Krizden fırsata: emekçinin çözümü

Krizden fırsata: emekçinin çözümü

Geçtiğimiz yıldan bu yana, bir türlü önü alınmayan salgının da etkisi altında, küresel tedarik zincirlerinde yaşanan darboğazlar, artan emtia ve enerji fiyatları, taşıma maliyetlerindeki artışlar enflasyonu körüklüyor. Gerek artan enflasyon eğilimi gerekse de yavaşlayan büyüme hızı dünya ekonomisinin ne ölçüde kırılgan bir zeminde ilerlediğini gözler önüne seriyor. Kriz dinamiklerinin şiddetlendiği böylesi bir dönemde sınıf mücadeleleri de şiddetleniyor. Başta metal sektörü olmak üzere birçok sektörde patronlar kendi yol açtıkları krizi fırsata çevirmeye ve faturayı işçilere yıkmaya çalışıyorlar.

Örneğin dünya otomotiv sektöründe çip krizinin (buna magnezyum gibi diğer girdileri de eklemek gerek) etkisiyle 2021 yılında hedeflenenden yaklaşık olarak 7-8 milyon daha az aracın üretileceği tahmin ediliyor. Bunun otomotiv firmaları açısından ciddi bir kâr kaybı anlamına geleceği ortada. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada, özellikle otomotivi de kapsayan metal sektöründe patronlar “ne yapalım, tedarik zincirleri krizde” gerekçesi ile bazı fabrikalarında üretime ara veriyorlar. Ya işçi çıkarıyorlar ya mevcut işçilerini kısa süreli çalışma ödeneği ile izne gönderiyorlar ya da toplu sözleşmelerde işçilerden daha düşük ücretler ve fazla mesai talep ediyorlar. Örneğin 2021 yılının ikinci çeyreğinde bir önceki yıla göre satışları yüzde 72 oranında artan (!) ünlü Alman otomobil firması VW’nin yöneticisi, geçenlerde yapılan yönetim kurulu toplantısında firmanın uluslararası rekabet gücünü koruyabilmesi için yaklaşık 30 bin işçiyi işten çıkartması gerektiğini belirterek, geleceğe dönük niyetlerini açıkça ortaya koydu. Opel firması ise 2022 yılına kadar Almanya’daki fabrikasını kapatma ve söz konusu fabrikada çalışan 1.300 işçiyi kısa çalışma ödeneği ile evine gönderme kararı aldı. Türkiye’de de rekor kârlar elde eden Renault firmasında çip krizi bahanesi ile işçilerin ücretlerinde kesintiye gidildiği belirtiliyor (Evrensel, 20. 10. 2021). Bir Renault işçisi haklı olarak “pandemi sürecinde canımız pahasına gece gündüz demeden fazla mesaiye kalarak çalıştık. Yaşanan tedarik sorununun sorumlusu biz değiliz” diyerek tepki göstermiş.   

Metal sektöründe MESS ile yapılacak sözleşme öncesi meseleye doğru yaklaşımın bu olduğunu belirtmek gerekir. Çiplerde ve diğer girdilerde yaşanan darboğazların asıl sorumlusu patronların kendileridir. Evdeki hesabın çarşıya uymamasının, bu darboğazın nedeni,  patronların daha fazla kâr elde etmek, üretim maliyetlerini kısmak için “tam zamanında üretim” sistemini benimsemiş olmalarıdır. Bu sistemde işler adeta pamuk ipliğine bağlı bir şekilde yürütülmekte, nerdeyse sıfıra yakın emniyet stokuyla ve daha az işçiyle üretim yapılmaktadır. Zincirdeki en ufak bir aksaklık firmaların talebi karşılayamamasına yol açtığı gibi, tüm zinciri de durma noktasına getirebilmektedir. Uluslararası düzeyde planlamanın ve koordinasyonun olmadığı, kaynakların dağılımının kör piyasa güçlerine teslim edildiği dünya ekonomisinde herhangi bir sektörde arz ve talebin örtüşmesi zaten tesadüflere bağlıdır. Yıllardır birçok sektörde fazla kapasite yaygındır; buna şimdi bir de tedarik zincirinde darboğaz eklenmiştir. Burada tercih ve sorumluluk emekçilerin değildir.

İkinci altı çizilmesi gereken nokta ise patronların, krizi, artan rekabet baskısına cevap verebilmek bakımından bir fırsat olarak da değerlendirdikleridir. Otomotiv sektörüne egemen olan firmaların verileri bize salgın koşullarında dahi rekor kârlar elde ettiklerini, bunda elde ettikleri devlet desteklerinin önemli rol oynadığını, fabrikalarında verimlilik artışlarına rağmen uzunca yıllardır işçi ücretlerinin düşmekte olduğunu göstermektedir. Patronlar, bir yandan (bazı üretim hatlarını kapatarak ya da bunlarda daha kârlı modelleri veya elektrikli otomobilleri üreterek) yeniden yapılanmaya gitmekte, öte yandan hükümetlerinden her türlü devlet teşviki ve yardımı talep etmektedirler. Başka türlü ifade edersek, kriz “kayıplarını” hem devletin verdiği sermaye yardımı ile hem de işçilerin sırtından, onları farklı ülkelerdeki fabrikalarında birbirleriyle kıyasıya rekabete sokarak, daha fazla artı değer üretmeye zorlayarak, telafi ettikleridir. Sadece artan hayat pahalılığına rağmen düşük ücretleri dayatarak değil, fazla mesai yaptırarak, emeklilik tazminatlarını vb. sosyal yardımları da kısarak.

Yukarıda değindik; kriz dinamiklerinin şiddetlenmesi sınıf mücadelelerini de şiddetlendiriyor. Nasıl ki burjuvazi krizi fırsata çevirmeye çalışıyor, işçi sınıfına saldırıyor; işçi sınıfı da buna tepki olarak mücadeleyi artırıyor. Günümüzde başta ABD’dekiler olmak üzere birçok ülkede metal işçileri reel ücretlerin aşınması ve ağır çalışma koşulları karşısında “artık yeter” diyerek isyan ediyor ve greve çıkıyor. Dünyada yeni bir grev dalgası yükseliyor; sınıf mücadelesi canlanıyor. Tedarik zincirlerinin böylesi “kırılgan” olduğu, firmaların üretim hatlarını daha kârlı modeller için yeniden ayarladıkları böylesi bir dönemde üretimin durması sermayenin zayıf noktasıdır. Emekçilerin elinin güçlü olduğu bu koşullarda hem istihdamın korunması hem de eriyen ücretlere karşı mücadelenin başarıya ulaşma olasılığı başka ülke deneyimlerinin de gösterdiği gibi oldukça yüksektir. Yeter ki yürütülen tüm bu pazarlık ve grev süreçlerinde hem ülke içinde hem de uluslararası düzeyde ana firmalarınki ile yan sanayi/tedarikçi firmaların işçileri arasında dayanışmayı örgütlemeyi ve sendika yönetimlerini işyeri komitelerinde doğrudan işçilerin katılımı sonucunda alınan kararlar doğrultusunda denetlemeyi ihmal etmeyelim.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2021 tarihli 146. sayısında yayınlanmıştır. 

Yılmaz Tan Kasım 2021 podcast