"Doğru yöneliş, işçi sınıfının ve Kürt halkının Üçüncü Cephesi'dir!" (21-08-2010)

-Son günlerde giderek belirginleşen asker içindeki krizi nasıl yorumlamak gerek?

Bu sorunun cevabı, Türkiye burjuvazisinin son yıllarda yaşadığı politik iç savaş anlaşılmadan verilemez. Bir yanda, AKP hükümeti, öte yanda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) önderliğindeki bir güçler yelpazesi olmak üzere, iki cephe arasında yıllardır değişik muharebelerde ifadesini bulan uzun dönemli bir savaş yaşanıyor. TSK'nın yakın müttefikleri arasında siyaset alanında CHP ve kısmen MHP, sivil bürokrasiiçinde yüksek yargı var. AKP tarafından fethedilinceye kadar YÖK de o cephedeydi. Ama bu sadece politik alanla sınırlı bir mücadele değil. Burjuvazinin iki dilimi (fraksiyonu) arasında, sermaye birikimi sürecini kimin kontrol edeceğine ilişkin bir mücadelenin siyasi alandaki ifadesi. Bir yanda, TÜSİAD'da en ileri ifadesini bulan, yerleşik ve ekonomik bakımdan hâlâ daha güçlü olan Batıcı-laik burjuvazi var; öte yanda, 1970'li yıllarda "Anadolu sermayesi" olarak bilinen, 1980'li yıllardaki gelişme sonrasında kendisi de tekelci sermaye düzeyine yükselmiş olan İslamcı sermaye ve onun örgütleri MÜSİAD ve TUSKON var. Savaş, Koç ile Çalık'ın, Sabancı ile İhlas'ın, Karamehmet ile Ülker'in, İş Bankası ile Bank Asya'nın savaşı yani.

TSK, bir yandan genel olarak burjuvazinin iktidarını korumanın aracı; ama bir yandan da Batıcı-laik burjuvazi ile aynı stratejik yönelişin, Batı emperyalizmi ile bütünleşmenin garantörü. TSK içinden bazı kanatlar bunu darbeler yoluyla yapmaya kalkışınca AKP hükümeti de karşı taarruza geçti. Askere karşı yapılan hamleler ancak böyle anlaşılabilir. Bunların son dönemde aldığı biçimleri ise, ancak Ağustos ayındayeni komuta kademesinin belirlenmesi ve YAŞ'ta terfiler üzerine verilen mücadele bağlamında anlayabiliriz.

-Başbakan'ın Yüksek Askeri Şura (YAŞ) üzerinden TSK Komuta kademesine müdahale girişimi, Orgeneral Hasan Iğsız'ın ifadesinin istenmesiyle birlikte, Başbakan'ın umduğu gibi gerçekleşmedi. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Ben hükümetin TSK komuta kademesine müdahalesinin en azından kısmi bir başarı kazandığı kanaatindeyim. Birincisi, Balyoz davasının sanığı 11 general, yakalama kararı dolayısıyla terfi alamadı. Yani AKP "bana karşı darbe girişiminde bulunmuş askerleri cezalandırırım" dedi. Aynı şey cumhurbaşkanlığına ilk seçildiği dönemde, Gül'ekarşı protokolde kusur işleyen generaller için de söz konusu. İkincisi, Hasan Iğsız, "teamül"lere aykırı olarak Kara Kuvvetleri Komutanı olamadı. Tabii, tarihin ironisidir ki, Iğsız'ın gelemediği bu makamı şimdi, 28 Şubat 1997 askeri müdahalesini başlatan Mamak'ta tank yürütme operasyonunun komutanı olan bir orgeneral, Erdal Ceylanoğlu devralacak!

-AKP hükümetinin polisiçinde örgütlendiği artık saklanmıyor. Yeni hedefi için TSK'yi işaret edebilirmiyiz? Bu, nasıl gelişmelere yol açabilir?

AKP'nin TSK'yı kontrol etmesi, ele geçirmesi, hatta içinde örgütlenmesi, hiçbir kurumda olmadığı kadar zor. Ordunun İslamcılığın bir kalesi olduğu Pakistan'a karşıt olarak Türkiye'de silahlı kuvvetler hâlâ İslamcılığa karşı en güçlü kaledir. AKP'nin son dönemde yaptıklarını "darbecileri ayıklamak"tan öte bir şey olarak görmek yanlış olur.

-AKP'nin ekonomik anlamdaki sömürü politikası sürüyor. Buna rağmen hükümetin belirli bir halk desteğinin olmasını, neye bağlayabiliriz?

Kısa yoldan şöyle diyeyim: Halk AKP'nin ekonomik sömürünün temsilcisi olduğunu belli belirsiz kavrıyor, ama AKP'nin alternatifleri kendisine daha da kötü göründüğü için AKP'ye verdiği desteği henüz sürdürüyor. Emekçi halk bütün büyük partilerin,düzen partilerinin ekonomik sömürü politikasının aracı olduğunun az çok farkında.Sözde "sosyal demokratlar"ı ve MHP'yi, 2001 krizinde Kemal Derviş'i ve İMF politikalarını bağrına basmış partiler olarak hatırlıyor. Ama bu partiler üstüneüstlük baskıcı rejimi savunuyor. AKP ise her konuda "demokrat" rolünü oynuyor.Üstelik, en azından "sosyal demokratlar"dan farklı olarak emekçi halka "kendisi içinden çıkmış" izlenimini veriyor AKP.

Ama şunu da ekleyelim:AKP ilk hükümeti döneminde ekonomik alanda dünya çapında çok olumlu süregiden ekonomikkonjonktürden yararlanmıştı. 2007'den bu yana başlayan dünya ekonomik kriziAKP'nin popülaritesini mutlaka etkileyecek. Bu, 2009 yerel seçimlerindegörülmüştü. Yaklaşan seçimlerdeki etki, yeniden derinleşmekte olan dünyakrizinin Türkiye'yi vurma temposuna bağlı.

-AKP, ekonomik anlamdaülkeyi nelere sürükledi?

Neoliberalizmi,özelleştirmeyi, taşeronlaştırmayı ve esnekleştirmeyi, 90'lı yılların koalisyonhükümetlerinin beceremediği doruklara yükseltti. Bu bakımdan 1980'li yıllarınTurgut Özal hamlesinden bu yana Türkiye burjuvazisine en büyük yararı sağlamışolan hükümettir.

-Halk yığınlarına somutbir biçimde yansıyan ekonomik sorun, önümüzdeki seçimlerin sonucu bakımından bir etki yaratabilir mi?

Ekonomik krizin bu etkiyi yaratacağını söyledim. İkinci bir faktör de, emekçi halkın ekonomik sorunları üzerinde ısrarla duran yeni CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, bu bakımdan, AKP'ye karşı Baykal ile karşılaştırılamaz derecede dişli bir rakip olacağıdır. Yeri gelmişken söyleyeyim: Türkiye politikasında Baykal'ın yerini Kılıçdaroğlu'nun alması yeni bir dönemin habercisi gibi okunabilir. Burada Kılıçdaroğlu'nun "ilerici", kasketli, halka yakın, ikinci Karaoğlan imgesine kanmak solun ve Kürt hareketinin en büyük hatası olur.

Olgulara dikkat! Baykal'ıçok güçlü bir odak yıktı, yerine Kılıçdaroğlu'nun geleceğini biliyordu bu odak,genel sekreter Önder Sav aracılığıyla da sağladı bunu. Bu odak somut olarak kimolursa olsun, önümüzdeki seçimlerde Batıcı-laik burjuvazinin, emperyalizmin veSiyonizmin Kılıçdaroğlu CHP'sinin AKP'ye karşı zaferi için çalışması büyükolasılıktır. Solda CHP'ye destek eğilimi oldukça yaygındır. Kürt hareketinde de konuşuluyor. Bu, büyük bir yanlış olur!

Doğru politika, burjuvazinin iç savaşında oluşan iki cepheye, Batıcı-laik cephe ile İslamcı cepheye karşı işçi sınıfının ve Kürt halkının bir ittifakına doğru yürümeküzere bir Üçüncü Cephe oluşturulmasıdır.

-İnegöl ve Dörtyol'da baş gösteren, Kürtlere yönelik linç girişimlerinin, 4 polisin öldürülmesiyle birlikte geliştiği öne sürülüyor. Bu, sadece bir bahane midir ve linçgirişimlerinin özü itibariyle nasıl algılanması gerekir?

Bu tür olayları üst üstegelen katmanların birlikte belirlediği birer durum olarak görmek gerekir. En alt katmanda ekonomik kriz ve işsizliğin umutsuz hale getirdiği, düzene karşı mücadele etmediği için kızgınlığını çıkartacak bir günah keçisi arayan Türk emekçi halk kitleleri var. Bir üst katmanda bütün toplumun yıllardır bir Türk şovenizmiyle zehirlenmiş olması var. Daha sonra, hakim düzenin bütün temsilcilerinin "halkımızın hassasiyeti" edebiyatı var. Unutmayın, bu işler ilk çıktığında, bugün MHP'yi kışkırtma ile suçlayan Erdoğan'ın kendisi "hassasiyet" lafını ortaya atan kişi olmuştu. Sonra MHP var, tabii onun genel merkez politikalarıyla yerel unsurlarının politikaları da birbirinden ayırdedilebilir. Nihayet kontrgerilla var, çoğu zaman MHP'yi, BBP'yi ve onların gençlik örgütlerini kullanır. Bunların her birinin durumu yakından izlenmeli ve titiz biçimde değerlendirilmeli. Toptancı yargılardan kaçınmalıyız, çünkü somut politikamızı hangi faktörlerin iş başında olduğuna bağlı olarak belirlememiz gerekir.

Son olayların ayrıntılıanalizi için yeterli yerimiz de yok, verimiz de. Ama özellikle Dörtyol'daMHP'li belediye meclis üyesinin JİTEM ile maceraları ve polislere saldırı için kullanılan aracın polis otosunu bir süre boyunca 50 metre mesafeden izlemesi,pis kokular yayıyor ortalığa. Şimdilik olaylar durdu diye rehavete kapılmamalı, hepimiz uyanık olmalıyız.

-AKP, CHP ve MHP'nin sözkonusu Kürtler olduğunda birleşik bir güç oluşturmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nasıl değerlendireceğim!Türkiye burjuvazisinin ve devletinin içinde çok sert mücadeleler veren kanatlar ve akımlar olabilir, ama Kürtleri ezmekte hepsi hem fikirdir. Burada Kürtlerin gerçek müttefikinin işçi sınıfı ve emekçiler olduğunu bir kez daha görmek olanaklı. Buna kimse gerici sendika önderliklerini öne sürerek ya da işçisınıfının şovenizme teslim olduğunu söyleyerek karşı çıkmasın. İşçi sınıfı harekete geçtiğinde, çeyrek yüzyıldan fazla süre boyunca yaratılan düşmanlığın, ancak haftalarla sayılabilecek kadar kısa bir süre içinde aşılmaya başladığını Tekel mücadelesindeki Türk-Kürt kardeşleşmesi bize somut olarak göstermiştir. Bu izi sürmeliyiz!

-Kürtler kendi topraklarından zorunlu göçe maruz bırakıldı ancak göç ettikleri yerlerde de rahat bırakılmadılar. Hem Kürdistan'da hem de diğer kentlerde sürekli saldırılara maruz kalan Kürtlerin, çıkış noktası ne olabilir? Özerklik çözümü için ne düşünüyorsunuz?

Kürtler nasıl istiyorlarsa öyle yaşamalılar. Bugün Kürt halkı ve hareketi ezici bir çoğunlukla özerklik diyorsa, elbette bunu destekleriz. Yalnız iki şeye dikkat etmek zorundayız.

Birincisi, kamu hizmetlerinin yerelleştirilmesine paralel olarak bu hizmetlerin kamusal kaynaklarının mutlaka yaratılacağı bir yapıyı savunmak gerekir. Aksi,  Türkiye'nin en yoksul bölgelerinden olan Kürt illerinde kamu hizmetinin verilememesi ya da özelleştirmenin gündeme gelmesidir. İlkinin kabul edilir bir yanı olmadığı açık. Özelleştirme de kabul edilemez, çünkü o zaman emekçi halk ancak parası kadar hizmet alabilir. Kürt hareketinin bu mesele üzerinde daha dikkatli durması gerekiyor.

İkincisi, Kürt sorunu Türkiye'ye özgü bir sorun değil, Ortadoğu çapında bir sorundur. Dolayısıyla,Türkiye'de özerklik yönelişini uzun vadeli kalıcı bir çözüm olarak görmek mümkün değil.

-Son olarak, referandumda boykot kararının önemini ve bazı sol çevrelerin hayırcı tavrını nasıl elealıyorsunuz?

Sol açısından bakıldığında referandumda "evet" oyu, AKP kuyrukçuluğu ile özdeştir. Kimse kimseyi aldatmaya kalkışmasın: Bu anayasa değişiklikleri demokratik haklarla ilgili değildir; AKP'nin Anayasa Mahkemesi'ni ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nu yola getirme çabasıdır. Bu da burjuvazinin iç savaşının birsorunudur. "Hayır" oyu ise burjuvazinin iç savaşında AKP'nin değil karşı kampınyanında yer almaktır. Boykot, hem anayasa değişikliklerinin sahte demokratlığını teşhir için, hem de burjuvazinin iki cephesi karşısında Üçüncü Cephe'yi inşa etmek için en doğru yoldur. Referandum, yaklaşan seçimin provasıdır. Aynı zamanda bir ön seçim niteliği taşıyor. Saadet ve BBP AKP'ye yanaşıyor, belki de seçimlere dahi birlikte girerler. "Hayır"cı solKılıçdaroğlu CHP'sine yöneliyor. Bu solun seçimlerdeki tavrını iyi izlemek gerekiyor. Boykot cephesi, açıkça söylemiyor, bütün cephe buna katılmıyor henüz, ama halkın gözünde bu cephe sayesinde bir Üçüncü Cephe fikri somut olarak belirmektedir. Boykot kararının önemi en çok buradan kaynaklanıyor. 

-Eklemek istedikleriniz...

Türkiye'de Kürt halkına karşı zincirlerinden boşanmış mezalime son vermek hepimizin görevidir. En başta işçi sınıfının görevidir. Biz işçi sınıfı sosyalistleri olarak işçi sınıfının bu görevi yerine getirmesi için elimizden geleni yapacağız.