"Kitlesel refleks" mitinglerine tek bir işçi-emekçi vermeyelim! (İşçi Mücadelesi - 17-06-2007)

Normal günler yaşamıyoruz. Yıllardır birikmekte olan sorunlar Türkiye’yi hızla patlamalı bir aşamaya doğru taşıyor. Olan biten karşısında işçi ve emekçi hareketi aktif tavır almaya zorlanıyor. Çok hassas bir dönemde alınacak kararlar bu toprakların işçilerinin, kamu çalışanlarının ve meslek örgütü üyelerinin geleceğini belki de uzun yıllar boyunca belirleyecek. Hareket belirli kararlar vermeye, kendisi istese de, istemese de zorlanıyor. Nisan ve Mayıs ayları boyunca Türk-İş, DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve bazı diğer örgütlere sözde laiklik adına, gerçekte 27 Nisan muhtırasında cisimleşen askeri müdahaleyi desteklemek amacıyla düzenlenen büyük mitinglere katılmaları için büyük basınç uygulandı. Kararsızlıklar ve yalpalamalar oldu. Ama sonunda bu örgütler bir bütün olarak bakıldığında o mitinglere destek vermediler. Şimdi 27 Nisan muhtırasının devamı olarak 8 Haziran tarihinde yayınlanan yeni muhtıra, topluma “kitlesel tepki refleksi” göstermesi talimatını veriyor. Bu, toplumu çok sarsıcı bir ortama sürükleme tehdidi yaratan bir girişimdir. İşçi ve emekçi hareketinin bu tehlikeli ortamda durumu sağlam bir değerlendirmeye tâbi tutması ve tabanının çıkarlarını savunan kararlar alması elzemdir.

İçinde yaşadığımız günlerin niteliğini nesnel veriler temelinde doğru biçimde saptamak gerekli. Her şeyden önce şunu saptamak gerekir: Türkiye, tarihinin beşinci askeri müdahalesini yaşıyor. Bu askeri müdahale yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesini engellemiştir, eski cumhurbaşkanının seçildiği sürenin ötesinde görev yapmasını sağlamıştır. Seçimlerin aceleyle yapılması da bu askeri müdahalenin ürünüdür. Üstelik, gerilim devam ediyor. Bütün toplum seçimlerin yapılıp yapılmayacağı, Kürt bölgelerinde bağımsız adayların seçimlere katılıp katılamayacağı, seçim sonuçları askere uygun gelmezse parlamentonun toplanıp toplanamayacağı konusunda kuşku içindedir. Demek ki, seçim sandığı tankların gölgesinde kurulmuştur. Türkiye bir askeri darbenin çekim alanına girmiştir.

İkinci olarak, bu askeri darbe tehlikesinin gerisinde süregiden çatışmanın patronlar sınıfının iki kanadı arasında bir mücadele olduğunu saptamak gerekir. Gerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önderliğini yaptığı Batıcı-laik kanadın, gerekse AKP’nin sözcüsü olduğu yarı-İslamcı kanadın işçi sınıfına, kamu çalışanlarına ve öteki emekçilere verecek hiçbir şeyinin olmadığı, her ikisinin de Türkiye burjuvazisinin uluslararası burjuvazi ile birlikte belirlemiş olduğu İMF-tipi, neoliberal, özelleştirmeci, esnekleşme yanlısı ekonomi politikasını izlediği bütün deneyimlerle sabittir. Öyleyse, işçi ve emekçilerin çıkarlarını ayaklar altına alan bu iki kamptan, işçi ve emekçi hareketinin bir beklentisi olamaz. Bu yüzdendir ki, sendikaların ve meslek örgütlerinin kısmi yalpalamalara ve tereddütlere rağmen Nisan-Mayıs mitinglerinin çoğuna destek vermemiş olması çok doğru olmuştur.

Üçüncü olarak şu noktayı saptamak gerekir: Kürt sorunu burjuvazinin iki kampı arasındaki mücadelede askeri müdahale kampı tarafından AKP’yi sıkıştırmanın bir aracı haline getirilmiştir. Gerek sınırötesi operasyon tartışması, gerekse ülke içinde yaşanan çarpışma ve bombalamalara ilişkin yaratılan yüksek gerilim, AKP’nin seçimi kazanmasını engellemeye, şovenist bir hava yaratılarak askeri müdahalenin yanında duran siyasi güçlerin elini güçlendirmeye yönelik araçlar olarak kullanılmaktadır. Şimdi toplumun “kitlesel tepki refleksi” göstermesinin istenmesi de kitlelerin bu mücadelede yer alması için yeni bir manevradır.

Önümüzdeki dönemde bütün toplumu bir şovenist cinnete sokmayı hedefleyen mitingler düzenleneceği anlaşılmaktadır. Genelkurmay 8 Haziran muhtırasını yayınlar yayınlamaz bazı “sivil toplum örgütleri” harekete geçmişlerdir. İlk mitingin İstanbul Çağlayan’da yapılmasının planlandığı anlaşılmaktadır. İşçi ve emekçi hareketini bu mitinglerden bütünüyle uzak durmaya çağırıyoruz. Daha da öteye, hareketin halkların kardeşliğini pekiştirecek bir tavır alma göreviyle karşı karşıya olduğunu düşünüyoruz.

  • Gencecik insanların ölmesinin sorumlusu savaşı devam ettirmekte ısrar edenlerdir. 1999’dan 2004’e kadar savaş neredeyse bütünüyle durmuştu. 2006 sonbaharında yeniden bir tek taraflı ateşkes ilan edildi. Bütün bu süre boyunca başta bulunan hükümetler Kürt sorununa ciddiye alınabilecek hiçbir açılım getirmediler. Kürt halkının ıstırabı olduğu gibi devam ediyor.
  • Kürt halkı taleplerini ne zaman yasal parlamenter yollardan dile getirmeye çalışsa, buna “siyasallaşma” denilerek önüne bir sürü engel çıkarıldı. En son DTP’nin görülmemiş derecede anti-demokratik bir uygulama olan % 10 barajını aşabilmek için seçime bağımsız adaylarla girmeye karar vermesi üzerine, kendi aralarında kavgalı olan partiler birleşerek bağımsız adayların adının da birleşik oy pusulasında yer almasına ilişkin değişikliği hep birlikte geçirdiler. Kürtlerin meclise girmesi istenmiyor. Bu, savaştan başka her kapının kapatılması değil de nedir?
  • “Terör” diye üzerinde kıyamet kopartılan şeylerin büyük bölümü 1984’ten beri süregiden bir savaşın askeri sonuçlarıdır. Sivillere yönelik bombalamaların, örneğin en son Ankara Ulus’taki eylemin kim tarafından düzenlendiği açıklığa kavuşmamıştır. Bu ülkede kırk yıldır yaşananlardan, “derin devlet” ve “Susurluk” konusunda ortaya çıkan bilgilerden sonra olan bitenden hiç kuşku duymamak, ancak kendini ve başkalarını kandırmak isteyenlerin tutumu olabilir. Savaşa gelince: Bu savaşta insanların yitirilmesi kuşkusuz çok acıdır. Ama unutulmamalıdır ki savaşın her iki tarafından verilen kayıplar da bu toprakların çocuklarıdır. Ağlayan analar, babalar, eşler, çocuklar hep bu toprakların insanlarıdır. Görev savaşı durdurmak ve bu soruna barışçı, siyasi bir çözüm bulmaktır.
  • Bugün üzerinde bunca gerilim yaratılan olayların çok daha ağırı 90’lı yıllarda yaşanmıştı. Kimi gün olurdu, yirmi-otuz asker hayatını yitirirdi. Kimi gün olurdu, yüzlerce PKK militanının cesedi televizyonlarda gösterilirdi. Buna rağmen halkların arasına düşmanlık girmedi, sivil halk birbiriyle pek az çatıştı. Çünkü özellikle faşist hareketin çabasına rağmen Kürtlere karşı düşmanca bir şovenizm Türk halkı arasında yayılamadı. Ama 2005’ten bu yana bu durum değişti. Önce 2005 Mart’ında Genelkurmay’ın Kürtlere “sözde vatandaş” diyen bildirisi ertesinde düzenlenen “bayrak mitingleri”, ardından Trabzon’da başlayan linç girişimleri bambaşka bir ortam yarattı. Bugün “kitlesel tepki refleksi” çağrıları bu zehirli atmosferi soluk alınamaz hale getirme tehlikesi yaratıyor.
  • “Kitlesel tepki refleksi” iki halk arasında tehlikeli bir gerilime yol açacaktır. Genelkurmay’ın hedefinin sadece “terör” olmadığı, Kürt sorununun tartışılmasından bile rahatsız olduğu bildirinin üniter devletin sorgulanmasına karşı gösterdiği tahammülsüzlükten de, özgürlük ve demokrasi değerlerine sahip çıkanları ayrım yapmadan karşısına almasından da bellidir. Dolayısıyla mitingler Kürt halkı tarafından kaçınılmaz olarak kendisine karşı bir tavır olarak algılanacaktır. Ama iş bununla kalmayacak, Ahmet Kaya tişörtlerini bile linç nedeni sayan bir “hassas vatandaş” topluluğu için linç kapısı daha da fazla açılacaktır.
  • Türkiye bu “hassas vatandaş” kitlesel tepkisini tarihte bir kez yaşadı. 60’lı yılların ikinci yarısından itibaren işçi hareketinin ve solun yükselişe geçmesine karşı faşist hareket bir saldırı gücü olarak kışkırtıldı ve kullanıldı. Sonucun 70’li yıllarda bir örtülü iç savaş boyutuna varan çatışmalar olduğu biliniyor. Bugünkü kışkırtma 70’li yıllardan da daha kötü sonuçlara yol açmaya gebedir. Nihayet, bu şovenist atmosfer, özellikle seçime gidilirken faşist harekete güç kazandıracaktır.

 

Bütün bunlardan dolayı, işçi ve emekçi hareketini bu yeni yönelişe açıkça karşı çıkmaya, iki halkın kardeşliğini savunmaya, siyasi, barışçı bir çözümü gündeme getirmeye çağırıyoruz. Unutulmasın: İşçi ve emekçi hareketi hem Türklerden hem Kürtlerden oluşuyor. İşçi ve emekçilerin ortak çıkarı, sınıf çıkarları temelinde patronlara ve onlardan yana hükümetlere karşı mücadelede yatar. Bu mücadeleyi böldürmemek hareketin çıkarıdır. Şovenizm böler; halkların kardeşliği işçi sınıfını ve emekçileri birleştirir.

Genelkurmay’ın talimatı doğrultusunda düzenlenecek şovenist “kitlesel refleks” mitinglerine tek bir işçi-emekçi vermeyelim!

Savaşın bitmesi için, adil bir barış için, Kürtlerin haklarını teslim edecek siyasi bir çözüm için mücadele edelim!

Yaşasın işçi ve emekçilerin birliği, halkların kardeşliği!