100 günlük suskunluk

Erdoğan, Türkiye devletinin bütün arşivlerine girebilir, istihbaratının bütün olanaklarını kullanabilir, Ömer Güney’in bütün bağlantılarını soruşturabilir. Türkiye’nin savcıları Fransız makamlarıyla adli yardımlaşma anlaşmalarına bağlı olarak Ömer Güney’i doğrudan veya istinabe yoluyla sorgulayabilir. Tayyip Erdoğan’ın elinde bu olayı aydınlığa kavuşturmak için kimsenin elinde olmayan olanaklar vardır. Haydi Erdoğan, mahcup et bizi de görelim!

Sakine Cansız, Rojbin Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in Paris’te 9 Ocak 2013 günü bir suikasta kurban gitmesinden bu yana 100 gün geçti. İlk günler arı kovanı gibi çalışan ve psikolojik savaşın her türünü sergileyen Türkiye medyası bütünüyle susmuş durumda. Fransa İçişleri Bakanı Manuel Valls ilk gün cinayet mahalline dahi gelmişti. Daha sonra Fransız polisi iddialı ataklar yaptı, Ömer Güney adında göçmen Kürt çevrelerinden birini katil zanlısı olarak yakaladı. Türkiye medyası o güne kadar işlediği “iç hesaplaşma” sözde teorisini daha da yüksek sesle tekrarlamaya başladı. Ne zaman ki Ömer Güney’in Türk devletinin bir ajanı olması ihtimali belirdi, ne zaman ki ailesinden de gizlice defalarca Ankara’ya geldiği ve lüks otellerde kaldığı anlaşıldı, Fransız polisi de, Fransız medyası da, Türkiye devleti de, Türkiye medyası da sessizliğe gömüldü!

Paris suikastı bir “yol kazası” değildir. “Barış müzakereleri” denen sürecin asli bir parçasıdır. Türkiye devletinin ve en başta hükümetinin “hem konuş, hem öldür” türü bir politika gütmekte olduğuna dair en güçlü belirtidir. Bir dizi başka belirti ile birlikte (Roboski katliamının üzerinin kapatılması, Kandil’in bombalanması, koruculuk konusunda ısrar, hatta yeni kadroların açılması, son dönemde Hizbulkontra’nın önünün açılması vb.) ele alındığında, Paris suikastı Kürt hareketine şayet “barış”a yanaşmazsa kendisini ne beklediğine dair verilen bir uyarı sinyali olarak görünmektedir.

Bu açıdan bakıldığında, Fransa ve Türkiye’de devletin ve medyanın Paris konusunda gömüldüğü sessizlik, bütünüyle suikastın sorumlularını gizleme çabası olarak görülmelidir. Şimdi basında yayınlanan haberler, Fransız makamlarının ailelere Ömer Güney davasının on sekiz ay sonra başlayacağını belirttiği yolundadır. “İpe un sermek” tam da böyle durumlar için icat edilmiş bir söyleyiş olmalı!

Fransa devletinin bu tavrı, NATO müttefiki, AB adayı Türkiye devleti ile ilişkilerinde hassas bir konuyu, muhtemelen başka meselelerde pazarlık kozu olarak da kullanarak “aile içinde” gizlemenin bir ifadesi olarak okunabilir. Ya Türkiye devleti? Türkiye başbakanı Tayyip Erdoğan, Paris suikastından sonra şöyle demişti: “Paris'teki suikast olur olmaz devleti itham etmek ilkeli bir duruş değildir. Paris'teki olayın aydınlanmasına ilişkin, faillerin tespitine ilişkin umudun çoğaldığına inanıyorum. Olay aydınlatıldığında daha ilk anda devleti ve hükümeti itham edenler mahcup olacak, özür dilemek ve gerçekle yüzleşmek noktasında yeni bir samimiyet testine maruz kalacaklardır.”

Erdoğan, Türkiye devletinin bütün arşivlerine girebilir, istihbaratının bütün olanaklarını kullanabilir, Ömer Güney’in bütün bağlantılarını soruşturabilir. Türkiye’nin savcıları Fransız makamlarıyla adli yardımlaşma anlaşmalarına bağlı olarak Ömer Güney’i doğrudan veya istinabe yoluyla sorgulayabilir. Tayyip Erdoğan’ın elinde bu olayı aydınlığa kavuşturmak için kimsenin elinde olmayan olanaklar vardır. Haydi Erdoğan, mahcup et bizi de görelim!

 

Bu yazı Paris suikastinin 100. gününde yani 19 Nisan tarihinde yayınlanmak üzere yazılmış ancak o gün sitede var olan bir teknik aksaklık nedeniyle daha sonra yayınlanabilmiştir.