İşçilerin birliğine saldıran düşman: Taşeron kanseri

Kozlu’daki özel kömür madeninde 7 Ocak 2013 günü yaşanan ve sekiz işçinin ölümüyle sonuçlanan iş cinayetine gösterilen tepkiler nedeniyle açıklama yapan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, “taşeron sisteminin sorunlarını büyük oranda ortadan kaldıracak” bir düzenlemeyi meclis gündemine taşıyacaklarını söyledi. Geçenlerde de yaza kadar yasa değişikliğine gideceklerini ifade etmişti. Peki planlanan değişiklik ne olabilir?

4857 sayılı İş Kanunu’nun 2/6-7. maddesi, taşeronluğa ancak  "teknolojik uzmanlık" gerektirdiği takdirde başvurulacağını hükme bağlıyor.  Sendikaların,  taşeronu kollayan yasaya itirazlarına rağmen Bakanlık, maddenin bu haline dahi tahammül edemiyor ve “uzmanlık gerektiren haller” ibaresini de çıkararak kuralsız ve güvencesiz çalıştırmayı dikensiz biçimde benimsemek istiyor. DİSK Genel Başkan Yardımcısı Metin Ebetürk de geçen ay yaptığı bir açıklamada Bakan’la yaptıkları toplantıda hükümetin tavrının kendilerine açıkça ifade edildiğini ve “yeni düzenlemeden” kastın 2. Maddeyi değiştirerek taşeron cumhuriyeti yaratmak olduğunu söylemişti. Böylece AKP döneminde taşeronlaşma beş kat arttığı ve Bakanlık raporuna göre halihazırda kamuda 585 bin 788 ve özel sektörde 419 bin 466 kişi alt işverende çalıştığı halde, emekçilerin perişanlığı devlete yetmiyor.

4857 sayılı yasa ile taşeronlaştırma düzenlenirken, emekçileri ve sendikaları ikna etmek ve bu sistemi, güya “kötüye kullanmaya karşı korumak için” teknolojik uzmanlık gerektiren işlerde alt-işverene yer verilebileceği hükmü getirilmişti. Böylece bir asıl-işveren, örneğin bilgisayar programı kurulumları için işyerinde alt-işverene başvurabilecekti. Bu hüküm, böyle bir işyerinde bilgisayar uzmanı bulunmayabileceği varsayımından hareket etmekteydi, daha doğrusu, sözde amaçlanan bu tip sorunları halletmekti. Oysa gerçekte niyet, patronun daha önce kadrolu, sözleşmeli ve güvenceli olarak işe aldığı işçileri –bu örnekte bilgisayar programcısını- işten atıp, işi bir taşeron şirkete vererek onun hakimiyetindeymiş gibi gösterdiği, daha ucuza, kuralsız, güvencesiz olarak çalıştırabileceği işçilere kavuşmaktı. Bununla birlikte giderek yaygınlaşan şekilde sadece yasanın açıkça izin verdiği durumlarda değil, muğlâk biçimde yasakladığı! alanlarda da taşerona yer verilmeye başlandı. Üstelik patron, taşeron şirkete bağlı çalıştırmanın avantajlarından faydalanmak için, başka bir örnekten gidersek hastanedeki temizlik işçisini alıp başka işlerde, hastabakıcı ya da santral görevlisi olarak çalıştırmaya başladı. Çünkü o iş için kadrolu işçi alıp, daha fazla ücret vermek yerine, işi taşeron şirkete ihale edip asgari ücret ödemek daha kârlı olacaktı. Böylece, şu anda olduğu gibi yasaya, kamuya ait olanlar dâhil neredeyse hiçbir işyerinde uyulmayarak, devlet desteğiyle kanuna karşı hile yapılmaya başlandı ve işçilerin anayasal olarak da tanınmış olan bireysel ve kolektif haklarını kullanmaları engellendi.

Şu halde, kârı en üst düzeye çıkarmak isteyen sermaye ve devlet kol kola, derinleşen kriz ortamında işgücü maliyetlerini düşürmek ve işçileri sendikasızlaştırmak için, kamuda en ucuz fiyatı veren taşeron firmaya ya da siyasi hesaplar sonucu cazip gelen belediye şirketlerine şaibeli ihalelerle işleri ve işçileri peşkeş çekiyor. Hükümet aslında taşeron işçilerini ayrı bir hukuka tabi tutarak daha kolay ve daha ağır sömürülür hale getirmeye çalışıyor. Bakan Çelik’in “Asıl işverenle alt işverenin ciddi bir ayrışmasını gerçekleştireceğimiz bir çalışma üzerindeyiz” sözleri de bunu doğruluyor. Oysa mevcut iş yasasından yararlanmak, toplu sözleşme hakkını kullanmak, iş güvencesinden yararlanmak, lehe yargı kararlarının icrasını ve uygulamaların devlet tarafından denetlenmesini beklemek bütün işçilerin hakkıdır. Bu sebeple örgütlü mücadelemizin en acil taleplerinden biri de taşeronluk sistemini tümüyle ortadan kaldırmak ve işçiler için öngörülen farklı düzenlemelerle üretimin yanı sıra emekçilerin de bölünmesine karşı birleşmektir.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2013 tarihli 40. sayısında yayınlanmıştır.