Kahrolsun demokrasi!

Bir süredir sendika.org’da bir devlet tartışması sürüyor. Tartışma, AKP hükümetinin faşizm ile ilişkisi üzerinde odaklaşıyor. Levent Dölek yoldaşımızın aşağıdaki yazısı, partimizin içinden geçmekte olduğumuz dönemde faşizm, demokrasi, sınıf mücadelesi ve devrim sorunlarına yaklaşımının bir ifadesi olarak okunmalıdır.

Bir süredir sendika.org’da bir devlet tartışması sürüyor. Bu tartışmada AKP iktidarının emekçi sınıflara, Kürtlere, gençliğe ve çok çeşitli kesimlere ağır baskılarla saldırmasına ilişkin politik tutum, teorik bir tartışma ile iç içe ele alınıyor. Tartışma, AKP hükümetinin faşizm ile ilişkisi üzerinde odaklaşıyor. AKP’yi “sömürge tipi faşizm” kategorisine dayalı biçimde ele alan analizlere kimi yazarlar klasik bir faşizm nitelemesi temelinde itiraz ediyorlar. Bu tartışmanın teorik ayrıntıları, en çok teorik yaklaşımların temelini oluşturduğu politik doğrultular bakımından önem taşıyor. Türkiye solu, bütün tarihi boyunca “demokrasi mücadelesi”ni sanki sınıflardan bağımsız bir demokrasi olabilirmiş gibi ele almıştır; şimdiki “sömürge tipi faşizm” tartışması da buna hizmet ediyor. Oysa içinde yaşadığımız dönem, Arap devriminin ardından bütün Akdeniz havzasının sınıf mücadelelerinin yükselişine sahne olduğu, bütün dünyada devrim ile karşı devrim güçlerinin karşılıklı saflaşmaya başladığı bir dönemdir. Devrimci İşçi Partisi bugün yaşanmakta olan her türlü mücadeleyi dönemin bu özellikleri çerçevesinde ele alıyor. Levent Dölek yoldaşımızın aşağıdaki yazısı, partimizin içinden geçmekte olduğumuz dönemde faşizm, demokrasi, sınıf mücadelesi ve devrim sorunlarına yaklaşımının bir ifadesi olarak okunmalıdır.



Türkiye’de gazeteciler hapiste, F tiplerinde tecrit sürüyor; sendikal hak ve özgürlükler ayaklar altına alınıyor; mahkemelerde savunma hakkı hiçe sayılıyor; halkın bayramı yasaklanıyor. Sivas katliamı zaman aşımına uğratılıyor, başbakan “hayırlı olsun” diyor, İçişleri Bakanı etrafa tükürükler saçıyor. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine polisin gaz, tazyikli su ve coplarla saldırması ise neredeyse sıradanlaştı. Aynı polis zaman zaman silahına davranmaktan da geri durmuyor. Devlet gözünü kırpmadan halkını bombalıyor; ardından da bir özürle işin üstünü kapatıyor. Tam bir baskı ve zulüm manzarası… Solda pek çokları buna faşizm diyor. Daha ihtiyatlı olanlar ise faşizmin ayak sesleri ya da faşizan uygulamalar gibi kavramlar kullanıyor.

Türkiye’de sermayenin İslamcı kanadına dayanan AKP iktidarının, baskının dozunu arttırdığı doğru. Bunun görünürdeki sebebi AKP’nin muhalefete tahammül edememesi olarak gösteriliyor. Gerçek neden ise dünya kapitalist krizinin ve buna karşı yükselen sınıf mücadelelerinin AKP’yi ve bir bütün olarak sermayeyi fazlaca korkutmuş olması. Bu yüzden giderek saldırganlaşıyorlar. Ancak yine de olan biteni faşizm olarak nitelemek doğru mu? Baskı ve zulüm gördüğümüz yere faşizm etiketini yapıştırmak demokrasi denen sermaye düzenini aklamıyor mu?

Eğer Türkiye’de faşizm varsa ve biz buna karşı demokrasi istiyorsak o zaman bizim yaşadıklarımızı yaşamayan birtakım demokrasi deneyimleri var demektir. Gerçekten öyle mi? Mesela F tipi hücreleri Nazi Almanyası’ndan mı ithal ettik yoksa demokratik İngiltere’den mi? Terörle mücadele yasasının en katmerli örnekleri demokratik ABD ve İngiltere tarafından 11 Eylül sonrasında uygulanmadı mı? Guantanamo’da işkence altında tutsak edilenlere savunma hakkı verildiğini mi zannediyorsunuz? Toplantı ve gösteri yürüyüşüne saldırmak bizim gerici, doğu kafalı, faşist yöneticilerimize mi özgü sadece? Cenova’da G-8 zirvesi protestolarında Carlo Giuliani’yi katleden demokratik İtalyan devletinin polisiydi. Aynı Demokrasinin beşiği Yunanistan’da ekonomik krize karşı ayaklanan gençlerden Aleksandros Grigoropulos gibi… İngiltere’de Mark Duggan, ABD’de Trayvon Martin siyahlara yönelik devlet korumasındaki ırkçılığın son kurbanları oldular. Duggan’ın katili İngiliz polisiydi. Martin’in katili ise Trabzonlu değil Floridalıydı. Aşağılanmaya, zulme ve sorgusuz sualsiz polis tarafından katledilmeye karşı ayaklanan siyahlara ve kuzey Afrikalılara karşı çiçekle mi karşılık verdi Fransız demokrasisi? Belçika ve Fransa demokrasileri değil mi Ruanda soykırımının arkasındaki? İsrail’den aldığımız insansız uçakların istihbaratıyla devlet Uludere’de halkın üzerine bomba yağdırdı da bu uçaklar Filistin’de çiçek mi atıyordu Arapların üzerine? Evet, İsrail de demokratik bir ülke. Irkçı, dinci, Siyonist ve demokratik! Listeyi uzatmak yani demokrasinin pisliklerini sayıp dökmek mümkün ama ne bu gazetenin bir sütunu ne de ansiklopediler yeter buna.

Bizim Türkiye solunun “demokrasi” aşkı karşılıksızdır. Sınıflı toplumda ne yargının, ne yürütmenin, ne yasamanın, ne kültürün, ne bilimin, ne de sanatın hâkim sınıfın hâkimiyetinden kurtulamayacağını okumuştur kitaplardan, ama yine de gündelik siyasi gıdasını Radikal gazetesinden aldığından,  “demokrasi” arar durur kapitalizmin bataklığında. Demokrasiyi ve devleti burjuva sınıfsal kimliğinden soyutlayarak ele alır Türkiye solu. Her türlü baskı ve zulüm politikasına faşizm diyerek burjuvaziden uzanacak demokrat bir el arar durur. Ezilenlerin saflarındadır ama hayali ve ufku burjuva düzeninin “toplumsal muhalefeti” olmakla sınırlıdır. Yalan mı; TÜSİAD rapor yayınladığında, Hasan Cemal’ler, Mehmet Ali Birand’lar, Can Dündar’lar eleştiri yazıları yazdıklarında kıpır kıpır olur Türkiye solcusunun içi. “Bu ülkede demokratlar da var” der. Devrimci Marksist söylediğinde burun kıvırır görmezden gelir ama gerçeğin ufacık bir kısmını burjuva liberali söylediğinde başının tacı eder.

Faşizm en özet ifadeyle; büyük burjuvazinin, küçük burjuvaziye dayanan karşı devrimci bir kitle terörüyle, işçi sınıfının ve ezilenlerin tüm örgütleriyle atomize edilmesi karşılığında faşist partinin iktidar tekeline yol vermesidir. Türkiye’de faşist partiler vardır ve derinleşen ekonomik krizle birlikte işçi sınıfı karşısında gerçek bir tehdide dönüşebilirler. Her gericiliğe faşist diyenler bunu göremediği gibi, referandumda “hayır diyen %48” edebiyatı yapıp MHP’yi de sırf AKP’ye karşı olduğu için kendi saflarına yazabilmiştir.

Bugün yaşadığımız faşizm falan değildir. Ne iktidarda bir faşist parti vardır (AKP en az CHP ya da başka bir büyük burjuva partisi kadar gericidir, ırkçıdır ama MHP ya da BBP gibi paramiliter güçler örgütleyen faşist bir parti değildir.) ne de işçi sınıfı ve ezilenler atomize edilmiştir. Hâlâ sendikalarımız, partilerimiz, yayın organlarımızla ve kitle örgütlerimizle mücadele etmek mümkün, gerekli ve zorunludur. Demokrasi dilenerek ağlamak yapacağımız son şeydir. Çünkü bugünkü baskı ve zulüm düzeni adlı adınca parlamenter demokrasidir. Demokrasi burjuva devletinin bir biçimi olduğu müddetçe dünyanın her yerinde işçilere, emekçilere ve ezilenlere baskı uygular. Evet, bu düzenin hâkim sınıfı olan burjuvazinin elinde sopa vardır ve üzerinde kalın harflerle “demokrasi” yazmaktadır. O yüzden kahrolsun burjuva demokrasisi! Sopa milyonlarca işçinin, emekçinin ve ezilenin elinde olacaksa yaşasın zalimlere karşı diktatörlük!