Röportaj: 50/d’yi bal eyledik: Bir asistan mücadelesi belgeseli

2007-2009 döneminde İstanbul Üniversitesi (İÜ) başta olmak üzere çeşitli üniversitelerde asistanlar, iş güvencelerini ellerinden alan YÖK kanununun 50/d maddesine karşı bir mücadele yürüttüler. O dönem İÜ İletişim Fakültesi Asistan Temsilcisi olarak mücadelenin içinde yer alan, şimdi aynı fakültede öğretim üyesi olarak devam eden Doç. Dr. Ahsen Deniz Morva Kablamacı bu mücadelenin belgesel filmini yaptı: 50/d’yi Bal Eyledik. 16 Kasım'da ilk gösterimi gerçekleştirilecek film öncesi, Ahsen Deniz Morva Kablamacı ve anti50/d mücadelesinde İÜ İktisat Fakültesi Temsilciliği yapan ve hareketin sözcülerinden biri olan Levent Dölek ile film ve mücadeleleri üzerine konuştuk.  

Gerçek: 50/d nedir ve ne amaçla YÖK tarafından yürürlüğe koyuldu?

Levent Dölek: YÖK kanununun 50/d maddesi asistanların doktoralarını bitirir bitirmez otomatik olarak üniversiteyle ilişkilerinin kesilmesini öngörüyor. Bu bir 12 Eylül icadı. Amacı çok açık, asistanlardan başlayarak YÖK'ün kriterleri doğrultusunda bir eleme mekanizması kurmak. YÖK darbeden sonra önce ilerici öğretim üyelerini üniversiteden uzaklaştırdı. Sonra da yeniden bir ilerici kuşağın yetişmesini engellemek için de asistanların iş güvencesini kaldırdı.

Gerçek: 50/d'ye karşı asistanlar tarafından gerçekleştirilen mücadele nasıl oluştu ve gelişti? Bu süreç içerisinde mücadeleyi ezmeye çalışan YÖK'e ve rektörlüklere karşı hangi mücadele yöntemlerine başvurdunuz ve süreç hangi kazanımlarla sonlandı?

Levent Dölek: Aslında Deniz Morva'nın filmi zannediyorum ki bu süreci en güzel şekilde anlatan bir film olacaktır. Ben de filmi izlemek için sabırsızlanıyorum. Tüm üniversitelilere de bu filmi izlemelerini tavsiye ediyorum. Kendisi hem o dönem mücadelenin en önünde yer almıştı hem de bir yandan tüm yaptıklarımızı belgeleyip bugünlere taşıdı. Çok değerli bir iş yaptı. Öte yandan soruya dönecek olursak asistanların mücadelesi epey yeni bir şeydi. Genel olarak 1980 sonrası öğrenci mücadeleleri ön plandaydı. Ancak biz de o kadar yeni bir şey yapmadık. Esas olarak işçi sınıfının mücadele yöntemlerini devralıp uyguladık. Yürüyüş yaptık, basın açıklaması yaptık, işyerimizi terk etmedik, iş bıraktık ve buna benzer eylemlerimizin hepsi aslında birer sınıf mücadelesi yöntemiydi. Bu yöntemlerle önce arkadaşlarımızın atılmamasını sağladık sonra 50/d'den daha güvenceli olan 33/a'ya geçişlerin önünü açan yasal kazanımlar elde ettik.

Gerçek: Bu süreç kazanımlarla bitmesine rağmen 50/d yürürlükte duruyor. Eğitim emekçilerinin iş güvencesi hâlâ tehdit altında. Bu yasaya karşı devam eden çalışmalar var mı? YÖK tekrar asistan kıyımı girişiminde bulunursa bunu savuracak örgütlülük mevcut mudur?

Levent Dölek: Bizim İ.Ü.'de bir Araştırma Görevlileri Temsilciler Kurulumuz var. Asistanlara yönelik olumsuz bir gelişme olduğunda toplanıp cevap verebiliyoruz. Öte yandan sendikamız var. Eğitim-Sen asistan mücadelesinin deneyimini ileriye taşıyor. O gün mücadelede olan asistanlar bugün sendika şubesinin yönetiminde, temsilciliklerde görev üstleniyor mücadeleyi sürdürüyor. İTÜ'deki önemli mücadele deneyimlerini de bu açıdan anmak gerekli. Şu ana kadar en azından biz İstanbul Üniversitesi'nde hiçbir arkadaşımızın işten atılmasına müsaade etmedik. Bunu ikili ilişkilerle, araya insan sokarak, ricada bulunarak değil örgütlü gücümüzle gerçekleştirdik. Yarın için asistanın en büyük güvencesi muazzam bir emek ve bilinçle yaratılmış olan bu örgütlülük ve dayanışma geleneğidir. Önümüzde genel olarak kamu emekçilerinin iş güvencesine saldırılması, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun değiştirilmesi gibi gündemler var. Bu büyük bir saldırı olur ve kamu emekçileri mutlaka bu saldırıya hak ettiği bir direnişle karşılık verecektir. Bu durumda asistanların da mücadelede yerlerini alacağına şüphem yok.

Gerçek: Eğitim emekçilerinin 50/d'ye karşı gerçekleştirdiği mücadeleyi filme aldınız. Siz de bir eğitim emekçisi olarak 50/d'nin mağduru ve mücadelenin bir parçasıydınız. Öncelikle ürettiğiniz filmin sizin açınızdan ve eğitim emekçileri açısından öneminden bahseder misiniz?

Ahsen Deniz Morva Kablamacı: Kişisel olarak ne ifade ettiğinden başlayarak yanıtlamaya çalışayım. Evet, mağdurdum. Ama asla yalnız değildim. “Asla yalnız yürümeyeceksin” bu süreçteki mücadele sırasında dilimizden düşürmediğimiz sloganlardan biriydi. Filmi, beni yalnız bırakmayan arkadaşlarım için yaptım. Onlara minnetimin minicik bir ifadesi. Biz ilk 2007 yılında bir araya geldiğimizde doğrudan benimle ilgili bir sıkıntı yoktu. Başka arkadaşlarımın durumu kritikti. Ben onlara destek olmak için toplantılara katılıyordum. Sonra, 1,5 yıl sonra bu kez benim de doğrudan mağdur olduğum daha sıkıntılı bir süreç başladı. Ama tüm bu süreç 1-2 kişinin mağduriyeti üzerinden değil, bu mağduriyetin neden yaşandığının sorgulanması üzerinden tartışıldı. O nedenle kimin mağdur olduğundan çok neden mağdur edildiği üzerine gidildi. Bugün ben, yarın sen, öbür gün öteki olabilirdi. Öyle de oldu.  Mayıs 2007-Ekim 2009’a kadar kesintisiz süren bu uzun 50/d mücadelesi, üniversite yaşamını benim için yaşanılır kıldı. Bir eğitim emekçisi olarak ise iki nedenle önemsiyorum filmi. Birincisi bir hak arama mücadelesini konu alıyor. Sendikal mücadelenin önemine değiniyor. Bireysel değil kitlesel kurtuluşun mümkün olduğunu söylüyor. İkincisi ise bunu akademik özerklik, iş güvencesi, üniversite özgürlüğü konusunu ele alarak tartışıyor. İki yıllık bir süreyi odak seçiyor; üniversitede akademide dönüşüm başlatacağını dile getirenlere karşı araştırma görevlilerinin duruşlarını belgeleyerek ele alıyor. Tarihe kayıt düşüyor. Bu dayanışmanın dinamiklerinin hangi koşullarda nasıl kurulduğunu ve neler yaşandığını anlatıyor. Tarihin bir döneminde bir şey yaşanmış, ne yaşanmış, neden yaşanmış, kim ne yapmış; nasıl bir tavır almış; ne yapsa daha iyi olurmuş… Tüm bu soruları sormak,  yaşananların kıymetini bilip daha ileri taşımak için bir fırsat sunuyor. Akademinin en alt basamağındaki kişilerin çalışma yaşamlarına değinerek yapıyor olması da önemli bence. Ayrıca filmin teması olmamakla birlikte bazı çıkarımlara da kapı aralıyor. Bologna süreci, güvencesiz çalıştırma, 50/d maddesinin çarpık uygulanışının ve ortaya çıkış amacından farklı olarak kullanılmasının yarattığı fiili durum, YÖK, kürsü geleneği, anglosakson gelenek v.b.  

Gerçek: Kapitalist koşullarda film üretiminin zor olduğu bir gerçek. Hele hakkını arayan emekçileri konu edinen bir film üretilmek isteniyorsa iş daha da zorlaşıyor. Siz filminizi üretirken herhangi bir zorlukla, engelle karşılaştınız mı?

Ahsen Deniz Morva Kablamacı: Sinema teknolojisinin gelişmesine paralel olarak film yapmanın ekonomik olarak daha kolay hale gelmesi ki çok farklı bağlamlarda tartışılır bu konu, elbette 2 yıl boyunca yanımda taşıyabildiğim bir kamerayla her şeyi her yerde kaydedebilmemi olanaklı kıldı. Ama film yapmak kolektif bir iş. Farklı aşamalarında bilgisine ihtiyaç duyacağınız kişiler var ve hiç değilse emek verenlerin emek ücretlerini ödemek gerekiyor. Zorunlu masraflarınız oluyor. Bu noktada mücadelemizin en güçlü savunucusu, hak arama mücadelemizde hep yanımızda olan Eğitim-Sen’den, 1 yıl önce filme başlarken küçük bir katkı sunmasını rica ettim. Bu filme ivme kazandırmak açısından önemliydi. Sağ olsunlar güvendiler. Sembolik ücretler ya da tamamen gönüllü arkadaşlarla kotarmaya çalıştım diyebilirim. Ama filmi üretmekle iş bitmiyor. Önemli olan filminizi geniş katılımlı gösterimlerde seyirciyle buluşturabilmek. Sistem eleştirel olanı değil, sistemin yeniden üretildiği işleri dağıtıma sokmak ister. O nedenle her şey yeni başlıyor, hep birlikte tanık olacağız filmin macerasına.

Gerçek: Mücadelenin bir öznesi olmanız, süreci bizzat yaşamanıza ve gözlemleyebilmenize sebep oldu. Bu filminize nasıl yansıdı? Ne tür bir yaklaşımla filmi ele aldınız?

Ahsen Deniz Morva Kablamacı: Ben bir öğretim üyesiyim. Yönetmen olarak tanımlamıyorum kendimi. Bundan altı yıl önce araştırma görevlisiyken, yaşananları bir film yapmak için kaydetmeye başlamamıştım önce. İÜ. Araştırma Görevlisi Temsilciler Kurulunun basın komisyonunda görevliydim. Bu görev gereği el kameramla ne etkinlik varsa “görev” gereği kaydediyordum. Sonra yaşananların belgelenmesinin yanı sıra kişilerin yaşadıklarını kaydetmeye başladım. Duygularını, neler hissettiklerini. Film yapmak için orada değildim. Oradaydım, yaşadıklarımızı, gün gün kayıt altına aldım. Bir tür görsel günlük tuttum diyebilirim. Bu filmde izleyeceğiniz görüntülerin %80’ini bu 2 yıl içinde çektim. %10’u benim bizzat görevli olduğum günlerde el kameramı emanet ettiğim kişilerce çekildi. Film yapmak için 5 yıl sonra başına oturduğumda ise bir tür hafıza tazeleme olsun diye ek röportajlar yapmak istedim. Daha sakin bir zaman diliminde yeniden ele almak istedim konuyu ki kalan %10’u bir yıl önce yaptığım bu ek röportajlar. Filmi konumu nesneleştirecek, konuyla arama mesafe koyacak şekilde yapmadım. Bu hem tercih etmeyeceğim hem de samimi olmayacak bir yöntemdi. Temamı belirledikten sonra kendi varlığımı ortaya koyan, duruşumu belli eden, kendimi açık etmekten çekinmeyen, filmimdeki kişilerin/öznelerin de kendi sesleriyle kendilerini ortaya koyabilmelerine olanak sağlayan, onları nesneleştirmeyen bir belgesel dili kurmaya özen gösterdim. Yaşadıklarımızın, duygularımızın, hislerimizin belgeseli olsun istedim. Ve elbette dayanışmamızın.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2015 tarihli 73. sayısında yayınlanmıştır.