Avrupa Birliği ve Türkiye’nin mülteci pazarlığı

Son günlerde Avrupa Birliği’nin (AB) göçmen krizi ile sarsıldığını bilmeyen yoktur. Özellikle Aylan bebeğin kıyıya vuran bedeninin medyada hızla yayılmasından sonra tüm gözler bu krize çevrildi. AB ülkelerinin bu krize verdikleri tepkiler farklı oldu elbette. Kimi ülkeler, bu insanlık krizi için gülünç derecede düşük olan kotanın bile yarısından daha az mülteciyi kabul ettiler sadece. Örnek olarak Polonya ve Macaristan’ı sayabiliriz. Slovakya ise sadece 200 Hristiyanı kabul edeceğini açıkladı. Ne laiklik ama! Almanya ise aslında ucuz iş gücü ihtiyacını karşılamak için, fakat AB'nin yüksek değerleri adına(!) bunu yaptığını açıklayarak belirli sayıda mülteciyi kabul etti.

Ortadoğu'ya yönelik emperyalist politikaları sebebiyle bu büyük göçmen krizinin mimarlarından biri olan AB’deki genel eğilim ise mülteci sorununu, kendisine en az maliyet yükleyecek bir şekilde çözmek. Bu konuda atılan adımlar Financial Times gazetesinde 23 Eylül’de yayınlanan bir analize konu oldu. İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesindeki analizde, AB’nin göçmen krizini çözebilmek için Türkiye’den yardım isteneceği ve bu durumun Türkiye’ye pazarlık gücü verebileceği belirtiliyor. Analizin devamında ise daha detaylı bilgiler veriliyor. Örneğin Suriyelilerin Türkiye’ye döndürülmesi konusunda:

"Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'de Suriyelilere çalışma izni verilmesi konusunda siyasi bir çıkmazla karşı karşıya. Bu, AB'nin cazibesinin azalması için kritik önemde. Ek AB fonları ağrıyı hafifletebilir. (..) Ama Türkiye paradan daha fazlasını talep edebilir. Ankara başlangıç olarak vize muafiyeti, özellikle de Schengen bölgesinde serbest dolaşım hakkı istiyor."

Financial Times'ın diplomasi editörü Alex Barker bunun kolayca gerçekleşemeyeceği düşüncesinde. Barker, krize rağmen bazı Avrupalı siyasetçilerin "Avrupa'ya serbestçe gidebilecek 75 milyon Türk’ü AB'nin kaldıramayacağı, kota tartışmalarını zehirleyen Müslüman karşıtı siyasi gerilimin de AB'nin çözümü dışarda aramasına engel olacağı" görüşünde.

Türkiye cephesinde ise durum pek farklı değil. Bu analize gazeteye gönderdiği bir değerlendirmeyle cevap veren Türkiye'nin AB Daimi Temsilciliği Büyükelçisi Selim Yenel, Türkiye’nin kriz konusunda AB’ye yardım etmeye hazır olduğunu söylüyor. Ama çekincelerini de belirtmeden edemiyor:

"İki hafta önce Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk Türkiye'ye geldi, geçen hafta da ardı ardına Lüksemburg, Avusturya ve Almanya Dışişleri Bakanları geldi. Üzücü olan, AB'nin Türkiye'yi yalnızca ihtiyacı olduğunda hatırlıyor olması. Tüm bu yıllar boyunca yabancı ziyaretçilerimiz oldu, Suriyeliler için yapılan kampları görmeye gittiler, bizi ne kadar iyi bir iş yaptığımız konusunda tebrik ettiler, sonra da bu meseleyi unuttular. Şimdi ise, benzer ama yine de daha küçük bir sorunla karşı karşıya kaldığımızda bizden yardım etmemizi istiyorlar. Biz yardım etmeye hazırız. Tek ihtiyacımız olan şey, göçmen akınını idare edebilmek için sivil, yasal ve organize bir şekilde açık diyalog yürütmek. Hiç kimse insan kaçakçılığının sonucu olan korkunç fotoğraflar görmek istemez. Sorunların nasıl ele alınacağı konusunda belirsizlikleri olan bir AB yerine, çözüm öneren, güçlü ve kendine güvenen bir AB'ye ihtiyacımız var. Türkiye'nin tüm bunları AB ile görüşmeye hazır olduğunu size temin ederim."

Görüldüğü gibi Suriye’deki iç savaşta en başından itibaren tekfirci çetelere destek vererek milyonlarca insanın hayatını cehenneme çeviren AB ve Türkiye, yine milyonlarca mültecinin hayatını, kendi sermayelerinin çıkarları doğrultusunda pazarlık unsuru olarak kullanıyor! Her kim ki emperyalist AB’nin ya da Türkiye’nin bu göçmen krizini insani bir şekilde çözebileceğini söylüyorsa halka yalan söylüyor demektir.

Türkiye'nin ve AB ülkelerinin emekçi halklarının sırtındaki yük göçmenler değil, asalak kapitalizmdir. Emperyalist kapitalist sistemdir. Ve bu ülkelerin emekçileriyle göçmenlerin sorunlarının çözümü ve kurtuluşu tamamen ortaktır.

Dünyanın bir çok yerinde mülteci sorunun insani bir şekilde çözülebilmesi için eylemler yapıldı. Taraftarlar naklen yayınlanan maçlarda açtıkları “mülteciler hoş geldiniz” pankartlarıyla insanların dikkatini bu kriz üzerinde yoğunlaştırdı. Şimdi yapılması gereken, acil talepler etrafında bu sorunu tamamen çözebilmek için birleşmek ve mücadele etmektir.