Yarım değil ama eksiğiz

Kamuoyunda Boşanma Komisyonu olarak anılan Aile Bütünlüğünün Korunması Araştırma Komisyonu, 14 Mayıs’ta çalışmalarını tamamlayıp 16 Mayıs’ta raporunu sundu. Ne isterseniz var!

Raporda çocukların cinsel istismarının “rızaya” dayalı olabileceği iddia edildikten sonra böyle bile olsa suç olarak kalması gerektiği belirtiliyor. Ama sonraki düzenleme ve önerilerle suç olmaktan çıkarmak için elinden geleni ardına koymadıkları anlaşılıyor. Çocukların tecavüzcüleri ile evlendirilmesi teşvik ediliyor. Evlilik “başarılı” ve “sorunsuz” olursa hüküm altına alınan cezanın bir kısmının denetimli serbestlik kapsamında değerlendirilmesi öneriliyor. Bu da yetmiyor her iki tarafın da 15 yaşından küçük olduğu durumlarda cinsel istismar ya da tecavüz “şahsi cezasızlık” nedeni sayılarak suç olmaktan çıkarılıyor.

Komisyon raporu AKP’nin bir kez daha, yaşamı tehdit altında olsa bile, kadını değil aileyi korumayı kendisine görev bildiğini ortaya koyuyor. Karakollardaki yoğunluk gerekçe gösterilerek şiddete maruz kalan kadınların mesai saatleri dışında karakola başvurmaları öneriliyor. Zaten fiilen kadınları korumayan devlet, kadınların yaşamıyla mesai saatleri içinde hiç ilgilenmediğini ilan etmiş oluyor. Şiddete karşı koruma kararları için delil ya da belge istiyor, yoksa tedbir süresini en fazla 15 gün ile sınırlandırıyor. İnsanın aklına 8 Mart 2011’de Erdoğan’ın sarf ettiği “Bugün artıyormuş gibi lanse edilen şiddet, esasen daha önce bilinmeyen, gizli-kapalı tutulan, aslında artık azalmaya da başlayan vakaların abartılmasından başka bir şey değildir” sözleri geliyor. Tabii ya hep kadınlar abartıyor, küçücük şeyleri büyütüyor, şiddete uğramadığı ya da bu tehditle karşı karşıya olmadığı halde koruma talebiyle başvuruyor. Ama sonra ne hikmetse hep kadınlar yaşamını yitiriyor! Zaten kadın cinayetleri de sırf abartarak “lanse ettiğimiz” için AKP döneminde yüzde bin 400 arttı! Şiddete karşı delil mi lazım: erkek egemenliği!

Hem şiddet başvurularında hem de boşanma davalarında sürecin sözde çatışmasız bir şekilde ilerletilebilmesi amacıyla arabuluculuk ve uzlaşma uygulamaları, boşanma danışmanları öneriyor rapor. Şiddet söz konusu olduğunda devletin yapması gereken uzlaşma ve arabuluculuk peşinde koşmak değil, kadınları ve çocukları korumaktır. Komisyon başkanı AKP milletvekili Ayşe Keşir, komisyonun raporuna yönelik eleştirilere karşı tüm önerilerin bilimsel veriler ışığında hazırlandığını söylüyor. Ayşe Keşir’e soruyoruz, bugüne kadar karakollarda şiddet gördüğü eşi, sevgilisi ile barıştırılıp gönderilen kadınların kaçı tekrar aynı erkeklerin şiddetine maruz kalmıştır? Peki ya kaçı erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirmiştir?

Rapor kadınlara mutsuz da olsanız, şiddet de görseniz boşanmayın diyor. Özel hayatın gizliliği ve kişilik haklarının korunması bahanesiyle aile hukukuna ilişkin boşanma, velayet gibi davaların gizli tutulmasını öneriyor. Kol kırılsın yen içinde kalsın, kimse duymasın, kadının onuru kırılsın, aşağılansın yeter ki erkeklerin kişilik hakları korunsun! Bu bile bütün süreçte yalnız hissedeceği için birçok kadının boşanmak istediği halde boşanmasını engellemeye yetecekken bir de kadının nafaka hakkına süre sınırlandırılması getiriliyor. Neymiş süresiz nafaka ödemesi, kısa süreli evliliklerden sonra orantısız bir ceza anlamına geliyormuş, kadınların güçlenmesinin önünde de engelmiş!

Bu öneri kadınlar için boşanmanın zorlaştırılmasından başka bir anlamı taşımaz. Nafaka ödeme süresi bittikten sonra bir güvencesi olmayan kadın kolay kolay boşanmaya cesaret edemez. Nafaka ödeme süresi bittikten sonra meslek edindirme, sosyal yardım ve istihdam imkânlarından faydalanmasından bahsediyorlar. Özel istihdam bürolarının, işçi simsarlarının pençesinde istihdam olanakları! Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bazı işsizlik verilerini de hatırlamakta fayda var: Şubat 2016 itibariyle kadın işsizliği %12,7. Tarım dışı kadın işsizliği %16,3. Tarım dışı genç kadın işsizliği ise %24,4 ile en yüksek işsizlik türü! Diyeceğimiz o ki siz kimi kandırıyorsunuz?

Boşanma Komisyonu’nun bu raporu üstüne bir de Erdoğan çıkıp “nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayış içinde olamaz” diyor. Yetmiyor “anneliği reddeden, evini çevirmekten imtina eden bir kadın iş hayatında ne kadar başarılı olursa olsun eksiktir, yarımdır” diye devam ediyor. Kadınlar doğum makinesi, kadınlar anne, kadınlar ev içinde görünmeyen emek! Yoksa eksik, yarım! Bu fikirleri, böyle bir yaşam biçimini dayatırken de insanların dini inançlarını bir tahakküm aracı olarak kullanıyor.

İktidarın kadınları baskı altına alan bu erkek egemen politikalarına karşı kadınlar susmuyor. Bu hayat kimsenin değil bizim diyerek sokaklara çıkıyor. “Boşanmayı değil erkek şiddetini engelle”, “aileyi değil kadınları koru” diyerek alanları dolduruyor. Doğum kontrolü ve kürtaj hakkına sahip çıkıyor. Ama bu mücadelede Erdoğan’ın dediği gibi yarım olmasak da eksiğiz. Eksik olanı tamamlamak, bu saldırılardan en fazla etkilenen emekçi yoksul kadınları mücadeleye kazanacak araçları üretmek, onlarla birlikte mücadeleyi büyütmek gerek.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Haziran 2016 tarihli 80. sayısında yayınlanmıştır.