Arap devriminin yeni şehidi

“Ölürsem cenazemi Tahrir’den kaldırın.” Askerin kurşununun tam kalbine isabet etmesinden sonra hastaneye götürülürken böyle demişti Mina Daniel. Geçtiğimiz Pazar gecesi Kahire’de radyo televizyonun bulunduğu Maspero semtinde Kıptilerin, yani Hıristiyan Mısırlıların yaptığı protesto gösterisinde bütün kalabalıkla birlikte ordu güçlerinin saldırısına uğramıştı. Kimine göre 22, kimine göre daha fazla insanın öldüğü o gece o da hayatını yitirdi.

Öteki Hıristiyanlarla birlikte Mina’nın töreni de kilisede başladı. Ama ardından yoldaşları onun ölüsünü aldılar ve Tahrir’e götürdüler. Orada, onun son isteğine uyarak ona bir devrimciye yakışır bir cenaze töreni düzenlediler. Ve sonra ebediyete uğurladılar. Hepimizin başı sağolsun!

Mina Daniel bir sosyalistti. Mübarek’in devrilmesinden sonra kurulan, geçtiğimiz günlerde de yasal statü kazanmış olan Sosyalist Halk İttifakı adlı partinin üyesiydi. 25 Ocak devriminde her gün Tahrir’de idi. Hıristiyandı, ama sürekli olarak Müslüman yoldaşlarıyla birlikte mücadele ediyordu.

Devrimin düşmanı İslamcıların Mübarek’in düşüşünden sonra Hıristiyanlara yönelttiği en son saldırıya tepki için çıkmıştı son olayda meydanlara. Protesto edilen, Yukarı Mısır’da, yani güneyde, Asvan ilinde, bir kilisenin İslam adına yakılması idi. Yürüyüşçüler, Hıristiyanların gördüğü mezalimi protesto etmekle birlikte devrimci kitleler arasında gittikçe yayılan yeni sloganı atıyorlardı: “Halk Mareşal’in görevden alınmasını istiyor!” Bu slogan Arap devrimlerinin ortak sloganıdır. Her halk bunu kendi despotuna uygulamıştır. Mısır devrimi şimdi ikinci bir despotu hedef almaya başlıyor.

Kilise yakmanın 11 Şubat’tan bu yana aynı tür kaçıncı olay olduğunu saymak bile güçleşiyor. Burada, devrimci halk kitlelerini din temelinde birbirine düşürerek devrimi zayıflatmayı amaçlıyan ordunun rolü var mıdır, bunu da bilmiyoruz. ABD’nin yönlendirmesi ile Mübarek’e el çektirirken kendisi iktidarı eline alan Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi ve başındaki Mareşal Tantavi, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu bu olay karşısında. Oysa Asvan Valisi açıkça yalan söylemiş, yakılan kilisenin inşaat ruhsatı olmadığını iddia ederek İslamcı saldırganlara arka çıkmıştı. Derhal görevden alınması gerekiyordu.

Rejimin kurmuş olduğu Ulusal Adalet Komisyonu’nun kadın yargıç üyesi Nuhe el Zeyni, Komisyon’un Pazar günü olaylar patlak vermeden beş gün önce valinin görevden alınması ve şu anda inşaati planlanan bütün kiliselere ruhsat verilmesi gerektiğini, aksi takdirde büyük olaylar çıkacağını hükümete bildirmiş olduğunu açıklıyor ve onurlu bir tavırla bu resmi görevden istifa ediyordu.

Olay gecesi, 11 Şubat’tan beri en büyük şiddetin yaşandığı gece oldu. Askeri birlikler Hıristiyanların yürüyüşünü durdurmak istedi. Birtakım İslamcılar onlara yardım etti. Devrimci kitlelerin içindeki Müslümanlar ise Hıristiyanlarla kol kola bu iki güce karşı mücadele etti. Zırhlı araçlar kalabalığın içine dalarak en az on insanı katletti. Ayrıca yedi insanın da askerin kalabalığa sıktığı gerçek kurşunlarla hayatını yitirdiği otopsi sonucunda saptanmış durumda. Ordu, büyük halk kitlelerini yatıştırmak için benimsediği ikiyüzlülüğü artık bırakıyor gibi. Ama Pazar gecesi bir başka bakımdan da bir ilk oldu. İlk kez üç asker olaylarda hayatını yitirdi. Bunun nasıl olduğu bilinmiyor, çünkü bütün tanıklıklar kitlenin silahlı olmadığını gösteriyor.ö

Bütün bunlar bize Mısır devriminin bir vicdan muhasebesine bugün değilse bile yarın girmesi gerektiğini gösteriyor. Kitleler barışçı gösterilerle sonuca gitmeyi başından beri fetiş haline getirdiler. Bu, İspanya’dan Wall Street’e, Tahrir’den esinlenen başka ülke kitle hareketlerine de yayıldı. Şiddetten uzak durmak, mücadelenin bazı aşamalarında taktik nedenlerle anlaşılır olabilir. Ama bunu ilkesel bir mesele yapmak, bir yandan da devrimin zaferi için mücadele etmek hayalciliğin en büyüğüdür. Son çeyrek yüzyılın kitlelerdeki bilinci nasıl gerilettiğinin açık bir işaretidir. Mısır’da da, başka yerlerde de halk kendini korumak için de, devrimi zafere ulaştırmak için de bir askeri politikanın gerekli olacağını bir süre sonra acı deneyimlerle ve umulur ki bir proleter devrimci partinin rehberliğinde kavrayacaktır. Silaha ne zaman başvurmak gerektiğinden söz etmiyoruz. Şayet devrim kazanacaksa, devletin (ve işbirlikçisi çetelerin) silahına karşı bir gün mutlaka tedbir alınması gerektiğini söylüyoruz.

O güne kadar Mina Daniel misali çok sayıda şehit vermememizi diliyoruz.