Kapitalizmin çevre katliamının son adresi: Meksika Körfezi (Kuzey Kaya - 17-07-2010)

Yaşanan bu petrol faciası sonucunda petrolle temas eden bir çok deniz canlısı yaşamını yitirdi. Meksika Körfezi'nde yaşayan ve nesli tükenmek üzere olan yaklaşık 600 deniz canlısı türü ise bu yoğun kirlilikten dolayı çok büyük bir risk altında. Sadece türleri tükenmek üzere olan bu 600 tür için değil, bu "kaza"nın hemen hemen tüm deniz canlıların yumurtlama mevsimine denk gelmiş olması da, Meksika Körfezi'nde yaşayan bu canlılarının geleceği için büyük bir tehlike içeriyor. Ayrıca Meksika Körfezi'nin her yıl yaklaşık olarak 5 milyon göçmen kuşa ev sahipliği yaptığı da düşünülürse, körfezdeki bu kirliliğin, Amerika Kıtası'nın çeşitli yerlerine yayılması ve kıtada insan sağlığı da dahil olmak üzere bir çok canlı yaşamı için oldukça ciddi tehdit oluşturması beklenmelidir.

Yaşanan bu çevre katliamının ardından Meksika Körfezini temizlemek için yaklaşık 190 gemi körfezde çalışma sürdürmektedir. Ayrıca yerel balıkçılar da bu çalışmalara destek vermektedir. Yerel balıkçılarla yapılan röportajlar, bu felaketin boyutlarını ortaya koymaktadır. Petrol arama çalışmalarına katılan Garry Burris adlı bir balıkçı, bir sabah uyandığında kendisini çok halsiz hissederek ve aşırı derecede balgam çıkararak doktora başvurur. Doktor gerekli muayeneyi yaptıktan sonra Garry Burris'e sigara içip içmediğini sorar. Hayatı boyunca sigara kullanmamış olan balıkçıya doktor, ciğerlerinin uzun süredir günde en az 3 paket sigara içen bir insanın ciğerleri gibi olduğunu söyler.

Körfezi temizlemek için ne kadar yoğun çalışılsa da, bu çalışmaların önünde önemli engeller bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, BP'nin ürettiği petrollere karıştırdığı özel bir kimyevi madde. Bu madde petrolün suda çözünmesini sağlamakta ve bu şekilde petrol Meksika Körfezi'nde sadece yüzeyde kalmamakta, çözünerek denizin çeşitli katmanlarına yayılabilmektedir. Esen rüzgâr, gel git olayları ve akıntı sonucunda da suda çözünen petrol bir çok alanı esir alıp, canlı yaşamına son vermektedir. Yayılan petrolün kıyı bölgelere ulaşması halinde ise yeni bir felaket gündeme gelecektir: Kıyı bölgelerde yaşayan karideslerin yok olma tehlikesi. Bu olayın gerçekleşmesi halinde bir çok balık ve deniz canlısı için en temel besin maddesi yok olacak, denizin ekosistemi çok ciddi bir darbe alacak ve deniz canlılarının ezici çoğunluğu yiyecek bulamadığı için yok olacaktır.

Aslında insanlık bu felakete yabancı değil. 1989 Martında gerçekleşen Exxon Valdez faciası sonucunda Alaska açıkları tam bir petrol denizine dönüştü ve bu felaketin etkileri günümüzde hâlâ insanlarda ve çeşitli deniz canlılarında görülmektedir. 1969 yılında ise Kaliforniya'da gerçekleşmiş olan petrol sızıntısı sonrasında da okyanus önemli miktarda kirlenmiş ve bir çok deniz canlısı ölmüştü. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Meksika Körfezi'nde yaşanan çevre katliamının ardından medyayı meşgul eden iki önemli konu oldu. Bunlardan ilki yaşanan bu olayın sonucunda turizmin etkilenmesi ve buradan doğacak zarar, diğeri ise bu felaketin BP'ye maliyetinin ne kadar olacağıydı. Onun dışında ne denizde yaşamı büyük risk altına olan deniz canlıların durumuna, ne de ölen 11 petrol işçisine medya tarafından pek yer verilmeyip küçük birkaç haberle geçiştirilerek gündem oluşturması engellendi. Örneğin para yönetimi şirketi Cumberland Advisors'ın Başkanı David Kotok, "Bu uzun sürecek ve yıllar alacak bir durum ve maliyeti milyarlarca dolarla ölçülmeli. Tek sorun on milyarlarca ya da yüz milyarlarca dolar mı olacağı" diyerek kapitalizmin bu çevre ve işçi katliamına nereden baktığını ortaya koymuştur. Bir çok turizm acentası ve otel müdürleri de olayı salt turizm sektörü açısından ele almaktadır. Ne ölen işçilerden ne de çevre katliamından bahsetmeyerek gündemde tuttukları tek şey, iptal edilen rezervasyonlar ve bu felaketin sonucunda uğrayacaklarını iddia ettikleri 1,6 milyar dolar zarardır.

Medya bunları gündeme tutarken, kapitalist liderler de popülaritelerini arttırmak için son derece samimiyetsiz demeçler verme yarışına girdiler. Bunlardan en önemlisi emperyalist lider Obama'dan geldi. Obama yaşanan bu çevre katliamını Amerika'nın enerji politikasından tamamen bağımsız tutarak salt BP'nin sorunu olarak ele aldı ve BP'ye tüm zararı ödeteceklerini söyledi. BP de buna karşı çıkmayarak tüm zararı ödeyeceklerini belirterek, bu felaketin kendilerine maliyetinin 15 milyar doları bulabileceğini ve bunu karşılamaya hazır olduklarını söyledi. 11 işçinin ölümü, yüzbinlerce litre petrol ve bu petrolün yarattığı çevre katliamı sonucunda türleri tükenecek olan canlılar, katledilen milyonlarca deniz canlısı ve bu kirliliğin göçmen kuşlar aracılığıyla Amerika Kıtası'nın bir çok yerine taşınarak yaratacağı felaketlerin faturası 15 milyar dolar!

Birçok  çevre örgütünün  bu katliama karşı duruşu da kapitalist liderlerden farklı değil. Sorunun temelinde yatan kapitalist üretim tarzını hiç görmeden, sadece Meksika Körfezi'nin nasıl temizleneceğine dair fikirler geliştirmekle meşgul birçok çevre örgütü. Bazıları da kapitalist hükümetleri sorumlu tutarken hükümetlerin hizmet ettiği sınıfa ve kapitalizme dair tek bir eleştiri getirmeden, "doğayı daha barışçıl sömürün" dercesine petrol sondaj platformları, nükleer enerji santralleri vb. yerine alternatif enerji kaynaklarına yönelmeleri konusunda kapitalist hükümetlere "hem daha ekonomik hem daha hijyenik" şeklinde akıl veriyorlar. Ancak kapitalizm, bitmek bilmeyen kâr hırsından dolayı her zaman aşırı enerji tüketmek zorundadır ve bu noktada ne doğa ne de insanlık onun umurunda değildir. Alternatif enerji, ABD'den kalkan savaş uçaklarının Irak'ı veya Afaganistan'ı ya da hedefeki herhangi bir ülkeyi petrolden daha kısa sürede ve daha az maliyetle vurmasını sağlamadığı sürece kapitalistlerin kullanacağı bir enerji kaynağı değildir. Alternatif enerji kaynaklarının kullanılarak doğayla barışık bir enerji üretiminin kapitalizmde yeri yoktur. Bu gibi talepler, kapitalizme dair herhangi bir eleştiriyle birlikte sunulmadığı sürece bir gerçeklik taşımamakta, tam tersine kapitalist şirketler için reklam malzemesi haline dönüştürülebilmektedir.

ABD başkanı Obama'nın yaratılan zararın ödetileceği vaadiyle prestijini arttırmak için yaptığı bu küçük çıkışa karşılık şunu sormak gerekir: Başta Hiroşima felaketi olmak olmak üzere ABD'nin neden olduğu çevre felaketlerinin tazminatını ödeme konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu gün sadece 1 tankın bir tatbikat için 1500 litre mazot harcayarak bunu doğaya zehir olarak kustuğu düşünülürse, 11 Eylül saldırılarının ardından ABD emperyalizmi tarafından başlatılan "Sürekli Savaş Dönemi"nde gerek bombalarınızla, gerek jetlerinizle ve gerekse tüm savaş makinelerinizle gerçekleştirdiğiniz çevre ve insan katliamı, Meksika Körfezi'ndekinin kaç katı? Peki bu gün halen sürmekte olan bu "Sürekli Savaş Dönemi"nde katlettiğiniz onlarca ulusa mensup 100 binlerce insanın, tecavüz edilen binlerce kadının, yetim kalan onbinlerce çocuğun tazminatı için biçtiğiniz bedel kaç avuç dolardır? Ne insan hayatı ne de doğadaki diğer canlıların yaşamı, mübadele aracıyla değer biçilip, alınıp satılabilen birer meta değildir. Bunu bu şekilde değerlendiren kapitalizmdir.

Kapitalizmin tarihi boyunca sanayi geliştikçe, daha fazla kâr etmek için daha fazla üretim yapılıp daha fazla hammaddeye ihtiyaç duyuldukça, kapitalistler yeni sömürge arayışlarına girdiler. Buldukları sömürgeleri sömürmek için yeri geldi kukla hükümetler kurdular, yeri geldi halklara kan kusturarak katlettiler. Sadece bununla da yetinmediler. Sürekli kâr artışını sağlamak için bilimsel ve teknolojik gelişmeleri kendilerine esir ederek, insanlığın gelişimini daha fazla kâr yolunda kendilerine köle yaptırlar. Kurdukları araştırma merkezleriyle daha hızlı çalışan makineler üretip, bu makinelerin çalışması için petrol, kömür gibi fosil yakıtları kullanarak doğaya zehirli gazları hediye ettiler. Özellikle kimya biliminden yararlanarak bir çok kimyasal ürün (gıdadan tarım sekrötüne, makine sanayiine kadar bir çok alanda) üretip bunların üretimi sırasında oluşan ve doğaya son derece zararlı olan katı, sıvı ve gaz atıkları hoyratça doğaya bırakmaktan bir an olsun çekinmediler. Ne ürettikleri atıkların doğaya verdiği zarar ne de işçi ve emekçinin yaşam koşulları onların zerre kadar umurunda değildi. Umurlarında olan tek bir şey vardı; o da doğayı ve insan emeğini iliğine kadar sömürüp üretilen metanın üretim maaliyetini en aza indirerek en fazla kârı elde edebilmek!

Bu gün Meksika Körfezi'nde yaşanan katliamın benzerlerinin oluşması an meselesidir. Çünkü aynı körfezde yaklaşık 30.000 petrol ve gaz kuyusu, oraları sömüren şirketlerin işi bittikten sonra gelişi güzel kapatılıp bırakılmış durumdadır. Her an yeni gaz veya petrol sızıntılarının gerçekleşmesi kuvvetli bir ihtimaldir. Meksika Körfezinden Afrika'ya, Uzak Asya'ya kadar kapitalizm dünyanın her köşesinde felaketlere yol açmaktadır. Her gün yüzlerce insan ölmekte, doğanın insanlığa bir hediyesi olan doğal kaynaklar hoyratça sömürülerek, çevre ve insan katliamlarına yol açmaktadır. Engels "Doğanın Diyalektiği" adlı eserinde şöyle der: "Kapitalistler doğrudan doğruya kâr için değişim ve üretim yaptıklarından, ilk planda yalnızca en yakın, en dolaysız sonuçları hesaba katmalıdır. Bir fabrikatör ya da tüccar ürettiği ya da satın aldığı metayı normal bir kârla satarsa, durumdan hoşnuttur, metanın ve alıcısının sonradan ne olacağı onu ilgilendirmez. Bu etkinliklerin doğal etkileri için de aynı şey geçerlidir. Küba'da dağ yamaçlarındaki ormanları yakarak en verimli kahve ağacının bir kuşağına yetecek gübreyi bunların külünden sağlayan İspanyol tarımcılarını, sonradan şiddetli tropikal yağmurların artık korunamayan üst toprak tabakasını alıp götürmesi ve geriye yalnız çıplak kayalar bırakması ilgilendirir miydi? Bugünkü üretim tarzında, toplum karşısında olduğu gibi doğa karşısında da, daha çok, elle tutulur ve doğrudan sonuç dikkate alınır." Marx da yoldaşı Engels'e benzer şekilde ünlü eseri Kapital'in 1. cildinde şunu söyler: "Kapitalin kendini kontrol edememesi, insan-insan ve insan-doğa arasındaki çarpık ilişkiler olarak ortaya çıkar. ... Sadece şehirleri ülkelerden ayırmakla kalmaz, insanları şehirlere toplar, endüstri ve tarım sektöründe çalışan işçileri yoksullaştırır. Zenginliğin iki temel kaynağı; ilki olan insanı olduğu kadar diğeri olan toprağı da soyar." 

Kapitalizmin insanlığa ve doğaya yaşatmış olduğu bu katliamlardan temelli kurtulmanın olmazsa olmaz koşulu, sömüren burjuva sınıfına karşı başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin örgütlü mücadelesidir. Çünkü bu gün dünya nüfusunun çok küçük bir kısmı, doğal madenlerin çok büyük bir kısmına sahiptir ve bu madenler hoyratça kullanılmasından dolayı doğa katledilmekte, bu madenlere ulaşabilmek için de bir çok emekçi halk kıyımlara uğramaktadır. Bugün, "üçüncü dünya ülkeleri" diye adlandırılan ülkelerde her gün milyonlarca insan ölmektedir. Bu sömürü düzeni sürdüğü sürece doğa ve insan katliamları hız kesmeden, tam tersine kapitalizmin anarşik doğasından ve kâr hırsından dolayı hızını arttırarak devam edecektir. Bunu engelleyebilecek, insanlığın hakettiği barışçıl dünyayı yaratacak, insanlığı doğayla yeniden barıştıracak, ezenin ve ezilenin, sömüren ve sömürülenin olmadığı bir dünyayı yaratabilecek tek güç proletaryadır. Doğanın kurtuluşu proletaryanın kurtuluşundan asla bağımsız düşünülemez!