan, sokak çeteleri kurup göçmenlere, mücadelesi işçilere ve solculara saldıran, onları öldüren düpedüz faşist bir partidir. Yukarıdaki fotoğrafa bir kez daha bakın, neden söz ediyor olduğumuzu anlarsınız!

Yoldaşlarımıza bize kulak vermeyeceklerse, en azından hem sendika.org, hem BirGün yazarı olan dostumuz Korkut Boratav’a kulak vermelerini öneriyoruz. Boratav 9 Ocak’ta sendika.org’da, 11 Ocak’ta BirGün Pazar Eki’nde yayınlanan yazısına “Avrupa’nın faşizmleri ve Türkiye” başlığını atmış. Yunanistan’daki Altın Şafak’ın (Macaristan ve Ukrayna’daki partilerle birlikte) “İtalya ve Almanya’daki tarihsel faşizmlerden doğrudan ilham alan” bir parti olduğunu açıkça yazmış. Yoldaşlar, yayınlıyorsunuz ama okumuyor musunuz? Boratav bunu açıkça yazdığı ve tersine herhangi bir bilgi olmadığı halde, neden burjuvazinin ideologlarının kullandığı “aşırı sağ”ı ya da “popülizm” denen kavramı (ya da Boratav’ın ifadesiyle “kavram-bozuntusu”nu)  kullanmaya devam ediyorsunuz?

Haydi, bize ve Boratav’a kulak vermediniz. Bari Yunanistan’a kulak verin. Bizim kardeş partimiz EEK’e kulak verin demiyoruz. Onun önderi Savas Mihail, Eylül 2013’te kendisine “dünya Yahudi-Bolşevik diktatörlüğünü kurmaya çalışma” iddiasıyla saldıran faşistlere mahkemede iyi bir ders vermişti, nasıl tarihi faşizmin bir devamı olduklarını ortaya koyarak. Yok, sizden ona inanmanızı istemiyoruz. Ama hepiniz Syriza’ya büyük umutlar bağlıyorsunuz. O zaman onun gösterişli havalı Maliye Bakanı Yanis Varufakis’in Alman mevkidaşı Wolfgang Schaeuble’ye söylediğine kulak verin. Almanları tehdit etmek için Varufakis, Yunanistan’da beş yıllık kemer sıkma programının bir Nazi partisi olan Altın Şafak’ı yarattığını söylüyor. Duruyor ekliyor: “Neo-Nazi demiyorum, Nazi diyorum” (ekathimerini, 6 Ocak 2015).

Eşyayı adıyla çağırmaya başlasak, bir ilk adım olurdu doğru politika yolunda!