8 Mart'ta doğru...

8 Mart’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edilişinin tarihi 100 yılı aşkın bir süreye dayanıyor. Bu tarihi yaratan, oy hakkı, eşit işe eşit ücret, doğum izni, insanca çalışma koşulları ve 10 saatlik işgünü gibi talepler için verilen mücadeleler ise çok daha eski. Erkek egemen kapitalist sistem, kadınları farklı biçimlerde ezmeye, baskı ve tahakküm altına almaya devam ettiği için mücadele de sürüyor. 2013 8 Mart’ına giderken kadınlar istihdam alanında ayrımcılıkla, evde, işte, sokakta taciz ve şiddetle, devletin kadınları aşağılayan politikaları ile karşı karşıya.

 

Münferit değil erkek şiddeti

Şiddet geçtiğimiz yıl da kadınların yaşamını söndürmeye devam etti. Sadece basına yansıyan rakamlara göre 165 kadın, en yakınlarındaki erkekler, eşleri, babaları, kardeşleri, sevgilileri ya da akrabaları tarafından öldürüldü. İlk sırada ise eşleri geliyor! 210 kadın uğradıkları fiziksel şiddet sonucu yaralandı. 150 kadın tecavüze, yine 150’ye yakın kadın da tacize uğradı. Bunlar sadece kayıtlara geçen vakalar. Kadına yönelik şiddetin bu kadar yaygın olması, erkeklerin hep benzer gerekçeleri öne sürmeleri, bazı durumlarda şiddetin meşru bir araç olarak görülerek kullanıldığını, münferit değil, sistematik olduğunu gösteriyor. Üstelik öldürülen kadınlardan 24’ü, şikâyette bulunmuş, koruma talep etmiş ve tedbir kararı çıkarttırmış kadınlar. Yani devlet, sistematik bir şekilde devam eden kadına yönelik şiddeti engelleyici ciddi yaptırımlar getirmediği gibi, kadınları koruyamadı da. Şubat ayının başında onaylanan Denetimli Serbestlik Yasası ile de kadınları yaralama, tehdit ve hakaret gibi suçlarla cezaevinde bulunan çok sayıda erkek, serbest kalmış oldu. Denetimli Serbestlik uygulamasının kendisi ayrı bir tartışma ama kadına yönelik şiddetin tekrarlayan niteliği göz önüne alındığında, bu tür suçları işleyenlere özel tedbirler alınması gerektiği, farklı infaz kuralları uygulanması gerektiği açık.

*  *  *  

Kürtaj haktır, önündeki engelleri kaldırın!

Hükümetin kürtajla ilgili çalışmaları “Üreme Sağlığı Yasa Taslağı” adıyla tamamlandı. Taslakta 10 haftalık kürtaj süresi korunurken, bu süreyi geçtikten sonra kürtaj yapan hekime verilecek ceza arttırılıyor. Bu süreden sonra kendisi düşük yapmaya çalışan kadına da bir yerine iki yıl hapis cezası getiriliyor. Kadınları kürtajdan vazgeçirmek için telkin, düşünme süresi adına altında ikna mekanizmaları getirilirken, kürtaj yapmak istemeyen hekime “ret” hakkının sağlanmasıyla kürtajın önüne fiili engeller getiriyor.

Henüz taslak meclis gündemine gelmedi. Ancak kürtajla ilgili tartışmaların sürekli olarak kısıtlamalar, yasaklama girişimi gibi şekillerde tartışılması, kamuoyunda kürtajın yasak olduğu yönünde bir kanının oluşmasına da neden oluyor. Öyle ki hastanelerde hekimler yasak olduğunu söyleyerek kürtaj yapmayı reddediyor, yasal süre 10 hafta olduğu halde 8 haftanın üzerinde neredeyse kürtaj fiilen yapılmıyor, evli olmayan kadınlara kürtaj olmak istediklerinde zorluk çıkarılıyor. Yani devlet hastaneleri eliyle yasadışı bir şekilde kürtaj hakkı gasp ediliyor.

Buna karşı, doğum kontrol yöntemlerine ve kürtaja erişimin önündeki engellerin kaldırılması, güvenilir ve ücretsiz hale getirilmesi, veli-vasi-eş izninin kaldırılması, daha fazla kadın-doğum hastanesinin kurulması için mücadele etmek gerekir.

*  *  *

Büyük nüfus için üç çocuk, o da yetmez beş!

Erdoğan, katıldığı her düğünde ya da yerli yersiz her ortamda “üç çocuk” konusunu bir misyon olarak hatırlatıyor. Hatta bazen, çıtayı yükseltip, “eskiden çamaşır makinesi yoktu üçtü, artık beş de olur” diyecek kadar ileri gidiyor. Türkiye burjuvazisinin Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Avrasya’da yayılma düşlerine hizmet edecek, işsizler ordusunu arttırarak ucuz işgücü sağlayacak genç ve büyük bir nüfusa ihtiyacı var çünkü. Uzun vadeli olarak büyük nüfusu sağlamanın bir yolu, kürtajın yasaklanması gibi girişimlerken, diğer yolu da doğumun teşvik edilmesi. Erdoğan’ın talimatıyla, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı seferber olmuş, ortaklaşa teşvik konusunda çalışmaları yürütüyorlar.

Genel olarak kadınları doğum makinesi olarak gören bu anlayışa karşı mücadele etmeliyiz elbette. Ancak bunu yaparken, bir yandan da doğum izni, istihdama etkileri gibi tartışmaların sadece kadınların üzerinden yürütülmesine de karşı olmak gerekir. Bugün, ücretli doğum izninin altı aya çıkarılması konuşulurken, kadınların istihdamı açısından bu durumun bir tehdit yaratma ihtimali ifade ediliyor. Biz buna karşı, kadının ve çocuğun sağlığı ve ihtiyaçları doğrultusunda doğum izninin daha da uzatılmasını savunurken, ancak aynı sürede doğum izninin babaya da verilmesini talep etmeliyiz. Üç-beş kuruşluk yardımlar yerine her işyerine kreş talep etmeliyiz.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2013 tarihli 40. sayısında yayınlanmıştır.