Arjantin’den sonra Venezüella: Latin Amerika’da sağ dalga

Latin Amerika’nın iki önemli ülkesi Arjantin ve Venezüella’da sağ, üst üste iki seçim zaferi kazandı. Önce Arjantin’de başkanlık seçiminin, en çok oy alan iki adayı karşı karşıya getiren ikinci turunda, sağcı bir ittifakın adayı olan Mauricio Macri, Peronizmin temsilcisi Daniel Scioli’yi az farkla olsa da yenilgiye uğrattı. Bunun anlamı, ülke içinde yıllardır biriken ekonomik sorunların çözümü için yeni yönetimin işçi sınıfına ve halka yükleneceği. Ayrıca, önceki Peronist iktidardan darbeler yiyen tarım burjuvazisi bu seçimden kârlı çıkacak. Ülke dışında ise, bölgenin en güçlü ülkelerinden biri olan Arjantin’in 2000’li yılların başından itibaren Güney Amerika’da oluşan sol iktidarlar ittifakından kopup ona karşı bir tutuma girmesi beklenmeli.

Venezüella’da bozgun

Macri’nin işini kolaylaştıracak bir gelişme de Venezüella’da yaşandı. Artık hayatta olmayan Hugo Chávez’in halefi Nicolás Maduro ve partisi PSUV (Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi) parlamento seçiminde ağır bir yenilgiye uğradı. 167 sandalyeli “Kongre”de (Amerika kıtalarında parlamentonun adı), sağcı MUD partisi (Demokratik Birlik Masası) 112 temsilcilik kazanırken, PSUV 55’te kaldı. Venezüella’da ekonomi dökülüyor. Halk kuyruklarda perişan oluyor. Chávez’in ardıllarının seçimde bozguna uğraması, karizmatik önderlerinin artık hayatta olmamasından ziyade bundan. Bu ekonomik durumun ardında ise petrol fiyatının son dönemde çok düşük olması yatıyor. Venezüella’nın dış gelirlerinin yüzde 95’i petrolden! Seçim bozgunu, bu ülkede yürütme ile yasama arasında sert mücadelelerin başlayacağı anlamına geliyor.

MUD’un kazandığı  112 sandalye çok şaşırtıcı şekilde Kongre’nin tam tamına üçte ikisine karşılık düşüyor. Bu çok önemli, çünkü şimdi MUD anayasayı kendi başına değiştirebilir. Bu, Chávez döneminde gerçekleştirilen anayasa değişikliklerinden geri dönülmesi anlamına gelebileceği gibi, 2013’te seçilen ve normal koşullarda daha yaklaşık dört yıl görev yapması beklenen Maduro’yu tasfiye etmek için bazı yöntemlerin de geliştirilmesini olanaklı kılabilir.

Güney Amerika’da eğilim tersine dönüyor

Güney Amerika Chávez’in ilk kez başkan seçildiği 1998 yılından sonra adım adım sola kaymıştı. Bolivya’da, Ekvador’da, Nikaragua’da ardı ardına seçilen “solcu” başkanlar Chávez’in Bolivarcı hareketini destekliyordu. ABD ile cepheden karşı karşıya gelen bir sol burjuva milliyetçiliği idi bu. Öte yandan, Brezilya İşçi Partisi’nin (PT) Lula önderliğinde yönetime tırmanması ve daha sonra halefi Dilma Roussef’in de iki kez ardı ardına seçim kazanması, Uruguay'da ona çok benzeyen bir yönetimin aynı yıllarda hep iktidarda kalması, Arjantin’de karı-koca Kirchner’lerin 12 yıl süren saltanatı, Şili’de ise Michelle Bachelet’in aralıklı olarak iki kez başkan seçilmesi, daha farklı sosyal demokrat/liberal demokrat yönetimlerin kurulması anlamına gelmişti. Şimdi bu kaleler teker teker sağın eline geçiyor. Latin Amerika’nın devi Brezilya’da da Dilma Roussef’in yolsuzluk iddiasıyla azli söz konusu.

Bütün bu gelişmeler, ABD’nin elini güçlendirecek, Küba’yı daha da zayıflatacak, Rusya ve Çin’in aleyhine olacaktır.

Venezüella’da sosyalizme ve devrime ne oldu?

On yılı aşkın süre Chávez ve fikirdaşlarını “sosyalist” ve “devrimci” diye sunanların şimdi ne yapacakları merak konusu elbette. Bolivarcılığın zayıflaması genel olarak olumsuz bir şey. Belki tek olumlu yanı kapitalizm ile sosyalizmin, reform ile devrimin, burjuva milliyetçiliği ile işçi sınıfı politikasının birbirine karıştırılmasına son verecek olması.

Daha şimdiden TKP geleneğinden olsun, Halkevleri geleneğinden olsun, “işler tam bizim sandığımız gibi değilmiş” sesleri yükselmeye başladı. Tabii özeleştiri hak getire. Bu da şu demek oluyor ki, yaptıkları hatanın gerçek temelini kavrayamayacaklar ve bir daha sefere yeniden hata yapacaklar.

Hasta yaşarken hastalığı keşfedemeyen bu ehil tabipler şimdi otopside birdenbire uyanıyor. Devrimci Marksistlere çıkışmayı biliyordunuz doğruyu söyledikleri için. Şimdi ne oldu?