Sınıf örgütleri içinde burjuva demokrasisini aşabilmek

İçinde bulunduğumuz dönemde Gezi İsyanı ile gün yüzüne çıkan ve 17 Aralık yolsuzluk operasyonları ile de iyice derinleşen büyük bir devlet krizi ile karşı karşıyayız. İçeriği itibariyle bu kriz her ne kadar politik bir kriz gibi görünse de son yıllarda kapitalist sistemin içine girmiş olduğu derin depresyonun da etkisiyle ekonomik bir nitelik de kazanmaya başlamıştır. Bir ülkede politik ve ekonomik bir kriz durumu söz konusu ise o ülkede sosyal huzursuzlukların da patlak vereceğini ön görmek gerekir. Bu da egemenler açısından büyük bir tehdit anlamına gelir.

İçinde bulunduğumuz bu gerilimli sürecin büyük bir tehlike anlamı taşıdığını fark eden sadece AKP hükümeti değildir. Bütün olarak tüm burjuva düzen partileri, sermaye çevreleri döne döne tehlikeyi işaret etmekte ve çözüm için birtakım önerilerde bulunmaktadır. İşte böylesi "tehlikeli" bir süreç içerisinde burjuvazinin yardımına 30 Mart yerel seçimleri yetişmiştir.

30 Mart yerel seçimlerinin diğer yerel seçimlerden farklı bir anlam taşıdığı açık bir gerçektir. Zira sermaye düzeni bu seçimlere kapitalist krizin, Gezi İsyanının ve 17 Aralık yolsuzluk operasyonları ile ortaya çıkan düzen içi yıkıcı bir çatışmanın gölgesinde girmektedir. Nitekim egemenler de yaptıkları açıklamalarla bu yerel seçimin çok farklı bir anlam taşıdığı gerçeğini açıkça ifade etmektedirler. Hatta AKP şefi daha da ileri gidip bu "tehlikeli" sürecin ikinci bir "Kurtuluş Savaşı" olduğunu iddia etmiştir. Lakin bu savaş silahlarla değil sandık başında olacaktır. Zira her fırsatta "milli irade" söylemini dillendiren AKP şefi, bu iradenin ancak sandık yoluyla ortaya çıkabileceğini zihinlere kazımaktadır. Bu sayede hem yapılan yolsuzlukların üstü kapatılmaya çalışılmakta hem de emekçilerin yükselen ya da yükselebilecek tepkisi sokaklardan ziyade sandık içine hapsedilmeye çalışılmaktadır.

Egemenler yerel seçimler vasıtasıyla sistemin üzerine çöreklenen baskıyı, yükü hafifletmek, gitgide büyüyen tehlikeli sonu ötelemek istemektedir. Bu açıktır. Nihayetinde seçimler, emekçilerin sisteme duydukları güvensizliği, memnuniyetsizliği, nefreti ve öfkeyi perdelemekte, bu da egemenlerin derin bir nefes almasını sağlamaktadır. Amaç seçimler vasıtasıyla sermayeye hizmet eden devlet mekanizmasını gizlemektir. Göstermelik bir demokrasi oyunu ile insanların gözleri boyanmakta, büyük bir mistifikasyon yaratılmaktadır. Lenin "Devlet ve İhtilal" adlı eserinde bu durumu şöyle ifade eder; “Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e vb. dek, herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz; asıl işler hep devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları tarafından yürütülür. Parlamentolarda, yalnızca ‘saf halk’ı aldatma ereğiyle, gevezelikten başka bir şey yapılmaz.

Burjuva demokrasisi içinde yapılan seçimleri çok da önemsiz görmemeli, seçimler küçümsenmemelidir. Burjuvazi için seçimler başlangıçta, ödemekte oldukları vergilerle karşılanan kamu harcamalarını kontrol etmek amacıyla sadece kendilerine has bir hak olarak ortaya çıkmıştır. Geniş emekçi yığınların ise oy verme ve seçime katılma hakkı yoktu. Burjuva demokrasisi içinde işçi sınıfının seçme ve seçilme hakkını kazanması kanla yazılmış ve uzun soluklu bir mücadele neticesinde olmuştur. Verilen mücadele neticesinde işçi sınıfı seçimlere katılma hakkı kazanmıştır. Bu noktadan sonra işçilerin bu demokrasi oyununda bile söz sahibi olmaması için burjuva parlamenter oyunlar dönemi başlamıştır. Devleti kendi çıkarına göre dizayn eden burjuvazi seçimleri adeta birer oyuna çevirmiştir. Üstelik bu oyuna katılabilmek ve kazanabilmek de zordur. Ekonomik kotalardan, oy barajlarına ve parti kapatmalarla şekillenen yasal ve yasa dışı baskılara kadar birçok yöntemle işçilerin seçimlere kendi talepleri ve partileri ile girmeleri engellenmiştir. Ve tüm bu baskılara rağmen burjuvazi geniş emekçi kitleleri demokrasicilik oyunu ile kandırmayı başarmış ve başarmaya da devam etmektedir.

Burjuvazinin elindeki geniş maddi imkanlar ve etkili ideolojik manipülasyon araçları bu kandırmacanın en önemli nedenleridir. Ancak bir de işçi sınıfının ve onun örgütlerinin neden olduğu birtakım eksiklikler söz konusudur ki bu eksikliklerde "demokrasi" oyununun sürmesinin bir diğer nedenidir.

İşçi sınıfı hayata genel olarak iki biçimde müdahale edebilmektedir: ekonomik olarak sendikalarıyla ve politik olarak sınıftan yana partileriyle, örgütleriyle. Dolayısıyla yukarıda belirttiğimiz demokrasi hücrelerinin yeşertilmesi mücadelesi öncelikle bu kurumlar içinde olacaktır. Buralarda ortaya çıkarılacak demokratik nüveler şekillendirilmeye çalışılan gelecek idealini somutlaştıracaktır.

Trotskiy, işçi sınıfının kitlesel örgütlere sahip olmalarının, kongreler ve yürüyüşler düzenleme olanaklarının, grevler ve kitlesel gösteriler örgütlemelerinin, basın-yayın organlarına, okullara, tiyatrolara ve sinema kulüplerine sahip olmalarının "burjuva demokrasisinin bağrında proleter demokrasisinin hücrelerinin yeşermesi" anlamına geldiğini belirtmektedir. Kapitalizm feodalizmin bağrından doğmuştur. Elbette ki tıpkı Trotskiy'nin belirttiği gibi proletarya demokrasinin hakim kılınması için de kapitalizm içinde birtakım olumlu örnekler yaratmak gerekmektedir. Ancak bugün için ne sendikalarda ne de işçi sınıfının politik örgütlerinde bu örneklerin yaratabildiğini söyleyebilmek mümkündür. Bu yapılar içinde, bırakın olumlu örnekler yaratmayı çoğu kez burjuva demokrasinin bile gerisine düşen uygulamalarla karşı karşıya kaldığımız aşikardır.

İşçi sendikalarının bugün içinde bulundukları durum hepimizce malum. Bu malum durum sendika içindeki demokratik işleyişe ve seçimlere yansımaktadır. Seçim süreçleri çoğu zaman işçilerden habersiz bir şekilde işletilmekte, seçimlerden işçilerin haberi bile olmamaktadır. Çoğu zamanda bu göstermelik seçimler bile yapılmamakta, tüm şube yönetimleri, iş yeri temsilcileri, delegeleri merkez tarafından atanmaktadır. Bu duruma karşı çıkan, eleştiren öncü işçilerse sendika-patron işbirliği ile işten atılmaktadır.

İşçi sendikalarında ve kamu emekçilerinin çalışma alanlarında örgütlenen sarı sendikalarda demokratik işleyişten söz etmek elbette mümkün değil. Ancak üzülerek söylemek gerekir ki sınıftan yana mücadele sürdürdüğünü düşündüğümüz KESK'te de son dönemlerde durum pek parlak değildir. İçinde bulunduğumuz dönemde kongreler sürecine giren KESK'te izlenen seçim pratikleri bu iddia da bulunmamızın temel nedenidir.

Bugün KESK'e bağlı sendikalarda seçim süreçlerinin işçi sınıfının demokrasine uygun işlediğini söylemek zordur. Bu durumun temelinde de maalesef sendikaya hakim politik grupların tutumları yatmaktadır. Sendika içindeki bu gruplar sendikanın içine düştüğü yapısal krizi aşmak yerine öncelikle delege seçimlerine odaklanırlar. Kıran kırana geçen delege seçimlerinden sonra gruplar güçlerine göre ittifak görüşmelerine başlar. Çoğu zaman bu görüşmeler seçimlere günler kala sonuçlanır. Neredeyse seçim gününe kadar kimlerin aday olduğu bir türlü belli olmaz. Zira son ana kadar dengeler gözetilir ve net bir tutum belirlenmez. Delegeler kimlerin aday olduğunu çoğu kez seçim anında öğrenir. Adayları tanıyamadan ellerine tutuşturulan anahtar listelerle oy kullanırlar ve bir daha ki seçime kadar da -tıpkı burjuva seçimlerin de olduğu gibi- sendikanın işleyişinde söz sahibi olamazlar. Bu kısır döngü dün olduğu gibi bugünde devam etmekte ve sendikayı oldukça olumsuz bir biçimde etkilemektedir. Halbuki teknolojinin bu kadar geliştiği günümüzde seçim ve yürütme süreçlerini demokratik bir hale getirmek hiç de zor değildir.

Sendikaların içine düştüğü yapısal krizler işçi sınıfın kendi talepleri ile burjuva parlamenter seçimlere müdahale etmesine de engel olmaktadır. Demokratik işleyiş açısından zaman zaman burjuva düzen partilerinin bile gerisine düşen sendikaların bu partileri faşist, anti-demokratik vb. sıfatlarla eleştirmeleri de oldukça trajiktir.

Bugün en ideal görünen sendikalar da bile seçimler maalesef burjuvazinin göstermelik seçimlerinden geriye düşmüşse sorgulanacak çok şey var demektir. Bizler kapitalizme karşı mücadele ederken hem sendikalarımızda hem politik kurumlarımızda burjuva demokrasisini aşan pratikler sergilemek zorundayız. Sendikaları sendika ağalarının ve reformistleşmiş politik grupların kurtarabileceğini düşünmek hayal kurmaktır. Bu nedenle sınıf için sendika iddiasında bulunan devrimcilere büyük vazifeler düşmektedir. Devrimciler örgütlü oldukları sendikalarda en iyi, en mücadeleci sendikacılar olmak zorundadırlar. Ancak o zaman işçi sınıfının gerçek demokrasinin nüvelerini atabilirler. Aksi halde geniş emekçi yığınların neden burjuvazinin seçim oyununa düştüğünü anlamlandıramamaya devam ederiz.