Barajları biz yıkalım!

Adana Kozan’da on işçi kardeşimizi daha bir iş cinayetine kurban verdik. Göksu Irmağı üzerindeki bir HES (hidroelektrik santrali) inşaatında baraj kapağının patlaması sonucu, 12 işçi sele kapıldı, bunlardan sadece ikisi kurtulabildi. Şimdilik ancak yitirdiğimiz işçilerden ancak ikisinin cesedine ulaşılabildi.

Olay yerine inceleme için giden TMMOB heyetinin teşhisi, bunun neden kaza olmadığını, bir iş cinayeti olduğunu gösteriyor. Heyetin henüz sınırlı verilerle koyduğu teşhis iki ihtimale işaret ediyor: çabuk kâr edebilmek için suyun aşırı derecede hızlı tutulması ve kullanılan inşaat malzemesinin standart altı olması. Her iki durumda da sermayenin kârı yükselsin diye işçinin canı harcanıyor!

Barajın sahibi EnerjiSA, yani Türkiye’nin en “modern” holdinglerinden birinin, Sabancı’nın şirketi. İnşaat firmaları ise Cengiz ve Özaltın.Yani çok büyük otoyol, metro vb.projeleriyle son on yılda para kırmış dev şirketler. Kısacası, öyle kenarda kıyıda kalmış, eski ustabaşına kurdurtulmuş taşeron şirketler değil caniler. Enerjinin ve inşaatın devleri.

Peki, dev şirketleriyle taşeronuyla, sermaye işçilerin hayatını hiçe sayma konusunda bu saldırgan cüreti nasıl buluyor kendinde? Bir kere, sendikaların zayıflaması işçinin korunması olasılığını düşürüyor. Enerji sektöründe Enerji-Sen son dönemde taşeron işçileri de dahil olmak üzere başarılı bir örgütlenmeye girişmiş olsa da bu çok yeni. İnşaatta ise örgütlülük çok düşük. Bunun bir nedeni, işkolu ve işyeri barajları. 12 Eylül, başka şeylerin yanı sıra, toplu sözleşme (TİS) yetkisinin önüne çıkarttığı baraj engeliyle sendikalaşmaya büyük darbe vurdu. Şimdi AKP hükümeti, 12 Eylül’ün bu alandaki sadık izleyicisi olarak, yeni yasa tasarısında aynı yoldan yürüyor. Öyleyse, sendikal barajlar, Adana Kozan’daki işçi kardeşlerimizin katillerinden biri olarak görülmeli.

Tabii, sendikala barajların yanında bir de siyasi baraj var. 12 Eylül’ün seçimlere getirdiği, dünyada eşi menendi görülmemiş % 10 ülke barajı, sosyalist partilerin meclise girmesini bütünüyle engelliyor. Kürt hareketinin ise ancak bağımsız adaylarla, dolayısıyla da gerçek gücünden çok daha düşük oranlarla mecliste temsil edilmesine yol açıyor. Bu da meclisin ülke gerçeğinden çok daha fazla sağa yatmasıyla, patronların çıkarlarının hiç mi hiç sorgulanmamasıyla sonuçlanıyor. AKP’nin oy oranının 2002’den 2011’e % 30’lardan % 50’lere yükselmesinde barajın büyük rol oynadığı seçim sonrasında sitemizde ayrıntısıyla açıklanmıştı.

HES’ler ise zaten hem doğanın, hem de işçinin düşmanı. Türkiye’de aynı anda binlerce HES ve mini HES kurulduğu için, inşaat kalitesi üzerinde ciddi bir denetim kurmak isteseniz bile ülkenin kaynakları yetmeyebilir. Fırsat bu fırsat, Kaliforniya’nın “altına hücum”u gibi, inşaat ve enerji şirketleri HES sektörüne hücum ederek voliyi vuruyor. Olan işçiye ve derelere oluyor!

Öyleyse, bütün barajları yıkalım. Sendikalar sendikal barajlardan, üç büyük düzen partisi hariç partiler seçim barajından, doğa ve işçi sınıfı HES’lerden muzdarip. Güçlerini birleştirelim, bir büyük mücadele ile hepsini yıkalım.

Yoksa, baksanıza, barajlar bizim üzerimize yıkılıyor!