İnatsa inat! Sendikal güçbirliği için ileri! (İşçi Mücadelesi gazetesi #31, Başyazı - 14-05-2008)

İşçi sınıfı o kadar büyük saldırılarla ve sorunlarla karşı karşıyadır ki, anlamsız hedefler için gereksiz yere inat etme lüksüne sahip değildir. Aynı şey burjuvazi için de geçerlidir. AKP işçilere Taksim’i vermemekte sebepsiz yere değil, 12 Eylül’ün yaklaşık 30 yıllık mevzisini savunmak gibi, kendisi ve temsil ettiği sınıf için son derece önemli bir amaç uğruna inat etmiştir. Aylardır burjuvazinin iki kanadı arasındaki inatlaşmaya şahit oluyoruz. Sonunda iş, iktidardaki partiyi kapatmaya kalkmak gibi aşırı bir noktaya vardı. Demek ki sınıflar arasındaki mücadelede ve hatta bazen hakim sınıfların kendi içindeki mücadelede inatlaşma işin doğası gereğidir. Hakiki çıkarların dişe diş savunulması ihtiyacından doğmaktadır.

Düşünün bir, ya Taksim için inat etmeseydik? AKP’nin işçi bürosu gibi çalışan Hak-İş’in Tandoğan’da yaptığı ve 1 Mayıs eyleminden başka her şeye benzeyen gösterisinin bir büyüğü ve belki biraz daha dişe dokunuru tertip edilmiş olacak, ama sonuçta ne sınıfın kendi hafızasında ne de toplumun geneli nezdinde kalıcı bir etki bırakabilecekti. 14 Mart eyleminin ardından işçi hareketi Türkiye’nin gündemini iki ay içinde ikinci defa belirlemiş olmayacaktı. Burjuvazinin AKP ile Batıcı-laik kanatları arasında sürüp giden iç savaşını etkisiz eleman rolüyle izlemeyi ve bütün olumsuz sonuçlarını yüklenmeyi sürdürmek zorunda kalacaktık. Bu inat sayesindedir ki işçi sınıfı Türkiye’de üçüncü bir ses, bağımsız bir odak olabileceğini gösterdi.

1 Mayıs’ın ardından burjuva medyasının bir kanadının olayları neredeyse tamamen işçiden yana bir dille aktarması, bu etkiyi AKP’ye karşı kullanma kurnazlığının yanı sıra işçi hareketinin artık hissettirdiği varlığını tanıma mecburiyetinden de kaynaklandı. Tayyip Erdoğan ve bakanları da sendikalara hakarete varan açıklamalarda bulunarak, 1 Mayıs’ta polisle yetinmeyip Taksim’e asker yığarak aynı şeyi tersinden yapmış olmadı mı?

Demek ki bu inat son derece haklı bir inattı. Üstelik burjuvazinin inadından farklı olarak toplumun çok daha geniş kesimlerinin çıkarları uğruna gösterilmiş bir inat. Burjuvazinin iç savaşına işçi sınıfı bağımsız gücüyle müdahale etmedikçe bu savaştan yalnızca daha fazla gericilik çıkabilir. Taksim’e yasak koyanlar yarın Kadıköy’ü, Çağlayan’ı da yasaklamaya kalkarlar. Ve burjuvazinin kanatları inatlaşmaktan vazgeçmeyeceklerdir. AKP’ye kapatma davası açılmasının ardından Mart ayında çeşitli sermaye odaklarının başlattıkları ve DİSK’in, Türk-İş’in de destek verdiği uzlaşma çağrılarının işe yaramayacağı, daha da ötesi işçi sınıfına zarar verdiği açıktır. Bir daha tekrar edilmemelidir. İnat etme sırası bize geldiğinde bu kez burjuvazinin çeşitli temsilcileri dönüp bize “inadı bırakın, uzlaşın” çağrıları yapmaya başladılar. Cevabımızı Taksim yolunda verdik, vermeye devam etmeliyiz: Hayır uzlaşmayacağız, inatsa inat!

Tehlikeler, acil ihtiyaçlar

İşçi hareketi bağımsız bir üçüncü odak olabileceğini göstererek son derece kritik bir aşamaya gelmiş oldu. Bu noktadan geriye düşülmemesi hayati önem taşıyor. Ancak karşımızda önemli tehlikeler, acil gereksinimler var.

Tehlikelerin birincisi işçi hareketinin başını şu an için sendika bürokrasisinin çekiyor oluşudur. Bu bürokrasiye, savaşın ortasında düşman safına geçen bir general gibi hareket eden Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’nun yanı sıra, sınıf mücadelesini diplomatik manevralara indirgeyen, TÜSİAD’ı bir müttefik gibi gören DİSK başkanı Süleyman Çelebi de dahildir. 1 Mayıs’ta Taksim mücadelesine destek veren Türk-İş sendikaları ise önemli bir iş başarmışlardır. Ancak bu inisiyatifin geçici olmaması için bu sendikaların DİSK ve KESK ile, diğer mücadele odakları ile işbirliğini kalıcı bir zemine oturtmaları acil bir ihtiyaçtır.

İkinci tehlike işçi hareketinin, Batıcı-laik kanadın AKP’ye karşı mücadelesinde bir müttefiki konumuna sürüklenmesi ihtimalidir. Bu kanadın yayın organlarının 1 Mayıs’ı ele alış tarzı, Süleyman Çelebi’nin 1 Mayıs eyleminin bittiğini ilan ettiği konuşmasında türbandan dem vurması, TÜSİAD ile aşırı samimiyeti, 1 Mayıs’taki saldırının faturasını haklı olarak AKP’ye çıkarırken, bu saldırının burjuvazi adına yapıldığının vurgulanmaması bu tehlikenin bire bir işaretleridir. İşçi sınıfının bağımsızlığı bundan sonraki mücadelelerin ruhunu belirlemekle kalmamalı, bayraklara yazılacak temel bir şiar haline gelmelidir.

Nihayet üçüncü tehlike, işçi sınıfının karşı karşıya olduğu saldırıların büyüklüğü ve daha da büyüyecek oluşudur. Ekonomik kriz sathına girer girmez, karşımıza gıda krizi çıktı. Tarım nerdeyse çökmüş vaziyette. İşsizlik, hayat pahalılığı ve yokluk hızla artıyor. Yeni zamlar kapıda. Böyle bir ortamda işçinin elinden kıdem tazminatlarını almaya kalkacaklar. Bütün saldırılar tek elden göğüslenmelidir. SSGSS’ye karşı verilen ve sonunda başarısız olan mücadele, saldırı yasalarına, sorunlara ancak gündeme geldiklerinde, ayrı ayrı tepki vermenin yanlışlığını ortaya koymuştur. İşçi sınıfı burjuvazinin karşısına topyekün bir savunma programı ile çıkmalı, işsizlerden ve güvencesiz işçilerden yoksul tarım emekçilerine kadar bütün işçi sınıfını yönlendirebilecek kapasitede bir Sendikal Mücadele Güçbirliği’ni inşa etmelidir. Ayrıntılarına iç sayfalarda değindiğimiz bu güçbirliğinin temelinde sendikal kararlılık, sınıfsal bağımsızlık ve bürokrasinin engellerini aşma iradesi yer almalıdır.

1 Mayıs’ta burjuvazi işçi sınıfına silahını çekti. “Öbür yanağımızı çeviririz” edebiyatının artık zamanı geçmiştir. Bizim silahımız, üretimden gelen gücümüzdür, genel grevdir. Onların silahları gibi kan akıtmaz, ama burjuvaziyi ölümüne korkutur. Bu en temel mücadele aracını işçi sınıfına unutturmaya çalışan bürokratlara sendikalarda yer olmamalıdır.

Girmek üzere olduğu çetin yolda işçi sınıfını birçok tehlike ve tuzak bekliyor. Nihai çıkış olan devrime doğru ona kılavuzluk ederken bugün onu bütün bu tehlikelere ve tuzaklara karşı uyaracak, deneyimlerini uluslararası ölçekte merkezileştirecek, burjuvaziden bağımsızlık ilkesinden asla şaşmayacak bir Devrimci İşçi Partisi’ne olan ihtiyaç bugün çok daha yakıcı hale geliyor. Bu partinin nasıl ve ne zaman inşa edileceği belirsiz bir konu olmaktan çıkmıştır. İşçi sınıfının bağrında, 1 Mayıs meydanlarında giderek daha büyük bir güçle varlığını ortaya koyan Devrimci İşçi Partisi Girişimi bu inşanın somut zeminidir. Öncü işçileri ve yoldaşlarını bu inşaya omuz vermeye çağırıyoruz.