Dindar mı, itaatkâr mı?

Takke düştü, kel göründü! Tayyip Erdoğan gereğinden fazla konuştu, suçüstü yakalandı! Dindar gençliği, Allah’a ibadet etsinler diye değil, itaatkâr olsunlar diye istiyormuş. Ahiretten başka istikametleri olmasın, bu dünyadaki adaletsizliği mesele etmesinler diye istiyormuş. Erdoğan Arap devriminden korktu. Genç işçilerin ve işsizlerin, öğrencilerin ve üniversite mezunlarının sosyal adalet için firavunlara karşı nasıl ayağa kalktığını gördü. O gençliğe İslamı değil, başını önüne eğmeyi telkin etmek istiyor. Gençliğe çağrımızdır: Başın öne eğilmesin!

Dindar bir genç insan itaatkâr olmak zorunda mı? Din insanlara bu dünyada varolan koşullara mutlaka razı olun mu der? Ya hem patron hem işçi dindarsa? Ya hem devletin baskıcı, zenginden yana, emperyalizm ortağı yöneticisi, hem de işsiz ya da merdiven altında çalışan gençliği dindarsa? O zaman dindar gençlik isyan etmeyecek mi?

Anlaşılan, Erdoğan’a göre öyle. Diyeceksiniz ki, yok öyle demedi, “büyüklerine isyankâr bir gençlik mi istiyorsunuz?” dedi. Bir düşünün. “Büyüklerine isyankâr” gençlik neye isyan ediyordur? Sadece “eve geç geleceğim” mi diyordur, yoksa belki de “bırak şu sendika işlerini, işini kaybedeceksin” diyen babaya mı karşı çıkıyordur? Sadece “dersime çalışmayacağım” mı diyordur, yoksa belki de “ne öyle haytalar gibi sokağa çıkıp devlete karşı geliyorsun?” diyen anasına böyle adaletsiz düzende umudun sokakta olduğunu mu söylüyordur?

Bu düzen, büyükler tarafından kurulmuş bir düzen. Gençler düzenin adaletsizliğine isyan ettiklerinde, şayet büyükler onlara isyandan geri durmayı, itaatkâr olmayı emrediyorsa, elbette itaatkâr olmamalılar. Erdoğan olmalılar diyor, biz olmamalılar diyoruz! Tartışma din tartışması değil, bu sınıf toplumunun adaletsizliğine karşı mücadele edilip edilmeyeceği ile ilgili bir tartışma!

Başka ne demiş Erdoğan? “Milli manevi değerlerinden kopuk” bir gençlik istemiyormuş, gençliğin o yüzden dindar olmasını istiyormuş? Neymiş milli manevi değerler? Baş eğmek mi? Peki Pir Sultan Abdal da, Şeyh Bedreddin de bizim tarihimiz değil mi? Onlar dindar değil miydi? Neden ille padişahın fermanından yana olmalı? Neden isyan etmemeli? Kahire’de, Tahrir meydanında Cumaları kıldıran ünlü “devrimin imamı”nın “manevi” değerleri mi eksik ki gençliği isyana çağırıyor?

Erdoğan dindar gençlik falan istemiyor. İstediği, başka istikametlere yönelmeyen, başka meselesi olmayan bir gençlik. Yoksa, kendi istediği gibi olmayan bir gençliği, “hiçbir istikameti olmayan, meselesi olmayan gençlik” diye karalar mıydı? İstiyor ki, gençliğin tek istikameti öteki dünya olsun. Bu dünyaya karışmasın işçi genç, yoksul genç. İstiyor ki, sabah akşam namazında niyazında olsun, işçilerin haklarını, tarihteki mücadelelerini öğrenip geleceğin mücadelelerine hazırlanmasın. İstiyor ki, sadece camiye gitsin, sendikaya, siyasi partiye gitmesin. Giderse de kendi partisine, AKP’ye gitsin, patronuyla aynı çatı altında örgütlensin, boynunu eğsin otursun. Sendikaya giderse, onun işçi kolu gibi çalışan Hak-İş’e, memur kolu kolu gibi çalışan Memur-Sen’e gitsin.

Ey Erdoğan, sen neden partinin adına “adalet” kelimesini koydun? Dindar olsun ya da olmasın, işçi veya işsiz gencin itaatkâr olmasını istiyorsun. Gençlik itaatkâr olursa, bu adaletsiz düzen ebediyen devam eder. Bütün tarih bunu gösteriyor. Firavunlar ne zaman iktidarlarını kendiliklerinden bırakmış?

Takke düştü, kel göründü! Tayyip Erdoğan gereğinden fazla konuştu, suçüstü yakalandı! Dindar gençliği, Allah’a ibadet etsinler diye değil, itaatkâr olsunlar diye istiyormuş. Ahiretten başka istikametleri olmasın, bu dünyadaki adaletsizliği mesele etmesinler diye istiyormuş. Erdoğan Arap devriminden korktu. Genç işçilerin ve işsizlerin, öğrencilerin ve üniversite mezunlarının sosyal adalet için firavunlara karşı nasıl ayağa kalktığını gördü. O gençliğe İslamı değil, başını önüne eğmeyi telkin etmek istiyor. Gençliğe çağrımızdır: Başın öne eğilmesin!