Kürtaj, sezaryen ve Gebliz Ne anlama geliyor? Nasıl mücadele etmeli?

Bu hafta kürtaj ile ilgili yapılacak yasal düzenlemenin detayları ortaya çıkmaya başladı. Tasarıda şu anda 10 hafta olan yasal kürtaj süresine dokunulmazken, kürtajın fiilen yasaklanması, yapılmasının engellenmesini içerek şekilde sağlık personeline “görevden çekilme” hakkının tanınacağı, kürtaj yaptırma talebiyle gelen kişilere 4 günlük düşünme süresi verilmesi gibi maddeler yer alıyor. Düşünme süresinin kürtajdan vazgeçirmek için bir ikna süreci olarak kullanılacağı açık. Görevden çekilme hakkının ise ucu açık bir biçimde doktorlar yerine sağlık personeli diye tanımlanması, hemşireden hastabakıcı tüm sağlık çalışanlarına hizmet sağlamayı reddetme hakkını getiriyor, fiilen engellenmenin kapısını da ardına kadar açıyor. Bu durumun ne kadar büyük sorunlar yaratacağı daha önce sitemizde yayınlanan “Bir kürtaj olamama hikayesi” başlıklı yazıda çarpıcı bir şekilde ortaya koyulmuştu. Yazıda bir psikiyatrın tecavüze uğrayan ve tecavüz sonucu hamile kalan bir hastasının kürtaj olma talebinin devletin karşısına çıkardığı engellerle yerine getirilmemesini, sağlık bakanlığının doğacak çocuğun evlat edinmeyi isteyen bir çifte verilmesi yönünde karar vermesi anlatılıyordu. Aşağıda Gerçek Gazetesi’nin Temmuz sayısında yer alan ve kürtajın yasaklanması girişimi, sezaryen yasası ve tüm bu süreçlerin takibine hizmet eden Gebliz sistemi üzerine yazıları içeren, ama henüz tasarıya ait bu hafta ifade edilen detaylar ortaya çıkmamışken hazırlanan dosyayı yayınlıyoruz.

AKP hükümetinin kürtajı yasaklama girişimine ilişkin yasal düzenleme yeni meclis dönemine kalmış gibi görünüyor. Ancak bu, önümüzdeki günlerde bu konuda adımlar atmayacakları anlamına gelmiyor. Çünkü hükümet Recep Akdağ’ın ağzından o zamana kadar da yönetmelikler ve uygulamalarla idare etmeye girişeceklerini beyan ettiler. Bir yandan basına yasal düzenlemenin ne tür değişiklikler getireceği, kürtaj olmak isteyen bir kadının ne tür prosedürlerle karşılaşacağı ile ilgili açıklamalar yapılıyor. Diğer yandan ise dört yıl önce devreye alınan “Gebliz” uygulaması (Gebe, Bebek, Lohusa İzleme) ile ilgili de tartışmalar başladı. Tüm bunlar hükümetin kadınlar açısından çok ağır sonuçları olacak hazırlıklar içinde olduğunu gösteriyor. Bu saldırıların püskürtülebilmesi için ise Erdoğan’ın açıklamalarından sonra başlayan mücadelenin kitlesel bir güce ulaşmasına ve daha geniş kesimleri kapsayacak bir politik hattın yaratılmasına ihtiyaç var.

AKP’nin ikna odaları

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, tasarı ile ilgili yaptığı açıklamada kürtajın yasaklanmayacağını, ama nadir yapılan bir şey haline getirilmesinin hedeflendiğini söyledi. Tasarıya göre kürtajı ancak uzman doktorlar yapabilecek, pratisyen hekimlerin yapması yasaklanacak. Kürtaj yalnızca hastanelerde yapılabilecek. Muayenehaneler ve kliniklerde kürtaj yapılmasına izin verilmeyecek. Şu an için yasal kürtaj süresi olan 10 hafta ile ilgili bir değişiklik yapılmıyor gibi görünüyor. Ama net bir açıklama da yapılmış değil.

Tasarının kürtajın fiilen engellenmesine yol açacak en temel düzenlemesi ise anne ve baba adayının kürtaj için birlikte başvurusunu zorunlu hale getirmesi ve kürtaj öncesinde bir uzmanlar heyeti ile birlikte görüşmeleri. Şu anki uygulamada evli olanlar için kadının başvurusu ve erkeğin yazılı onayı yeterli iken, şimdi erkekler de kadınlarla birlikte bir nevi “ikna odası” işlevi görecek görüşmelere girecekler. Bu görüşmelerle ilgili evli olmayan kadınlar için bir ayrım yapılmamış olmasının, kadınlar üzerinde hem “baba adayı”nı açıklama, hem de evlilik telkini gibi baskılar yaratacağı ortada.

Bahsi geçen uzmanlar heyeti, kadın doğum uzmanı, sosyal hizmet uzmanı ve psikologdan oluşacak. Kadın doğum uzmanı zaten bir tıbbi operasyon olan kürtaj ile ilgili bilgi vermesi açısından elbette faydalı. Ama diğer uzmanların bu heyetteki görevleri ne olacak? Özellikle de psikologların işlevi nedir? Denebilir ki kürtaj nedeniyle kadınların herhangi bir travma yaşamalarının önüne geçmek için psikolog desteği önemli. Ama bu varsayımın, yani kadınların kürtaj oldukları için bir travma yaşayacakları varsayımının kendisi bile kadını değil, henüz bir canlı halini almamış embriyoyu merkezine alıyor, kadının gebeliğin sonlandırılması üzerinden suçluluk duyacağı düşünülüyor. Türkiye Psikiyatri Derneği, kürtaj ve sezaryen ile ilgili yaptığı yazılı açıklamada planlanmamış/istenmeyen gebeliklerin ruhsal bozukluklara yol açtığını, buna karşılık annenin tercihiyle gebeliğin ilk üç ayında yapılan kürtajın ruh sağlığına olumsuz bir etkisi olmadığını ifade ediyor. Aksine bugüne kadarki bütün deneyimlerde kürtajla ilgili ruh sağlığını bozan faktörlerin; kişileri kürtaj yapmakla damgalamak, özel yaşamın gizliliğinin ihlali, sosyal hizmetlerin yetersizliği, babayı açıklamaya zorlamak, ahlaki-dini-psikolojik telkinlerde bulunmak gibi durumlar olduğunu ortaya koyuyor. Bu durumda heyette bulunan psikologların işlevinin, Recep Akdağ’ın formülünün “nadir yapılan” bölümünü sağlamak olacağını tahmin etmek güç değil.

Recep Akdağ, “nadir yapılan” dışında kürtaj ile ilgili yaklaşımlarını ifade ederken güvenli ve ulaşılır kelimelerini de kullanmıştı. Ama tasarıda bu yönde somut bir düzenleme yok. Çünkü ulaşılabilir olması tüm kadınlar için ücretsiz ve yaygın bir hale getirilmesini gerektirir. Ancak bu söz konusu bile değil. Güvenli olması ise kürtajın önüne herhangi bir engel, yasal kısıtlama, veli izni gibi yaptırımlar çıkarılmamasına bağlı. Siz eğer eş ile birlikte başvuruyu dayatırsanız eşini ikna edemeyecek kadınları, veli iznini dayatırsanız 18 yaşından küçük genç kadınları yasal olmayan yollarda merdiven altı muayenehanelerde kürtaja veya türlü yöntemlerle kendine düşük yaptırtmaya mahkûm edersiniz.

Buna karşılık Gerçek diyor ki:

  • Her kadına ücretsiz, ulaşılabilir ve güvenli kürtaj hakkı
  • Daha fazla kadın-doğum hastanesi
  • Kürtajda veli-vasi-eş izni koşuluna hayır!
  • Hastanelerde fiili kürtaj yasağı uygulamasına ve “ikna odaları”na hayır!
  • Herkese ücretsiz, ulaşılabilir, doğum kontrolü

 

Gebliz:  izleme değil, fişleme!

Haziran ayının sonlarında kürtajın yasaklanma girişimi karşısında gösterilene benzer bir tepki Gebliz sistemine karşı yükseldi. Gebliz, gebe, bebek ve lohusa izleme sistemi. Aslında sistem dört yıl önce devreye girmiş. Ancak şu an kürtaj ile ilgili tartışmalar devam edip konu sağlık emekçilerinden hukukçulara çeşitli kesimler tarafından derinleştirilince gecikmeli de olsa uygulama fark edildi ve sakıncaları üzerine tartışmalar yapılmaya başladı.

Gebliz sistemiyle bir kadın gebelik testi yaptırdığı andan itibaren izlemeye alınıyor. Test sonuçları Sağlık Bakanlığı tarafından bilginin aile hekimlerine ulaştırılması amacıyla merkezileştiriliyor. Ve eğer kadın bu işlem sırasında önüne konulan formda “mahremiyet butonu” adı verdikleri yeri işaretlemediyse oturduğu eve telefon edilerek ya da bizzat eve gidilerek tüm hane halkı bilgilendiriliyor. Kadın cinayetleri ve şiddet için davetiyeyi direkt elden teslim ediyor yani devlet! Sistem dört yıldır devrede, hükümetin söylediğine göre mahremiyet butonu ise son 5-6 aydır! Demek ki aradaki sürede hasta bilgilerinin gizliliği ilkesi devlet eliyle ihlal edilmiş. Şu anda da ihlal edilmesinin ucu açık bırakılmış. Çünkü “mahremiyet butonu” denen şey isteğe bağlı olamaz. Devlet hasta bilgilerinin gizliliğini sağlamak zorundadır. Buton olsa olsa ancak tersten kullanılabilir yani kadın özellikle talep ediyorsa. Ama o zaman da zaten kadın kendisi söyler, devlete yine bir şey düşmez.

Yalnız bu konuda fişlenme ile gebeliğin izlenmesi arasında bir ayrım yapmak lazım. Çünkü karşı çıkılması gereken, gebeliğin kayıt altına alınması, takip edilmesi ve bu bilginin paylaşılmasıdır. Yoksa kadınların doktor yüzü görmeden doğum yapmalarının önüne geçmek, bebeklerin doğumdan sonra aşılarının takibini yapmak gibi işlevleri yerine getirmesi, bu amaçla izlenmesine karşı çıkılamaz. Devletin sağlaması gereken sağlık ve sosyal hizmetlerin bir parçası olarak hasta takibinin yapılmasında, hasta bilgilerinin gizliliği sağlandığı sürece bir sorun yoktur.

Sezaryen: Bugüne kadar iyiydi de şimdi ne oldu?

Sezaryenin sadece tıbbi zorunluluk hallerinde yapılmasını öngören tasarı meclisten geçti. Bu değişikliğin gerekçesi, tıbbi bir zorunluluk olmaksızın sadece kadının veya doktorun isteği ile sezaryen yapılmasının önüne geçilmesi olarak açıklanıyor. Yeni yasaya göre keyfi olarak sezaryen yapan doktor ve hastanelere yaptırım uygulanacak.

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin açıkladığı istatistiklere göre Türkiye’de 2001 yılında sezaryen oranı yüzde 21 iken, 2011 yılında bu oran yüzde 48’ye ulaşmıştır. Bugün yüzde 50 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu artışın birinci nedeni ise Sağlıkta Dönüşüm adı altında sağlık hizmetinin özelleştirilmesi. Bu dönemde kâr hırsı ile özel hastaneler sezaryen rekoru kırarken, kamu hastanelerinde de performans sistemi gibi uygulamalarla sezaryen teşvik edilir bir hâl aldı. Uzman doktorlar dışında ebelik görevini yerine getirecek yeterli sayıda sağlık çalışanı istihdam edilmediği için doktorlar normal doğum için uzun saatler harcamak yerine, zaten maddi olarak da daha avantajlı olan sezaryene yöneldiler. Bugün ise AKP hükümetinin hızlı nüfus artışı hedefi ile çeliştiği için sezaryeni sadece zorunluluk hallerinde uygulanacak bir yönteme dönüştürdüler. Çünkü normal doğuma göre çok daha riskli bir yöntem olan sezaryen, doğumdan sonra da vücutta bıraktığı etkilerle ideal olarak en fazla iki veya üç defa uygulanabilen bir doğum yöntemi.

Sezaryene karşı çıkış, ancak sağlıkta ticarileşmenin bütün boyutlarıyla birlikte ele alındığında anlamlıdır.

Nasıl bir mücadele?

Kürtajın yasaklanması girişiminin ve sezaryenin sınırlandırılmasının bugün gündeme gelmesi tesadüf değil. Gerçek gazetesinin bir önceki sayısında bu girişimleri Türkiye burjuvazisinin ve onun İslamcı kanadının temsilcisi AKP’nin, bölge çapında güçlü bir devlet olmak, Avrupa’nın yaşlanan nüfusuna karşı düşük ücretli genç bir işçi ordusu yaratmak, hızla artan Kürt nüfusa karşı Türk nüfusun hızla çoğalmasını sağlamak, kadınları evlere kapatarak cinsiyetçi işbölümünü sağlamlaştırmak, muhafazakâr görüşleri pekiştirerek sınıf hâkimiyetini güçlendirmek gibi hedeflerinin bir parçası olarak görmek gerektiğini ifade etmiştik. Bu girişimler kadınların bedenleri ve doğurganlıklarının daha fazla denetlenmesine yol açtığı için en fazla kadınları hedef alan bir saldırı konumunda. Ama aynı zamanda Türkiye burjuvazisinin kendi sınıf çıkarları doğrultusunda yönelttiği bir saldırı. Bu nedenle mücadele sadece kadınların değil, bir bütün olarak işçi sınıfının da mücadelesi olmak zorunda.

O halde yapılması gereken, başta kadınlar olmak üzere işçi ve emekçilerden oluşan büyük çoğunluğu kazanmak. Sendikaların, meslek örgütlerinin sadece meseleye zaten duyarlı olan kesimlerini değil, tabanını harekete geçirmek gerek. Bunu da ancak kadınların somut taleplerini öne çıkararak yapmak mümkün. Bugün ideolojik ve politik olarak sistemin hegemonyası altında olan bir kadının sadece bedenine sahip çıkmak adına mücadeleye katılması ihtimali düşüktür. Ama aynı kadının yasadışı kürtajla merdiven altında ölüme gönderilmeyi reddettiği için, bakamayacağı kadar fazla sayıda çocuk yapmaya zorlanmayı kabul etmediği için, kürtaj olmak zorunda kalmasını engelleyecek doğum kontrol yöntemlerine kolayca ve ücretsiz ulaşabilmek için mücadeleye girişmesi çok daha kolaydır.

Bugün mücadelenin belli kesimlerden kadınlarla sınırlı kalması durumunu değiştirecek, hareketin yüzünü emekçi kadınlar başta olmak üzere, işçi sınıfı ve ezilenlere dönmesi için mücadele etmek, esas güç sendikalar ve sosyalist hareketin görevidir. Sendikalar, işyerlerinden başlayarak bu konuda eğitimler, etkinlikler düzenlemeli, eylemlerde işçi emekçi kadınların taleplerini öne çıkarmak için mücadele etmelidir. Sosyalistler, meselenin Türkiye burjuvazisinin çeşitli projelerinin bir parçası olmasından hareketle mücadeleyi işçi ve emekçi kesimlere taşıma görevini üstlenmeli, faaliyet alanlarında meseleyi sadece bir kadın sorunu olarak ele almadan, işçi sınıfının da sorunu olduğu bilinciyle mücadele etmelidir. Mücadelenin emekçi mahallelere, yoksul semtlere taşınması için güçlerini seferber etmelidir. İşçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin mücadeleye kazanılmasını sağlayacak somut talepleri öne çıkarmalıdır.

Nihayet, bu Türk ırkçısı politikaya karşı hem genel olarak Kürt kitleleri hem de kadın hareketinin en canlı bileşeni olarak Kürt kadın hareketi mücadeleye çağrılmalıdır.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Temmuz 2012 tarihli 33. sayısında yayınlanmıştır.