Mustafa Akyol’dan ‘sağlam’ argüman, ‘sağlam’ örnek

Star gazetesi yazarı Mustafa Akyol, hükümetin kürtaj yasağına karşı çıkanların argümanlarını beğenmemiş. 4 Haziran tarihli “Kürtaj yanlılarından çürük argümanlar” başlıklı yazısında Başbakan’ın izinden gidiyor ve kürtajın cinayet olduğu kabulünden hareketle yasaklanmasını talep ediyor. Kendisine bakılırsa, madem ortada cinayet gibi bir suç vardır, o takdirde ne kürtajı yasaklama çabalarını insanların hareket özgürlüğünün ihlali olarak görenlere hak verilebilir; ne de sözkonusu çabaları doğrudan kadınların bedenine bir saldırı olarak görenlere. Akyol’a göre “…tartışmaya açık olan tek nokta, bu “insan sayma” noktasının nerede başladığıdır. Bu büyük ölçüde felsefi bir soru olduğuna göre de dindarların savunacakları tutumu kendi dini gelenekleri içinde aramalarından doğal bir şey olamaz”.

Akyol’a yanıt verelim. Bir kere ortada felsefi bir soru değil, bilimsel bir soru ve hukuki bir sorun vardır. Felsefi soru olsa olsa Akyol’un kafasındadır, tıpkı bu soru karşısında savunacağı tutumu kendi dini gelenekleri içinde arıyor olmasının milyonlarca kadının cani olmakla suçlanmasını gerektirdiği düşüncesi gibi. Bilimciler açısındansa ne zaman ‘insan’dan söz edilebileceğinden ziyade ne zaman söz edilemeyeceği daha anlamlıdır. Sinir dokusunun gelişip gelişmediğine bakılır. Sinir dokusu yoksa insan ve hayvandan söz edilemeyeceği kesindir. Sinir faaliyeti durur, insan ya da hayvan ölür. Bakteriler veya bitkiler gibi sinir dokusundan yoksun canlıların haklarından söz etmek manasızdır. Sperm tarafından döllenmesinin ardından yumurtanın geçirdiği sekiz haftalık (son âdet tarihinden itibarense 10 haftalık) süre embriyonal evre olarak tanımlanır ve sinir dokusunun gelişmesiyle başlayan fetal (fetüse, yani cenine özgü) evreden ayırt edilir. Türkiye’nin de aralarına dahil olduğu pek çok ülke için, komplike olmamış, olağan bir kürtaj operasyonunun (yani tıbbi yardım eşliğinde düşüğün) gerçekleştirilebileceği süre yasal olarak embriyonal, yani henüz sinir dokusundan söz etmenin mümkün olmadığı evreyle sınırlandırılmıştır. Hukuki sorun bu sürenin hükümetçe keyfi olarak sınırlandırılmaya kalkışılmasıyla ortaya çıkmıştır.

Ancak Akyol’un yazısını kayda değer kılan, sağcılara özgü bu basmakalıp laflar değil, başka bir şey. Akyol, muarızlarını ikna etmek için ‘muhteşem’ bir örnek kurgulamış. Bizden Türkiye’de satanist bir tarikatın ortaya çıktığını tahayyül etmemizi istiyor. Bu tarikatın müridleri, kendi aralarında ilişkiye giriyor, kadınlar hamile kalıyor, doğan çocuklar dokuz ay beslenip büyütülüyor, sonra da bir ritüelde boğazlanarak şeytana kurban ediliyor olsunmuş. Buna da dur denmeyecek miymiş? İşte yoğun ve sancılı bir düşünme sürecinden sonra gebeliğini sürdürme ya da sonlandırma kararı alanlara, yani egemenliği doğrudan kendi yaşamları içinde gökten yere indirerek eyleminin tüm sonuçlarını üstlenenlere, yani kendini özneleştirebilenlere Akyol’un reva gördüğü örnek. Doğurup dokuz ay baktığı bebeklerini şeytana, yani bir üst iradeye kurban etmek üzere, ola ki vecd halinde harekete geçen hayal ürünü tarikat mensupları.

Kişi âlemi kendini bildiği gibi bilirmiş. Akyol, şu ‘muhteşem’ satanist tarikat benzetmesinin, asıl, sözde bir “can” uğruna Türkiye’deki milyonlarca aileyi ve öncelikle de o ailelerin mensubu kadınları, evet vecd halinde, kurban etmek üzere ayaklanmış olanları tarif ettiğinin acaba farkında mı?